Geçtiğimiz pazar günü Taksim İstiklal Caddesi‘nde patlayan bomba ülkeyi ayağa kaldırdı.
Türkiye’nin içerde ve dışarda çok hassas bir döneme girdiği bu süreçte günlerdir olayın perde arkasını, esas failleri ve yapılmak istenilenin ne olduğunu tartışıyoruz.
Yine bilen bilmeyen, önüne gelen konuşuyor!
Asıl bilgi sahipleri susarken, hiçbir bilgi sahibi olmayanlar ise susmak bilmiyorlar.
Kerametleri kendilerinden menkul bir sürü zevat kafadan sallamaya devam ediyor.
Her zaman olduğu gibi siz ‘Şişhane’yi sorarken onlar Gümüşhane’yi’ anlatıyorlar.
Açıkça ifade etmek gerekirse kafalar karışık.
Şu ana kadar elde ettiğimiz bilgiler ışığında kamuoyunda başlıca iki değerlendirme öne çıkmış durumda.
İlki:
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu‘nun çok açık, kendinden emin ve kesin bir şekilde olaydan ABD, PKK, PYD ve YPG’yi sorumlu tutan açıklamaları.
İkincisi ise bu eylemi 7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 seçimleri arasındaki dönemle ilişkilendirerek bunun seçim sürecinde zorda olan AK Parti‘nin seçimleri kazanabilmesi için bir derin operasyon olduğu ile ilgili iddialar.
Bu konuda Ümit Özdağ, Selahattin Demirtaş ve HDP Milletvekili Garo Paylan başta olmak üzere birçok kişi açık ve net ithamlarda bulundular.
Bir diğer gelişme de Mersin’deki Polis Evi’ne yapılan saldırıyı üstlenen PKK, İstiklal Caddesi’ndeki bombayı üstlenmemesi.
Söz konusu terör eylemi ile ilgili bugüne kadar yakalananların neredeyse tamamının Arap olması da ilginç. Görünen o ki Araplardan oluşan yeni bir taşeron örgüt var.
‘Taşeron’ herhangi bir müteahhit adına çalışan kişilere deniyor. Esas açığa çıkarılması gereken bu yeni taşeronun kime çalıştığı. Bir başka ifade ile patronunun kim olduğu.
Esas patron İçişleri Bakanı Soylu’nun iddia ettiği gibi ABD, PKK, YPG de olabilir, bir başka ülke de olabilir.
Bu arada bir başka gelişme de Kürt siyaseti ile ilgili.
Son bir ayda peş peşe ilginç gelişmeler yaşandı.
12 Eylül döneminin işkence zindanı Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi alelacele boşaltıldı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Diyarbakır ziyaretinde buranın müze olacağını açıkladı.
Yıllardır haksız bir şekilde cezaevinde tutulan ve tüm sağlık raporlarına rağmen içerde tutulan Aysel Tuğluk tahliye edildi.
Hemen her fırsatta “HDP eşittir PKK” diyerek HDP’yi ‘şeytanlaştıran’ AK Parti, TBMM’de HDP‘yi ziyaret etti. Kamuoyuna çok samimi görüntüler servis edildi.
Selahattin Demirtaş, babasının kalp krizi geçirmesi üzerine tutuklu bulunduğu Edirne Cezaevi’nden alınarak helikopterle Çorlu’ya, oradan da Diyarbakır’a ise özel bir uçakla götürülüp getirildi.
Ertesi gün eski AK Parti Milletvekili Mehmet Metiner’in başkanı olduğu bir dernek Ankara’da bir Kürt çalıştayı düzenledi.
Tüm bunlar üst üste konulduğunda seçimler yaklaştıkça AK Parti’de bir ‘hareketlilik’ olduğu açık.
Ancak bu hareketlenmenin nereye varacağı ise bugün için belli değil.
Taksim’deki menfur terör eylemi ile ilgili yorumlardan biri de bu hareketlenmeye karşı olanların bir cevabı olduğu yönünde.
Bu değerlendirmeyi de yabana atmamak lazım.
Muhalefet ise ‘HDP zaten AK Parti ile kanlı bıçaklı, doğal olarak tüm Kürtler oylarını Millet İttifakı’nın adayına verecekler’ rehaveti içinde.
Onun içindir ki ısrarla topa girmemeye, köşeli bir söz söylememeye, İYİ Parti’yi kızdırmamaya çalışıyorlar.
Şu ana kadar elimizde olan bilgilerle daha ileri şeyler söylememiz mümkün değil.
“Kurt dumanlı havayı sever” derler.
Kuzuları kurda kaptırmamak için öncelikle bu dumanlı havanın dağılması lazım.
Bu konuda en büyük görev ise resmi görevlilere düşüyor.
Devlet yetkilileri halkı tatmin edecek bilgilendirmeler yapmak zorunda.
Kandil ve Selahattin Demirtaş hemen her gün görüş beyan edebiliyorlar.
Kürt mahallesindeki sisin iyice dağılması için Abdullah Öcalan‘ın da yaklaşımının bilinmesi gerekiyor.
İlginç bir şekilde Demirtaş’a bazen günde iki sefer görüşlerini açıklayabilme imkanı verilirken, Öcalan yıllardır derin bir sessizlik içinde tutuluyor.
Halk dürüstçe doğru ve şeffaf bir şekilde bilgilendirilmedikçe kurtlar cirit atmaya devam edecekler.
Olan da zavallı kuzulara olacak.
Kuzulara yazık etmeyin efendiler!
Kaynak: farklı bakış