Nahl (16) Suresi106. ayette “Kalbi imânla tatmin bulmuş olduğu hâlde baskı altında zorlanan hariç“ cümlesi takiyye konusuna açıklık getirmektedir . Bunun ruhsata işaret ettiğine dair ittifak vardır.
Ayet Mekke’de ağır işkencelere maruz kalan korumasız sahabeler hakkında inmiştir. Bunların içinde en dramatik olanlar Ammar, annesi Sümeyye ve babası Yasir idi. Karı koca, imanlarında azim ve kararlılık gösterip, İslam’dan dönmeyi reddettikleri için işkence ile öldürüldüler, her ikisine İslam’ın ilk şehidleri denmektedir. Ebu Cehil, Sümeyye’ye ağır hakaretler yağdırdıktan sonra her bir ayağını bir deveye bağlayıp parçalattı, eşi Yasir de işkence ile şehid edildi. Ammar ise atıldığı kuyuda tam boğulmak üzereyken dinden döndüğüne ilişkin sözleri söyleyip ölümden kurtuldu. Konuyu Hz. Peygamber (s.a.)’e intikal ettirenler “Ammar dinden döndü“ deyince Efendimiz şöyle buyurdu: “Ammar’ın içi iman doludur, iman etine ve kanına işlemiştir.“ Ardından Ammar’a “Seni yine baskı altına alacak olurlarsa, istediklerini söyle“ talimatını verdi. (Hakim, Müstedrek, II, 357.)
Efendimiz’in kullandığı “imanın ete ve kana işlemesi“ ifadesi önemlidir. Bu zaman içinde fizyolojik organlarımızın inançlarımız ve düşünce biçimlerimizle yoğrulduklarını ve inançla düşüncenin fizyonomide yansıdığına işaret etmektedir. Nitekim bazı şahısları yüzlerindeki ifade biçimlerinden hangi ideoloji veya inanç sistemine mensup olduklarını ayırdetmek mümkün olabilmektedir. Mü’mini yüzündeki secde izinden tanımak böyledir: “ Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir“ (48/Fetih, 29).
Mekke’de Yasir ailesinden başka Suheyb er Rumi, Bilal-ı Habeş’i, Habbab bin Eret, Salim, Ebu Huzeyle ve Hadrami’nin kölesi Cebra da benzer ağır işkencelere maruz kalmışlardı. Hz. Bilal öylesine işkenceler gördü ki, canını feda etmeyi göze aldığından her seferinde “Ehad, ehad (Bir’dir, Bir’dir)“ diye tekrar edip durdu. Sonunda zorba işkenceciler usanıp bırakıp gittiler.
Ammar’ın zahiren inkar etmesi, yani küfür lafızları söylemesi İslam fıkhında “ruhsat“, babası ve annesinin ölümü göze alması “azimet“ olarak tanımlanmıştır. Duruma ve kişiye göre her iki tutum da mümkündür. Can, mal, uzuv kaybı, vücud bütünlüğünü bozacak işkence, ırza tecavuz veya yakınlarıyla tehdit edilmesi durumlarında kişi isterse, dinden çıktığına dair beyanlarda bulunabilir, ancak “kalbinin imanla dolması“, imanı kalbinden silmemesi gerekir. Zahirde inkâr, zamirde iman ruhsattır. Buna yol açan sebep tabii ki zor ve baskı, yani “ikrah“tır. Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Allah ümmetimin üzerinden yanılma/hata, unutma ve baskı altında olan şeylerin hükmünü kaldırmıştır“ (Buhari, Talak, 11, Şurut, 12.) Zor ve baskıyla cinsel ilişkiye zorlanan kadına herhangi bir cezanın (had) terettüb etmeyeceği İslam bilginlerinin üzerinde ittifak ettikleri görüştür. Yine şiddetli açlık ve susuzluk durumunda ölmeyecekmiş kadar domuz eti yemek veya boğazına bir nesne kaçmış kişinin alkollü içki almasına ruhsat verilmiştir, hatta böyle bir durumda ölümü göze almak günahtır.
Zorlamanın belli başlı şartları vardır. Sözgelimi tehdit ve korkutmada bulunan bunu yapabilecekse; tehdit ve korkutma şahsa yönelik olduğu gibi yakınlarına –mesela eşine, anne-babasına, çocuklarına veya yakınlarına- yöneliyorsa ruhsata başvurulabilir. Burada ruhsatı tayin eden faktör, ağızdan çıkan lafızlar değil, kalpte korunan imandır.
Ayet-i kerime can güvenliğinin tehdit altına girmesiyle ilgili görünmekteyse de bilginler, “ikrah“ kavramından hareketle mala ve ırza gelebilecek tehlikeyi de ikrah (baskı-zorlama) içine dahil etmişlerdir. Efendimiz, “Dini, malı ve ırzı uğruna ölenleri şehid“ (Tirmizi, Diyat, 21) saydığından takıyye kavramının geniş tutulması mümkündür.
Takıyye ise İslami üç akım arasında farklı anlayış ve pratiklere konu olmuştur: Şia, takıyyenin alanını hayli geniş alana yayarken, hariciler hiçbir şekilde takıyyeye cevaz vermemişlerdir. Sünnilere göre ise “azimet ile ruhsat“ arasında tercihte kişi serbesttir, ruhsat yolunu seçerse can, mal ve ırz güvenliği için takıyye yapabilir. Şu var ki, takıyye zaruretlerin yani sözü edilen güvenlik alanlarının aşılmaması, müslümanda sözü özü bir olmayan, sürekli kendini gizleyen bir ahlaka dönüşmemesi lazım. Hele dinin doğrularının ketmedilmesinde kullanılırsa büsbütün yanlış olur. Ahmed ibn Hanbel “Alimler takıyye yaptığı, cahiller cahil olduğu için inkarcıların söylediklerini söyleyecek olurlarsa, hakikat nasıl ortaya çıkacak?“ diye sormuştur.
Devletler arası ilişkilerde de ruhsatın gerekçesi gelebilecek zarar dolayısıyla ortaya çıkan zarurettir.
“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kafirleri veliler edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah’tan hiç bir şey (yardım) yoktur. Ancak onlardan korunma gayesiyle sakınma(nız) başka. Allah, sizi kendisinden sakındırır. Varış Allah’adır.“ ( 3/Al-i İmran, 28.)
Zor ve baskı altında hicret edenlerin ve sırası gelince kaçmayıp cihad edenlerin yüce Allah destekçileridir, onları gerçekten bağışlar, esirger. Bu ayetin de yine Ammar ve kendisi gibi zayıf sahabiler hakkında indiği söylenmiştir, zira bunlar korumasız oldukları için Mekke’den Habeşistan’a, sonra Medine’ye hicret etmişler, zamanı gelince de Allah yolunda kahramanca savaşmışlardır. Demek ki zahirde inkar etmek zorunda kalan veya yurdunu terkeden kimse korkak veya zayıf inançlı biri değildir, aksine kalbi imanla dopdoludur, neye inandığının, hangi sorumululuklar altında olduğunun bilincindedir. Ruhsat kullandığı için kınanamaz, ayıplanamaz. Bu böyledir, nihayetinde kendi nefsi adına mücadele etmiştir; her ne yapmışsa karşılığını görecektir, kimse haksızlığa uğramaz.
Mü’minler üzerinde ağır baskılar kılan, onlara işkence uygulayan kimselerin Allah kalplerini, gözlerini ve kulaklarını mühürlemiş, yani insani meleke ve yetilerini iptal etmiştir. Bakarlar görmezler, duyarlar işitmezler, kalpleri tefekkür etme, akletme yetisini kaybetmiştir. Bu başlı başına bir cezadır. Böyleleri dünya hayatını ahirete tercih etmişlerdir. Böyleleri yüce Allah’ın kendilerine vereceği azaptan habersiz kimselerdir.
Son olarak bugün Sünnilerle Şiiler arasında temel bir ihtilaf konusu gibi gösterilen “takıyye“ nin, yine Kur’an-ı Kerim’de yer alan “talattuf“la ilişkisini ele almaya çalışacağız.
Kaynak: mirathaber.com