Osmanlı topraklarında emperyalizmin bir ürünü olarak ortaya çıkan Sykes-Picot Anlaşması, 1916’da imzalanarak Ortadoğu’nun bugünkü yapısını şekillendirdi. Batı’nın emperyalist hayalleri doğrultusunda bu bölgeyi bir pasta gibi böldü, kan ve gözyaşıyla dolu bir coğrafyaya dönüştürdü. 100 yılı aşkın süredir oluk oluk akan kan ve bölgedeki çatışmalar, işte bu anlaşmanın mirasıdır.İngiltere ve Fransa arasında yapılan bu anlaşma, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının savaş sonrası nasıl paylaşılacağını belirledi. O dönemde Rusya ve İtalya’nın da onayını alan bu düzenleme, Osmanlı’nın yenileceği varsayımına dayanarak Batı’nın çıkarlarını güvence altına almak için yapıldı. İngiltere, bugünkü Güney İsrail, Filistin, Ürdün ve Irak’ın güneyini kontrol altına alırken, Fransa Suriye, Lübnan ve Türkiye’nin güneydoğusuna hâkim olacaktı. Bu sınırların halkların taleplerine göre değil, Batı’nın stratejik ve ekonomik çıkarlarına göre çizildiği aşikârdı. Sonuç olarak, bugünkü Ortadoğu’da gördüğümüz pek çok çatışma ve sorun, Sykes-Picot’un çizdiği bu yapay sınırların mirası olarak karşımıza çıkıyor.
Bu anlaşma, Arapların Batı’ya olan güvenini de zedeledi. Savaş sırasında bağımsızlık vaat edilen Araplar, bu anlaşmayla büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Batı, Arapların yerine kendi çıkarlarını ön plana koyarak bölgeyi kendi çıkarlarına göre şekillendirdi. Bu adaletsiz düzenleme, hâlâ Ortadoğu’nun siyasi ve toplumsal yapısında yankı buluyor.Batı’nın Ortadoğu’da kurduğu bu düzen, sadece sınırları değil, bölgenin yönetim sistemlerini de derinden etkiledi. Arap liderleri, zamanla Batılı güçlerin desteğini almak için kendi iktidarlarını bu yeni düzene göre ayarladı. Batı’nın taleplerine uygun davrandıkları sürece ödüllendirilen bu otokratik yönetimler, aksi durumda ise darbeler, suikastler veya işgallerle devrildi. Saddam Hüseyin’in Irak’ta, Hariri ailesinin Lübnan’da karşılaştığı sonlar, Batı’nın bölge üzerindeki müdahalelerinin en bariz örnekleridir.
Bugün Ortadoğu’nun kaderini şekillendiren güçler, bu coğrafyayı kendi çıkarları doğrultusunda yönetmeye devam ediyor. Petrolün stratejik değeri, Müslümanların çoğunlukta olduğu bu bölgelerde Batı’nın müdahalelerini kaçınılmaz hale getiriyor. Her küçük direniş veya bağımsızlık talebi, Batı’nın bölgeyi ateş çemberine çevirmesi için bir fırsata dönüşüyor. Haritalar yeniden çiziliyor, sınırlar değiştiriliyor; ama bu kez kan, gözyaşı ve kaos her zamankinden daha derin izler bırakıyor.Irak ve Suriye’deki süreçler, Batı’nın çıkarlarının gölgesinde yürütülen tarihsel manzaralar olarak karşımızda duruyor. Irak’a demokrasi getirme iddiasıyla bölgeye yerleşen Batı, kaosun ve anarşinin temellerini atarken, etnik ve mezhep farklılıklarını körükleyerek bu ülkeleri daha da bölmeye çalıştı. Suriye’nin de fiilen kantonlara ayrılması, bu stratejinin bir parçasıdır. Bugün bölgede sınırlar sürekli ihlal ediliyor, çatışmaların sonu gelmiyor. Bu, Batı’nın “böl ve yönet” anlayışının hâlâ ne kadar etkili olduğunu bize gösteriyor.
Ancak artık bu zoraki kaderi kabul etmek zorunda değiliz. Ortadoğu’nun bölünmüşlüğüne son vermek, yeniden kardeşlik ve adalet temelinde birleşmek mümkün. Bu coğrafyanın geleceği, birkaç maceraperest mühendis(Sykes-Picot) ya da hegemon devletin (ABD-Rusya…) iki dudağının arasında olmamalıdır. Türkiye, Osmanlı mirasının varisi olarak bu noktada en büyük sorumluluğu üstlenmelidir. Ortadoğu’nun huzur ve güven ortamını yeniden inşa etmek, tarihsel bir görev olarak önümüzde duruyor. Sykes-Picot’un dayattığı sınırlara değil, ümmet bilinciyle inşa edilecek yeni bir düzene ihtiyaç var. Bu topraklarda ezan-ı Muhammediyenin yankılandığı son noktaya kadar barış ve kardeşlik hâkim olmalıdır.Ortadoğu’nun kaderi artık bizim elimizde. Batı’nın dayattığı sınırları yıkmalı, İslam’ın yeniden şahlanışı için bir araya gelmeliyiz.
Sonuç olarak, bizler, sınırları belirleyen değil, kardeşliği inşa eden bir ümmet olmalıyız. Geçmişin acılarından ders çıkararak, emperyalizmin dayattığı yapay sınırların ötesinde, halkların ve coğrafyaların ortak değerleri etrafında birleşmeliyiz. Sykes-Picot’un arkasında bıraktığı acıların ve çatışmaların son bulması, sadece Batılı güçlerin manipülasyonlarına karşı koymakla değil, aynı zamanda İslam dünyasının birliğini, adaletini ve barışını sağlamamızla mümkündür. Bu topraklar, insanlık tarihi boyunca medeniyetlerin beşiği olmuş ve her zaman barışın ve adaletin simgesi olmuştur. Ancak bu mirası yeniden ayağa kaldırabilmek için, artık içimizdeki farklılıkları bir kenara bırakıp, ümmet bilinciyle hareket etmek ve kardeşlik bağlarını güçlendirmek zorundayız. Eğer biz, bu coğrafyada yaşayan halklar olarak, hak ve adalet temelinde bir araya gelirsek, Batı’nın yıllardır sürdürmeye çalıştığı böl ve yönet stratejisini boşa çıkarabiliriz. Ortadoğu’nun gerçek kaderi, halkların ortak iradesiyle şekillenecektir ve bu, sadece sınırların kaldırılmasıyla değil, tüm insanlık için daha adil, huzurlu ve barışçıl bir ortamın inşa edilmesiyle mümkündür. Bu sorumluluk, tarihi bir görevdir ve bizim elimizde olan bir fırsattır.
Bir Ümmet Ortadoğu
Toprakları böldüler, çizdiler sınırları,
Kanla, gözyaşıyla yazdılar kaderleri.
Sykes ve Picot, elleriyle şekillendi
Bir bölgenin sonu, bir milletin başlangıcı.
Ey Ortadoğu, gözlerinde yangın izleri,
Fakat umutsuzluk yok, çünkü senin yüreğinde
Bir araya gelen kardeşliğin nehirleri,
Geçmişin acılarını siler, barışın sesini işler.
İslam’ın sesi, ezanlar dağlar boyunca yankılansa,
Ve gönüller birleşse, küllerinden doğarsa
Bir ümmet olur her bir fert, her bir el,
Kalkıp dirilirse tekrar o kadim dilekler.
Batı’nın sınırları, duvarlar gibi yükselse de,
Bir tek kalpte, bir tek dilde birleşiriz biz.
Gözlerimizde kardeşlik, ellerimizde barış,
Savaşın arkasında kalan hep hüsran…