Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Suriye Yönetimi ve Alevi Katliamı

Yusuf Yavuzyılmaz'ın yeni yazısı...


Yılarca süren yıkıcı ve toplumsal grupları birbirine karşı düşmanlaştıran bir iç savaştan sonra kurucu iktidarın sorumluluğu büyüktür. İç savaştan çıkmış, nüfusunun önemli bir bölümü ülke sınırları dışına mülteci konumuna düşmüş, yeniden yapılanmanın eşiğinde duran ülkelerde, kurucu iktidarın uygulamaları büyük rol oynar. Kuşkusuz bu konuda en önemli engel ortaya çıkan krizlerdir. Kurucu iktidarın başarısı bu krizleri aşma konusunda gösterdiği basirettir. Uzun süren bir iç savaştan çıkmış ülkeyi bekleyen en önemli tehlike etnik ve mezhebi çatışma potansiyelidir.

Mezhepçi ve milliyetçi düşünce adaleti yok eden bir felsefeyi besler. Adalet mezhep ve etnik aidiyeti göre değişen bir değer değildir. Kendi mezhebinin ve etnik grubunun dışındakileri dışlayan bir yaklaşım evrensel bir ahlak üretemez. Bu yüzden milliyetçi ve mezhepçi anlayışlar toplumsal egoyu öne çıkaran narsist düşünce biçimleridir. Öte yandan, bu tür düşünce katliam ve sürgünler konusunda ikircikli davranır. Birini onaylarken diğerini savunmak zorunda kalır. Ötekinin acısına duyarsız kalan zihin, bencildir ve adalet üretmeye en uzak düşünce biçimidir. İslam dünyasının ve ülkemizin en büyük sorunu, olaylara ilkesel değil, etnik ve mezhep gibi ölçütler açısından bakmasıdır. Adalet, eşitlik ve hukukun üstünlüğünün değer görmediği bir toplumda, ortak bir bilinç oluşturmak kolay değildir. Bu yüzden ülkemize, sığınan Suriyelileri, zulme uğramış, yardıma muhtaç masumlar olarak değil, ülkemizi işgale gelmiş kişiler olarak görüyoruz. Ötekinin acıları üzerine, kendimizi masumlaştıracak söylemler üretiyoruz.

Öte yandan sağlıklı düşünme yeteneğini kaybetmiş toplumlar komplo teorilerine açık hale gelirler. Bu tür insanların adil düşünmeleri mümkün değildir. Bu durum toplumsal barışın önündeki en önemli engellerden biridir.

Dini, etnik, siyasal ideoloji ve mezhep bağlamında Bizden olmayan ötekilere karşı gösterdiğimiz tepkiler, ırkçılığa varacak sınırın eşiğine gelmiş milliyetçiliğin bütün siyasal akımların içine sızdığını gösteriyor. Yaygın etnik ve mezhepsel milliyetçilik, adil ve tutarlı davranmanın önündeki en büyük engeldir.

Suriye’de gerçekleşen Alevilik katliamına Alevilerin Türk oldukları gerekçesiyle karşı çıkan gruplar var. Suriye’de katledilen Alevilere Türk oldukları gerekçesiyle sahip çıkmak açık bir ırkçılıktır. Bu anlayış Türk olmayan Alevilerin katliamını onaylamak anlamına gelen ırkçı bir yaklaşımdır. Kaldı ki, Aleviler çeşitli ırklara mensuptur. Sosyolojik açıdan Alevilik ve Türklük eşitlenemez. Çünkü Türk etnik bir grup, Alevilik ise, İslam’ın heretik ve batıni yorumu olan bir mezheptir. Sünni ve Alevi katliamına karşı çıkmak için Sünni ve Alevi olmanız gerekmez.

Öte yandan iktidar mücadelesinin etnik ve mezhebi inanışlar üzerinden temellendirilmeye başlandığı ülkelerde durum daha da karmaşıktır.

Suriye’de olanları mezhep üzerinden değerlendirmek sorunludur. Bu yüzden Suriyeli mültecilere kategorik olarak karşı çıkan ve görmezden gelen, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini reddeden bazı Sol /Kemalist /Alevi çevrelerin, şimdilerde yapılan sivil Alevi katliamına karşı devleti müdahaleye çağırması açık bir çelişkidir. Bu iki bakımdan sorunludur. İlki mültecilere karşı çıkarken Alevi mültecileri sahiplenmek, ikincisi Sünni katliamlara sessiz kalıp Alevi katliamına karşı itiraz etmek. Aydın bir vicdan katliama karşı çıkar, Sünni ve Alevi diye bir ayırıma gitmez. Ne yazık ki, mezhepçilik sadece Sünni mahallesinde değil, Alevi mahallesinde de bir hayli yaygındır. Kim tarafından ve kime karşı yapılırsa yapılsın Suriye’de sivil katliamlara karşı durmak gerekir. Katliamı yapana ve katliama uğrayan kişilerin etnik ve dini mezhebini öne çıkararak davranmak sağlıklı değildir; ırkçı ve mezhepçi bir yaklaşımdır. Sadece kendi etnik grubu ve mezhebine yapılan saldırılara karşı çıkıp, diğerlerine sessiz kalmak, evrensel ve ahlaki değildir. Bu nedenle Esed döneminde yapılan katliamlara karşı çıkmayan zihinle, Alevi katliamına karşı çıkmayan zihin aynı düzeydedir.

Esed döneminde yapılan katliamlara tepki gösterenler, bugün sivil Alevilere yapılan katliamı eleştiri hakkına sahiptir. Sünnilere yönelik katliamlara tepki göstermeyip susanlar ile Alevilere yapılan katliama susanlar farklı anlayışta olsalar da ruh ikizleridir. İlkesel değil, grup çıkarlarını önemserler. Olayları genel olarak değerlendiremezler. Doğal olarak seçmecidirler. Kendi lehine olan haberleri öne çıkarır, aleyhine olanları da görmezden gelirler.

Suriye yönetimini bekleyen en önemli sorun dini ve mezhepsel farklılıkların durumu idi. Görüyoruz ki, bu konuda derin sorunlar var. Öte yandan, Nusayri, Dürzi ve Alevi azınlığın teolojik konumunu birincil sorun haline getirmek doğru değildir. Kaldı ki söz konusu gruplar Müslüman olmayabilir de. Önemli olan, Müslüman olsun olmasın veya Müslümanlık içinde farklı bir mezhebe sahip olsun hiçbir inancın bu nedenle ayırımcılığa uğramamasıdır. Önemli olan bireyin hangi inanca sahip olduğu değil, yaptığı davranışlardır. Suç işleyen kişi hangi inanca ve mezhebe sahip olursa olsun suçlu kabul edilmelidir ve gerekli cezaya çarptırılmalıdır. Salt inancı veya mezhebi insanı suçlu ilan etmeye yetmez. Bu nedenle, inancı ve mezhebinden dolayı ayırımcılık kabul edilemez. Öte yandan kişilerin işlediği suçlar da görmezden gelinemez. Bir kişi yargılanırken Sünni veya Alevi olması değil, hukuk ihlali yapıp yapmamasıdır önemli olan. Suç işleyen bir insanın yaptığı üzerinden ait olduğu inanç veya mezhebin yargılanması da doğru değildir. Her inanç ve mezhep içinden suç işleyenler çıkabilir. İslam hukukunda suçlar bireyseldir. Bir kişinin işlediği suçtan dolayı ailesi, akrabaları, inancı, etnik gurubu, suça iştirak etmemeleri kaydıyla, suçlu ilan edilemez.

Otoriter rejimlerin en önemli özelliği dini kendi siyasetlerinin aracı haline getirmeleridir. “Din namına hareket ettiklerini de söyleseler, otoriter rejimler bir taraftan münafıklar üretir, öte yandan kendi siyaseti için dini araçsallaştırması sebebiyle geniş toplum kesimlerinde ve özellikle gençlerde dine karşı bir öfke ve tepki biriktirir. (Metin Karabaşoğlu, Otoriter rejimler mü’minler değil, münafıklar üretir, 4 Mart 2025, Serbestiyet)

Öte yandan Suriye’de olanlar ve olanların aktarılış biçimi bir gerçeği daha ortaya çıkardı: Eleştiri yapılırken doğru bilgiden hareket etmelidir. Kullandığı bilginin doğruluğunu test etmeden kullanan ve onun üzerine fikir beyan eden ve yorum yapan zihin eleştiri ahlakından yoksundur. Olaylara işinde bulunduğu grubun çıkarlarını önceleyerek bakan bir zihnin derdi hakikati bulmak değil, içinde bulunduğu grubun çıkarlarını korumaktır.

Aleviler, şimdi yapılan katliamlara karşı çıkılmadığı konusunda ne kadar haklı ise, Sünniler Esad dönemindeki katliamlara Alevilerin neden sessiz kaldığı konusundaki eleştirilerinde haklılar. İşkenceye, katliama kim yaparsa yapsın ilkesel olarak karşı durmak gerekir. Ancak bunu mezhebin içinden bakanlar başaramaz. Aleviler de Sünniler de birbirlerine kesin suçluymuş gibi bakıyor. Çünkü iki kesimde diğerine karşı duyarsız. İsmet Özel’in dediği gibi. “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.”

Bütün mezhepçi anlayışlar ötekinin acılarına duyarsızdır. Bu yüzden Sünni mezhepçiler Alevilerin, Alevi mezhepçilerde Sünnilerin acılarına duyarsızdır. Mezhepler değil, mezhepçilik sorunludur. Mezhepçinin hakikat diye bir derdi yoktur; onun önceliği ait olduğu mezhebi anlayışı hakikat ile eşitleyerek savunmaktır.

Mezhepçi, zorunlu olarak seçmecidir. Bu yüzden olaylara mezhebi fanatizmden, ön yargılardan uzak bakamaz. Sürekli karşıdakini suçlar ve asla özeleştiri yapmaz. Suriye olayında görülen gerçeklik budur. Şii ve Alevi din anlayışını benimseyenler, Sünni anlayışı suçlarlar. Sünniler de Şii ve Alevileri. Ne yazık ki, bu şekilde düşünen iki kesim de Kur’an ve Resulün dışında bir anlayıştan besleniyor. Mezhebi anlayışı İslam’ın üstünde tutuyorlar.

Zulüm kim tarafından yapılırsa yapılsın karşı durmak gerekir. Suriye’de olanlar konusunda taraftarların düşüncelerini önemsemeyin. Ne yazık ki her iki kesimde de mezhepçiliği öne alan yorumlar ön plandadır. Onlar adaletin değil, kendi gruplarının çıkarlarının peşindedir.

Kuşku yok ki, Esad rejimi azınlık bir mezhebe dayalı diktatörlüktü. Bu mezhepçi yapı çoğunluk üzerine yıllardır baskı uyguladı ve çok sayıda katliama neden oldu. Ancak mezhepçiliğin çözümü karşı mezhepçilik değildir; adalettir. Aliya İzzetbegoviç’ten ilhamla bizim öğretmenimiz azınlık diktatörü Esad ve onun destekçileri değildir. Her tür mezhep ayırımına karşı durmak gerekir.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR