Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ali BULAÇ


Suriye için yol haritası

Ali Bulaç'ın "yeni" yazısı...


8 Aralık 2024’te Suriye’de “yönetim”in değişmesi, “rejim”in değiştiği anlamına gelir mi? Çoğu zaman insanlar yönetimin el değiştirmesiyle, rejimin değiştiğini zannederler. Tabii ki siyaset bilimi açısından yönetim ile rejim arasında farklar var; kısaca bana göre yönetim, belirlenmiş bir rejimin yürütülmesini sağlayan prosürdür ki, bunun ilkeleri, kuralları, kurumları ve formları vardır.

Konuyla ilgili görüş ayrılıklarını şimdilik siyaset felsefesine ve siyaset bilimiyle uğraşan bilim insanlarına bırakıp, 19. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak siyasette sadece farklı ses değil, muhalif ses olarak ortaya çıkan İslamcıların –şimdilerde çoğunlukla İslamcılığın bu versiyouna ‘siyasi İslam deniyor- inisiyatif sahibi oldukları pratiklerde ne türden modeller ortaya koyduklarına bakalım.

Tarihte kurucu ideolojisi İslam olan ilk ulus devlet 1947’de kurulan Pakistan’dır, buna sıkça atıfta bulunmamıza rağmen aslında meşruiyetin temellendirilmesinde ve resmi düzeyde Pakistan’dan önce kurucu motivasyonu İslam veya müslümanlık olan ilk devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir. Halifenin isteğiyle olsun veya olmasın, Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal, gittiği her yerde ve temas kurduğu her topumsal kesime söylediği hilafet ve müslümanlık olmuştur, 1928 yılına kadar da “devletin resmi dini İslam”dır. Hülasa 1923’te Osmanlı’nın devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti bir “İslam devleti” olarak kurulmuştur.

Eksiksiz bir Kemalist olan Muhammed Cinnah ve yakın çevresi, 1947’de Hindulardan ayrılmaya karar verdiklerinde ilhamlarını Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk halinden almışlardı. Pakistan hala bir İslam Cumhuriyeti’dir ama bana sorarsanız hiçbir zaman dört başı mamur bir İslam Cumhuriyeti olmadı, bu bir bahs-i diğerdir.

Pakistan’dan önce meşruiyeti dine dayandırılan devlet Suudi Arabistan’dı. 1932 yılında Suudi Arabistan bir monarşi olarak kurldu, sonraları Bahreyn, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ortaya çıktılar; 7 emirlik de Suudiler gibi birer monarşidirler. Söz konusu monarşilerin ana iddialarına göre sivil medeni hukuk gibi kamu hukukuda İslam Şeriatı’na dayanmaktadır.

1979’da görkemli bir halk devrimiyle İran’da monarşi yıkıldı yerine İslam Cumhuriyeti kuruldu. İran’daki değişimin iki özelliğinden biri tarihsel kökleri olan monarşinin yerini cumhuriyete bırakması; diğeri kurtarıcı Mehdi’nin zuhuru beklenirken, Şii kelamında önemli bir içtihatla İmam Humeyni’nin ulemayı ve Şii halkı Mehdi’nin gelişini zulüm ve kötülüğün derinleşmesine değil, adaletle hükmeden bir cumhuriyetin çabuklaştıracağına inandırmasıydı.

 İran’daki başlıca etnik gruplar şunlardır: Farslar (%65), Azeriler (%16), Kürtler (%7), Lurlar (%6), Araplar (%2), Beluçlar (%2), Türkmenler (%1), Kaşkai ve diğer Türkler (%1), Ermeniler, Aşuriler ve Gürcüler (%1’den az). Azerbaycan Türkçesi, Beluçça, Kürtçe, Arapça, Türkmence tanına dillerdir.

Daha önce Baasçıların hakim olduğu Irak ve Suriye aslında birer diktatörlüktü, her ikisi de bir “Arap Cumhuriyeti”ydiler, diğer kavimlere Araplığı, Arap milliyetçiliğini empoze ediyorlardı.

Daha geçenlerde Taliban’ın yönetimi ele geçirdiği Afganistan’ın resmi adı “Afganistan İslam Emirliği” olarak tespit edildi. %40 Peştun, %24 Tacik, %15 Hazara, %11 Özbek, %4 Türkmen, %3 Aymak, %2 Beluci, %1 diğer. Afganistan’da Peştuca ve Darica olmak üzere iki resmi dil tanınmıştır. Özbekçe ve Türkmence ile Beluçça, Peşeyice, Nuristanice ve Pamirce, çoğunluğun konuştuğu bölgelerde üçüncü resmi dillerdir.

Belli başlı diğer müslüman ülkeler Cezayir Demokratik Cumhuriyeti, Tunus Cumhuriyeti, Fas Krallığı, Umman Sultanlığı,  Sudan Cumhuriyeti,  Moritanya İslam Cumhuriyetidirler.

Pakistan, İran ve Moritanya birer İslam Cumhuriyetidirler.

Körfez ülkeleri yanında Afganistan da birer emirliktirler.

Bu tabloda üç küme öne çıkıyor: Monarşiler, cumhuriyetler, emirlikler

Buralarda batı tipi demokrasi olmadığını belirtmeye gerek yok. Şu veya kümede olsunlar, Suudiler, Emirlikler, Irak ve Suriye birer “Arap” ülkeleridir.  Cezayir kendini “demokratik cumhuriyet”, Tunus ve Sudan sıfatsız cumhuriyet, Fas krallık, Umman sultanlıktır.

Kabaca fikir versin diye verdiğimiz bu örneklerin dışında bizim asıl meselemiz Suriye’dir. Suriye ne olacak? Monarşi mi, cumhuriyet mi, emirlik mi? Cumhuriyet olacağı açık. Ama nasıl bir cumhuriyet? Eskisi  gibi diktötörlük mü, demokratik mi olacak? “Arap cumhuriyeti” diye resmi kimliği (Araplığı) diğer gruplara empoze edecek mi? Etmese bile, neden Arap olmayan Kürtler ve Türkmenler resmi künyesi “Arap Cumhuriyeti” şemsiyesi altında yaşasınlar? İran ve Afanistan, belli bir mavmi, etnisiteyi değil bir coğrafyanın ismi olduklarından bir ölçüde temel hakları –dilleri ve kamusal hakları korunduğu takdirde- farklı etnik gruplar bir arada yaşayabilir; bu çoğunlukta olan etnik grubun –İran’da Farsların, Afganistan’da Peştunların- dirayetlerine ve basiretli siyasetlerine bağlıdır. “Suriye” de bir etnisiteyi çağrıştırmaz, geniş ve derin tarihsel çağrışımı olan bir coğrafyadır, bu bir avantajdır, Suriye’yi Araplığa endeksleyerek bu avantajı heba etmemeli

Suriye’de mevcut dini, mezhebi ve etnik grupların hiçbirinin cumhuriyete itiraz etmedikleri açık. Anlaşıldığı kadarıyla farklı etnik, mezhebi, dini ve laik grupları tedirgin eden şey HTŞ’nin tercih edeceği kubbenin nikeliğidir.

Yönetimi devraldığı günden bu yana HTŞ’nin öne çıkan iç sorunları Kürtlerle yaşanan gerilim, Alevilerin karşılaştıkları durum, Dürzilerin alacağı tavır, Hıristiyanların yeni sistem içindeki konumları ile batılı yaşama tarzını benimsemiş laik kesimlere karşı izlenecek tutumdur.

Suriye’nin Kuzay Doğusunda, neredeyse ülkenin 1/3’ünü elllerinde tutan Kürtler ile yeni yöneticiler arasında tam bir uzlaşma sağlanmış değil; Alevilerin baskı gördükleri iddia ediliyor, yargısız infazlar yapıldığına dair ürkütücü haberler,videolar sosyal medyada yer alıyor. Ahmet Şara ve yakın çevresinin talimatı ve dahli olmasa da, Alevilere karşı eski rejimin elemanları diye baskı altına alınmaları, iddia edildiği üzere –eğer uydurma haberler değilse- bu türden olaylar yaşanıyorsa, buna yöneticilerin öncelikle madahele etmeleri lazım. Şebbiha diye eski yönetimde görev almış herkesi hedef seçmek müslümanların tavrı olamaz. Herkesin gözü önünde kendisini hançerleyen İbn Mülcem’i hemen infaz etmeye kalkışan Hz. Hasan’ı Hz. Ali durdurdu ve “Ona dokunmayın, yaşarsam ben yargılayacağım, ölürsem yargılarsınız, o zaman kadar ona ekmek ve su vermeyi ihmal etmeyin” dedi.

HTŞ, 1979’da İslam Devrim Mahkemesi Sadık Halhali’nin durumuna düşmemeli, durumdan vazife çıkaranlar eski yönetimde görev alanların hem savcısı, hem yargıcı, hem infazcısı olmamalı, özellikle bölgemizin asli bir sosyolojisi olan Aleviler/Nusayrileri kimse inançlarından dolayı  hasım görmemelidir. Üst kademede görev alıp da insan öldürmüş, işkence yapmış, Suriye’yi soyup soğana çevirmişse –ki şüphesiz vardır ve bunların sayısı da az değildir- adil bir yargılama sonunda cezaya çarptırılmalıdırlar. Unutmamak lazım: Memurun ve amirin sorumlulukları eşit değildir.

Yeni Suriye yöneticilerini dünyada saygın kılacak olan kravat takıp koyu renk takım elbise giymek değil –yeni dünyanın müstekbir lideri Trump’la görüşen Zelinski’nin üzerinde saha pantolonu ve tişört vardı- Resulüllah (s.a.)’ın ve Selef-i Salihin hilmi ve adaleti olur ancak.

İslam cumhuriyetleri, “dini monarşiler ve emirlikler”de ortaya çıkan sorunlar ortada. Suriye şimdi, siyasi ve kelami ideolojisi İslam olan Selefi bir grubun inisiyatif altındadır. Nasıl bu noktaya gelindiği, Suriye’de durumun değişmesiyle İsrail’in hangi kazançları elde ettiği ayrı bir konu. Mevcut durumda sorun farklı dini, etnik, mezhebi sosyolojileri nasıl bir kubbenin altında tutabileceği; kimseyi dışlamadan yargısal ve sosyal adaleti nasıl tesis edeceği; özgürlükleri, kamusal ahlakı ve herkesin güvenliğini, refahını amaçlaşan sosyo politik bir yönetim nasıl kuracağı konusudur.  Bunun iyi adımlarından biri ülkeye Suriye Birleşik Cumhuriyeti ismini vermek olabilir.

Unutmamalı ki Kürtleri Amerika ve İsrail’e savuran, ülke ülkelerinin birtürlü tenketmedikleri ulusalcı, ayrımcı politiklarıdır.

Suriye için inşa edilecek kubbenin referansı mevcut monraşiler, milli/ulus devletler, otokrat yönetimler değil, Medine Sözleşmesi olabilir ancak. Selefiler, diğer İslami grupların hepsinden Selef-i salih’e olan ısrarlı referanslarıyla tanınıyorlar ve bu bence de doğrudur. Şimdi Selefiler iddialarını ve tezlerini hayata geçirme fırsatını ele geçirmiş bulunuyorlar. Ben bunun mümkün yolunu göstermeye çalıştım. (Bkz. Ali Bulaç, Medine Sözleşmesi, 2. Bsm. Çıra y, İstanbul-2020; Ali Bulaç, Suriye için Medine sözleşmesi, Serbestiyet, 28 Aralık 2024.)

Suriye’nin resmi dini, resmi mezhebi, resmi ideolojisi olmamalı; bütün dini, mezhebi ve etnik grupların ortak iyi ve ortak yararı olan ma’ruf kamu hukukunun temeli olmalı; bütün sosyolojiler katma değerleri ve nüfusları oranında siyasi birliğe ortaklar olarak katılmalı. Bu sayede Suriye bir türlü ulus devlet engelini aşmayan müslüman dünyaya model olabilir.

 

Kaynak: serbestiyet.com

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR