Sosyal bilimcilerin, aydınların, yazarların belli bir ideolojik ya da akademik grubun içinde bulunabilirler. Zaman zaman sosyal bilimciler içinde bulundukları muhiti (cemaati, ideolojik gurunu, sivil toplum örgütlerini), çeşitli gerekçeler ileri sürerek, değiştirebilirler. Bu değişim toplumda genellikle hoş karşılanmaz. Kuşkusuz burada bir süre içinde bulunduğu muhiti terk etmenin neden olduğu sorusu, süreci anlamlandıran en önemli sorudur. “İnsanın muhit değiştirmesi her zaman olumsuzluk içermez. İçi boşal/tıl/mış birliktelik yerine kendisinin daha fazla değer katabileceğini ve/ veya daha fazla beslenebileceğini düşündüğü birlikteliklere yolculuk, insan için kaçınılmaz olabilir. “( Ömer Torlak, Sosyal Bilimlerle İmtihanımız, Kadim yayınları, s:7)
İçinde bulunduğu gurubu menfaatlerini temel alarak belirlemek ise sosyal bilimcinin en büyük açmazlarından biridir. Bu durumda sosyal bilimci menfaati değiştiğinde grubunu da değiştirmek zorunda kalır. Bu durumun temelinde entelektüel bir ahlak yoksunluğunun bulunduğunu belirtmek gerekir. “Rüzgar farklılaştığında, atmosfer değiştiğinde yaşadığı ortamda yönetim ya da başka bakış açısı değiştiğinde, değişime göre fırsatçılık içeren sözler söylenmeye başlanması, o akademisyen için görünürde eylemlilik hali gibi iken, aslında sözün şehvetine kapılmış savrulmadan başkaca bir şey değildir.” ( Ömer Torlak, Sosyal Bilimlerle İmtihanımız Kadim Yayınları, sayfa 16 )
Beklentinin temel motivasyon kaynağı olduğu bir durumda, bu beklentiyi karşılayacak ya da doyuracak bir tutum takınmak en önemli sapmalardan biridir. Bu durumda, fikir üretmek ve itiraz etmek yerine itaat etmek daha geçerli bir davranış modeli haline gelir. “Hocasına karşı soru sor/a/mayan bir asistan, mürşidinin her söylediği ya da yaptığını herhangi bir soru sorma ya da sorgulama ihtiyacı hissetmeyen, hatta böylesi bir sorgulamayı inancına zarar getirecek endişesi taşıyan bir mürid, lideri ya da yöneticisinin her ifadesinin talimat olarak görüp soru sormak ve sorgulamak zahmetinden kurtulduğunu düşünen üye, çalışan ya da taraftar, aklını kullanmak sorumluluğunu hatırlamak bile istemeyebilir.” (Sosyal Bilimlerle İmtihanımız, Ömer Torlak Kadim Yayınları, s:19) Söz konusu tutum sadece sosyal bilimcilere özgü değildir. Toplumsal ilişkilerden siyasete kadar konumunu korumaya dönük pragmatist tutum yaygındır.
Sosyal bilimciler, bazen, ellerindeki verileri çarpıtarak konumlarını sağlamlaştıracak bir şekilde yorumlayabilirler. Yorumladığı konuyu bilinçli bir şekilde çarpıtmak önemli bir ahlaki zaaftır. ” Peki, o halde bir sosyal bilimciyi bilerek ve isteyerek yorum farkının ötesine geçerek gerçekliği çarpıtma noktasına getiren şey nedir?” (Sosyal Bilimlerle İmtihanımız, Ömer Torlak, Kadim Yayınları, sayfa 33) Bu sorunun analizi, karşı karşıya kaldığımız sorunu çözümlemek için kaçınılmazdır. Maalesef ekranlarda çeşitli konularda düşünceleri alınan akademisyenlerin en önemli sorunu budur. Kuşkusuz, akademik kariyer, siyaset ile ilişki, görünürlük arzusu ve beklentiler böyle bir eyleme yol açıyor.
Sosyal bilimcileri en çok etkileyen konu siyasal iktidar veya güç kaynakları ile kurduğu çarpık ilişkilerdir. “Nice sosyal bilimci kayıtlardaki söylemlerine rağmen, kolaylıkla gücün etkisi ile yön değiştirebilmekte ve bir şekilde kendisine yeni alanlar bulabilmektedir. Bu noktada maalesef akademik camianın bu tür konulara ilişkin geçmiş birikiminin çok masum olmadığı ve hatta güç karşısında değişen örneklikleri teşvik edici olması ve hala devam ediyor olmasını almak gerekir. Böylesi alışkanlıklar sosyal bilimcilerin bir kısmını başkaca güçler söz konusu olduğunda da riyakarca davranmaya hızlıca yönlenmesinin önünü açmaktadır. ” ( Ömer Torlak, Sosyal Bilimlerle İmtihanımız, Kadim Yayınları, s: 35) Günümüzün önemli sorunlardan biri sosyal bilimciler ile iktidar arasındaki ilişkilerde ortaya çıkmaktadır. Genel anlamda aydınların özel anlamda ise sosyal bilimcilerin İktidar ya da güç merkezleri arasındaki ilişki oldukça problemli ve seyir takip etmektedir. Bu konuda 3 farklı tavırdan söz etmek mümkündür.
1- Sosyal bilimcilerin bir kısmı iktidarın politikalarını benimseyerek destek olabilirler.
2- Sosyal bilimcilerin diğer bölümü iktidarın politikalarını karşı çıkarak eleştirel bir noktada durabilirler.
3 -Gerek iktidar gerek muhalefeti destekleyen sosyal bilimcilerden bir bölümü, konumlarını İkbal beklentisi, akademik kariyer yapma ve ekonomik güç elde etme amacıyla kullanabilirler. Kuşkusuz Buradaki en problemli alan üçüncü grupta yer alanlardır ki bunların büyük bir bölümü iktidar ile bağlantı kuran sosyal bilimcilerdir. Çünkü bu durumda iktidarın tarafında olmak gelecek ve İkbal beklentisine karşılama anlamında daha büyük bir imkan sağlamaktadır. Herkes gibi aydınlar da önemli bir sınavdan geçmektedir.
Sosyal bilimcilerin en sorunlu davranış biçimi iktidar ile kurdukları ilişki biçimidir. Siyasal iktidar ile kurulan ilişki menfaat ve gelecek beklentisi temelinde gerçekleştiğinde, siyasal iktidarın tutumuna göre sosyal bilimci de konumunu belirlemek zorunda kalır. Bu bilimin başka bir projeyi gerçekleştirmek için araçsallaştırıldığı noktadır. ” İktidar ve otoriteye destekte sınır tanımayan sosyal bilimcinin göreceli yaklaşımları olamaz mı sorusu da bu bağlamda cevabı hak eden bir sorudur. Akademik kariyeri ya da bilimsel cemaatinde dışlanma veya kabul görme kaygısı ile baskın görüşe uygun biçimde kurgu ile çalışan sosyal bilimcinin benzer şekilde otoritede güç kaybı veya iktidar değişimi ihtimaline uygun bir söylem değişikliği de kaçınılmaz. Yani rüzgarın değişeceğini anlayan çok sayıda sosyal bilimcinin rüzgarın yönüne göre tavır alma pratiği de insanlık tarihi kadar eskidir denilebilir.” (Ömer Torlak, Sosyal Bilimlerle İmtihanımız, Kadim Yayınları, sayfa 50)
Önüne çıkan sorunları Kur’an ve Sünnet’in perspektifinde değil de, siyasal otoritenin emri ve çıkarı doğrultusunda çözümlemeye çalışan ilahiyatçı tipi, her dönemde rastlanılabilecek bir örnektir. Bu noktada bilgiyi iktidarın emrine vermeyen Ebu Hanife, bilgi İktidar ilişkisi konusunda ölümsüz bir örnektir.
Otorite ile girdiği ilişki ahlaki olmaktan uzaklaştığında, sosyal bilimci için tutunacak bir değer kalmamıştır. “Bir noktadan sonra akademik kariyer çizgisinde bilim cemaatinin onayına ihtiyacı kalmayan sosyal bilimcinin bir kısmı, bazen otoritenin söylem ve politikalarını tek doğru olarak kabul etme ve onları ne pahasına olursa olsun savunma, bazen de geçici olarak menfaat temin etme adına, geçmişte söylediklerinin tam tersine kurgularla otoriteyi destekleme yoluna girdiği görülür. ” (Ömer Torlak, Sosyal Bilimlerle İmtihanımız, Kadim Yayınları, sayfa 51)
Kendisine verilen ömrün sınırlı ve sonlu olduğuna her cenazede tanıklık eden insan, nasıl oluyor da sürekli olarak makam, para, siyasal güç ve güzellik peşinde koşabiliyor? Bunca tanıklığına rağmen, hiç ölmeyecekmiş gibi nasıl yaşayabiliyor? Ölümlü olduğunun bilincinde yaşayan insanı ölümsüzlük peşinde koşmaya iten nedir?
Öte yandan sosyal bilimciden beklenen siyasal iktidara yol göstermektir. Ancak çelişkili ve pragmatist davranışlarıyla kişiliğini örseleyen sosyal bilimcinin siyasete yön verecek basireti göstermesi imkansızdır. “Otorite veya iktidar için çok fazla anlam ifade etmeyen, kendi saygınlığını yok sayan, muhiti sadece iktidarla ilişkisinin kaynağı olarak gören bir sosyal bilimcinin profilinden karar vericilere yol gösterme ve rehberlik etme becerisi beklemek de yanlış olacaktır. ” (Ömer Torlak, Sosyal Bilimlerle İmtihanımız Kadim yayınları, sayfa 107)
Kaynak. farklibakıs.net