İslami kesim artık mazlumların, itilmişlerin, yalnızların, kendisine çare arayanların adına daha çok konuşmaya başlamalı ve dolayısıyla da sivil duruştan(asıl varoluş sebebinden) hareketle sivil olanı öncelemeli ve öncelikle bu toplumsallığı nasıl inşa edebilirim derdinde olmalıdır. Bunun nasıl'lığı üzerinde düşünürken; kendisini sivil duruştan koparacak, ayıracak, belki de ayartacak olan güç merkezlerinden beri kalmasını gerektiğine dair olan inancını, kararlığını yenilemelidir.
Müslüman sadece kendi varlığı üzerinde duran, kendini önceleyen, bencil duyguların esiriyle hareket eden, neme lazımcı ya da kendi derdine düşüp de "varsın dünya yansın" diyen bir imana ve vicdana sahip değildir. Ki o iman ve vicdandır asıl onu "Müslüman" kılan. Beşeri zaafiyetlerden kemale doğru yürüyüşün adı olan "Mü'min" olma şerefi; bir inşa sürecinde kazanılmaya çalışılan asli kimliğin adıdır. Bu kimliği ön plana çıkaran unsurlarda bizzat fıtrata işlendiği gibi, vahiy öğretisi de bu fıtrata atıf yaparak kişiyi bu sürece dahil etmenin çağrısıdır.
Öyle bir çağrı ki konjonktüre takılmadan, zamanın gerçekliğini aşan, siyasal ve politik çekişmeleri bertaraf eden, hizipçi anlayışları hiçe sayan, ötekileştirici-öteleyici dili kınayan, hak-hukuk-adalet vurgusuyla insanlığa umudu aşılayan, farklı olmayı suç saymayan, fikre-ilme-beyana önem veren, her türlü kutsama anlayışlarını baştan "La" ile yok sayan bir dini hayata amil-şamil-şahit kılan bir hayatın ifadesidir.
Şundan emin olmamız gerekir. Söz konusu hakikat ve onun özlü ifadesi "İslam" ise; insanlığın izzeti ve şerefi bulacağı yerde orasıdır. İslam; güzellik, iyilik, hayır, bereket, kurtuluş, rahmet vb. değerlerinin insan için yazılı ve sözlü ifadesidir. Bu ifade insan sözü olmadığı için şüpheye yol açacak bir durum da yoktur. Allah insana bu dünyada iken bir imani-ahlaki ve sorumluk ölçüsünde bir yaşam belirlemiş ve onun adına "İslam" demiş ve onaylamıştır. Bize düşen görev bu izzet ve şereften nasiplenmektir. Bu nasiplenmenin birincil önceliklerden biri ise insanlık için sivil duruşa dair insanlığın beklentilerini geleceğe taşımaktır.
İslami kesimin taraf olmaktan(ama ayrıcalıktan) dolayı sanki bazı yükümlülüklerden kendini muaf tutmaktadır. İnsan iman edince "tamam oldum" demeye yakın giden bu psikoloji bazı sorunları ya yok saymakta ya da küçümsemektedir. Lakin küçümsenen bu tabloda kendimizi "Mü'min" olarak bulmak ve tanımlamak epey güçleşmektedir. Tarihsel, kültürel, siyasal hafıza git gide dumura uğramaktadır. Yerel ve milli, parçacı, ideolojik yaklaşımların hareket tarzı itibariyle atıl kalması; bazen de hareket tarzımızdaki aceleciliğin bizi götürdüğü duraklar çoğu zaman güç ve iktidar sahası olmaktadır. Buda bizim topluma karşı olan sorumluğumuzun terkiyle beraber güç merkezinden (devletten-iktidardan) yana bir anlayışa evirmektedir.
Bu kayma bazı durumlarda ilerici bir hamle görülse de hak-hukuk-adaletten yana olması gereken bir bilincin kaybolmasına, toplumla kendi arasına mesafe katmasına, kendisine gelen eleştirileri yok saymasına ya da muhafazakarlık diliyle savuşturmasına, kendi içinde tutalı olmayan bir dizi söylemlerin ve eylemlerin içinde bulduğu trajedik bir sosyolojiyi üretmektedir. Devrimci-değişimci- yenileşmeci olması gereken bir anlayış; "hakem mi-hakim mi" tartışmasında hakim olma görevini üstlenmenin cazibesine kapılmış durumdadır. Bu durum davet-tebliğ ve inşa süreçlerinde diğer kesimlerle, insanlarla olan iletişim ve ilişkisinde ciddi gerilime sebep olmaktadır. Çünkü artık "Dil başka bir şey söylemekte, eylem başka bir şey söylemektedir."
Ama iman eden bizlerin bazı sorumluklarını ifa etmesi elzemdir. Allah'a kulluk bireysel kimliği inşa etme bilincidir. Bu her iman eden insan için öncelikli "kendi" sorumluluğundadır. Lakin doğayla ve diğer insanlarla ilişkilerimiz "toplumsal" sorumluluktur. Toplumsal olduğu için de o toplumda yaşayan her kesimi ilgilendiren bir süreci içerir-barındırır. Fikriyatını İslam'dan alanlara düşen görev; toplumun beklentileri, ihtiyaçlarını çağın vacibine göre doğru okuyarak anlamlandırmasıdır. Anlamak için dinlemek, konuşmak gerekmektedir. İslam'ın güçlü söz'ünü akla ve yüreğe taşırken, ahlaki sorumluluğun bir insanla nasıl hayata taşındığına dair güzellikleri de ortaya koymak gerekmektedir. Fikirsel, ortamsal, zeminsel ortak noktalara vurgular daha çok ön planda tutulmalıdır. Bazılarıyla kıbleniz şuan ayrı olabilir ama aynı çağrıya, ortak bir söze olan saygının ifadesi olan bir tek "Tanrı"ya olan inancınızı diri tutmanız gerekmektedir.
Bugün asıl olan önceliğin-paydanın zalimlere karşı, zulme karşı ortak bir bilincin inşasıdır. Bunu ancak sivil duruştan yana, halklara yönelik bir söylem ve hareketle yapabiliriz. Mazlumların -yoksulların, çaresizlerin, kimsesizlerin- hayatı yarım kalmış olanların yüreğindeki yangın sönmeden; umudu, adaleti tazelemeden o yüreklere ulaşmamız, o hayatlara dokunmamız, oraya misafir olmamız zor görünmektedir... İlk önce her türlü çürümüşlüğe karşı "La" süpürgesiyle temizleyelim. Görülecek ki ondan bir şey olmaz dediğimiz insanlarda ne yürekler varmış... Çünkü o yürek artık özgür olarak, kendi rızasıyla "iman" etmenin mutluğuyla hayata bakmaktadır. Ne mutlu onlara... Vesselam.