Asıl adı ?Pir Mehmed? olup namı es-Seyyid Pir Mehmed bin Çelebi´dir. 1520´de bugün Kosova´da bulunan Prizren yakınlarındaki Vılcıtrın adlı küçük bir köyde dünyaya geldi. Önce annesini ardından on dört yaşlarında babasını kaybeden Âşık Çelebi, yetim olmaktan dolayı çektiği sıkıntılarını gerek nesir, gerekse nazım olarak Dîvân´ında ve Meşâirü´ş-Şu´arâ´da dile getirir.
Âşık Çelebi, 941/1535´te henüz on beş yaşlarında iken Rumeli´den İstanbul´a geldi. Babasını kısa süre önce kaybetmesinin verdiği sıkıntıya rağmen tahsiline başlayan Âşık Çelebi, İstanbul´da devrin ünlü hocalarından ders alarak çok iyi bir eğitim gördü.
1541´de Bursa´ya geldi ve şair Sa´yî ile birlikte mahkeme kâtipliği yaptı. Ardından Emir Sultan vakıflarına mütevelli tayin edildi. İstanbul´a geri döndü. İstanbul mahkemesine kâtip tayin edildi. Âşık Çelebi bir ara Ebussuûd Efendi´nin fetva kâtipliğini de yaptı. Âşık Çelebi, Üsküp´te yakalandığı zatülcenp hastalığından kurtulamayarak 979/1572 Şabanı sonlarında vefat etti.
Meşâ´irü´ş-Şu´arâ adlı şairler tezkiresi Türk edebiyatında yazılmış en önemli biyografi kaynaklarından biridir. Eser, 976/1568 tarihinde tamamlanıp devrin sultanı II. Selim´e sunuldu. Tezkire, bir mukaddime ve şair biyografileri olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. Tezkire, bir mukaddime ve şair biyografileri olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. Eserin diğer şair tezkirelerine oranla oldukça hacimli olan mukaddimesinde şiire dair verilen ayrıntılı ve orijinal bilgileri türün diğer örneklerinde bulmak mümkün değildir. Girişte, sözden hareketle şiirin manası, iç ve dış unsurları, Araplarda ve Osmanlı´daki tarihî gelişimi başka kaynaklardan alınan bilgilerle, Arapça, Farsça şiirlerle, ayet, hadis ve kelamlarla desteklenerek anlatılır.
Şiirin tarihini Hazret-i Âdem´den başlatan Âşık Çelebi, şiirin manasını, kısımlarını, Aristo´nun şiir görüşünü, İslamiyet´te şiirin fonksiyonunu, Araplarda şiirin tarihi seyrini anlattıktan sonra devrine kadar tahta geçen on iki Osmanlı sultanından, bunların şiire olan ilgilerinden ve şair olanlarından bahseder. Bu arada da Osmanlı´da şiirin tarihî gelişimini özetler.
Tezkirenin metin kısmında I. Murad´dan itibaren eserin bitirildiği 976/1568 yılına kadar yaşayan 426 şair ele alınmış, özellikle müellifin dostu olan şairler samimi ve esprili bir dille, teferruatlı olarak tanıtılmıştır. Şair sayısı açısından Türk edebiyatında kaleme alınmış altıncı büyük şair tezkiresidir.
Aşık Çelebi, Osmanlı Türkçesi yanında Arapça ve Farsça´ya hakim olmasının avantajını da iyi kullanmıştır. Tezkiresinde Türkçe atasözü ve deyimler yanında Arapça, Farsça kelam-ı kibar, atasözü, deyim ve halk tabirlerini de başarılı bir şekilde anlatıma sokmuştur.
Eser, ihtiva ettiği dil malzemesiyle fonetik açıdan incelenmeye değer karakteristik özellikler taşır. XVI. yy. Anadolu Türkçesi metinlerinin arz ettiği genel yapıyı Meşâèirü´ş-şuèarâ´da da görmek mümkündür.
AHMED PAŞA: Veliyyü´d-dìn oğlı Ahmed Paşa´dur ki babası Sultan Mehemmed-i merhuma kazasker olmışdur.
Ol perì-peyker ki hayran bolmış ins ü can ana
Cümle Àlem mana hayran u min hayran ana
AHMED ÇELEBİ KEMÁL PAŞA-ZÁDE: Bu Ahmed, Kemal Paşazade dimekle maruf u meşhurdur ve şöhreti nur-ı şems gibi ğaym-ı hafadan şad merhale durdur.
Sanma gülgün oldı camem kanlu yaşumdan benüm
Nar-ı ışkun şulesi görindi taşumdan benüm
EDÁYÌ-İ ZAÌM: Hazìne katiblerinden ve ol zümrede kemal-i marifet sahiblerinden idi. Evvel Sultan Mustafa-yı merhumun şairlerinden ve zimmet-i himmetine deyn-i lazımü´l-eda olan hüsn-i nevaziş ü sitayişleri edasına mukarin olan mazhar-ı ihsan-ı vafirlerinden idi.
Ásman-ı hüsnün ey ebru hilali sen misin
Yohsa gözler görmedük bir tak-ı Alì sen misin
ESÌRÌ: Anatolı canibindendür. Tarìk-i ilm ve şaded-i tahsìlde iken feragat itmişdür. Dur u dıraz müddetler Kafiristanda esìr olup ol takrìb ile Esìrì tahallus idüp halaa buldukdan sonra Agrıboz kazasına tabi Kızılhisar nam kasabada tekaüd ihtiyar eylemişdür.
ÁSAFÌ: Erbab-ı bölük zümresinden kuloğullarından ehl-i işret ve esìr-i sohbet cevan idi. Şiirinde çaşnì-i ışk ve neşve-i suz olup ebyatı biribirine çespandı. Diyar-ı Haleb´de Àhìrete intikal itdi ve sal-i erbainde iken terk-i mah u sal itdi.
Kim didi kim hancerüne dostum düşmen sana
Kim durur bu yüzden anladan beni düşmen sana
EMÌRÌ: Naìbü´l-eşraf olan Seyyid Mahmud bin Ubeydu´llahdur. Mevlidi Burusa´dur.
Azı çoğı ömrün ancak ey gönül bir anımış
Pìr oldum ömrüme doydum diyen yalanımış
ENVERÌ: İstanbullı idi. Bitbazarı´nda Uzunçarşu ağzında olan dükkanlarda süzenger idi ve mürekkeb satar idi.
Gayra şerbet bana tìz-ab virürsün çekeyüm
Çekmedin katresin üstüme dökersem lekeyüm
ÁHÌ: Rumili´nde kaza-yı Niàbolı´dandur. Adı Hasan ve lakabı Benli Hasan ve mahlası Áhì´dür.
Gitdi gönül sana gele ey bì-vefa gele
Şayed ki isteyü seni gönlüm bana gele
BÁKÌ: Kadìmì İstanbulìdür. Emasil-i efazıl huzurında mukbil olan kavabilün makbulidür. Evvela danişmend ü danişverdür. Ve her gune ilm ü kemalden behreverdür.
Güller safada hurrem ü handan u şad-man
Bülbül belada bencileyin zar u bì-karar
PENÁHÌ: Nakkaş Şah kulı´dur. Sultan Bayezìd-i merhum zemanında diyar-ı Acem´den Tebrìz´den gelüp Sultan Ahmed-i merhum şeh-zade iken Amasiyye´de Àstanesine gelüp Sultan Selìm-i merhumun cülusından sonra İstanbul´a gelüp Sultan Süleyman-ı merhum devrinde nakkaşbaşı olmışdı.
Sìnemdeki cerahati ey eşk taze tut
Gül gibi sakla bir güzelün yadigarıdur