Papa XIII. Gregorius tarafından yaptırılan, ‘İsa’nın doğduğu yıl’ denilip o günü milat olarak alan, Dünya’nın güneş etrafındaki dönüş süresi olan 365 gün 6 saatlik zamanı ‘1 yıl’ olarak kabul eden, Miladi takvim ya da Gregoryen takvim olarak bilinen bir takvimi kullanıyoruz.
Türkiye’deki saat sistemi 26 Aralık 1925’te, ‘Günün 24 Saate Taksimine Dair Kanun’un mecliste görüşülüp kabul edilmesi ile değişti. Böylece Miladi takvim kabul edilmiş oldu. 1 Ocak 1926’dan itibaren de kullanılmaya başlandı.
Yani bugün, Miladi ya da Gregoryen olarak bilinen bir takvime göre ulaştığımız 2021 yılının son günü olmasından başka anlam ifade etmeyen bir günü geride bırakacağız.
Zamanın, ömrün akıp geçmesinin insanda nasıl çağrışım yapması gerektiği, imtihan bilinciyle hareket eden bir Müslüman için malumdur: Tefekkür, muhasebe ve özeleştiri…
“İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır. ….Cennet’i arzulayan hayırlı işlere koşsun. Cehennem ateşinden korkup çekinen, şehvani işlere uzak olsun….” diyen bir peygamberin bu bakışıyla hayatı, imkanları değerlendirmek, gençliği, ömrü büyük bir emanet olarak görmek, elindeki bir fidanı kıyametin kopuş anına bile denk gelse dikebilme hassasiyeti içerisinde bulunmak mü’minlerin zamanla ilişkisini özetlemektedir sanırım…
Bu bakışı şimdilik sadece hatırlatmış olayım ve asıl bahsetmek istediğim konuya geçeyim. Her sene yılın bu son günü ortaya çıkan uyarıcılarla ilgili yüreğimden geçenleri paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, ömrünü insanlığın hayrı ve iyiliği için adamış ihlaslı, duyarlı mü’minlerin iyiliği emredip kötülükten sakındırma çabalarını takdir ediyorum. Onlar birazdan yapacağım sitemin muhatabı değillerdir. Allah bu duyarlı öncüleri başımızdan, aramızdan eksik etmesin…
Ama kendilerini yılın bu son gününde eğlence yapmadıkları için kurtulmuş görüp, başkalarına acıyarak bakan bazı samimiyetsiz kesimlere karşı artık bende oluşan bıkkınlık halini de dile getirmemi lütfen mazur görün…
Kullandığımız Miladi Takvimin 364 günü o kadar çok yenen haklar var ki kör kalınan, o kadar çok işlenen cürümler var ki sessiz olunan, o kadar çok çalınan çırpılan var ki ilgisiz durulan, o kadar çok zulüm var ki tepkisiz kalınan, o kadar çok vahim sorumsuzluklar var ki çabaları, çalışmaları yıkan, darmadağın eden…
Yılın 364 günü işlenen her türlü şerre çıkar ve menfaat ilişkilerinden ötürü sessiz kalıp, ayrıca da kılıfına uydurarak yemedikleri halt kalmayanların, bu 365. Günde, yani 31 Aralık’ta birilerini kınama yarışına girmelerine karşı artık midem bulanıyor. İnanın bu sahte paylaşımları görünce yüreğim daralıyor.
Evet, insanımızın noel kutlaması, yılbaşı adı altında içki, fuhuş, kumar pisliklerine bulaşması, vaktini malayani seyirlerle heba etmesi hüzün vericidir. Elimizin altındakilere, gücümüzün yettiklerine uyarı ve hatırlatmalarda bulunulması tabi ki önemlidir.
Ama herkes bunu yapmadan önce, ‘kim ne kutluyor?’ dedektifliğini bırakıp, kendi ömründeki “31 Aralık’ların” tevbesini yaparak işe başlamalı değil midir?
Yılın üç yüz altmış beşinci günü birileri için bir günah ve azgınlık dönemiyse, buradan yola çıkarak;
Evet, taşlanan 31 Aralık kutlayıcılarından önce herkes kendi ‘31 Aralık’ günlerinin farkına varmalı ve kendi tevbesini yapmalıdır. Her anı Allah’ın rızası, hatırı gözetilerek yaşanacak bir hayata talip olunmalı, ikiyüzlü, riyakâr tavırlardan vazgeçilmelidir. Çünkü kendisi bir imtihan yeri olan yeryüzü sahnesinde bir muvahhide, bir mü’mine her daim tutarlı davranıp ilkeli hareket etmek yakışır.