Her yeni din dava başlangıçta çeşitli zorluklarla karşılaşır. Putperest Romalılara karşı İseviler nasıl aslanların kafeslerine atılıp vahşi hayvanlara yem oldularsa hükümdarların göz zevki için de gladyatörler arenada dövüşürken galip gelen mutlaka mağlup olanı öldür, öldür komutu altında öldürmeliydi aksi takdirde olay tersine döner yani mağluba eman veriliyorsa galip olan o zaman ölümü hakketmeliydi. Dolayısıyla muttaki İseviler şu şiarı destur edinmişlerdi. Karanlıkta dile getirmekten çekindiğiniz hakikat bir gün aydınlıkta işitilecektir.
İşte nazlana nazlana şartlarını minnet edercesine yerine getirmeye çalıştığımız İslam dini de öyle yan yatarak kolay bir şekilde bunca geniş coğrafyalara yayılmamıştır. Haşimoğluları, Abdulmüttalipoğulları şıbta ambargo altına alınmış onlarla her selam, kelam her türlü iletişim kesilmiş, aç açıkta bırakılmış, alışverişin her türlüsüne son verilmiş, kız alınıp, kız verilmemiştir. Peygamberin sırtına işkembe atılmış, yoluna dikenler konulmuş, memleketinden çıkarılmıştır. Dişi kırılmış. Amcasının ciğeri İslam’ın savaşında çiğnenmiş. Mübarek sancaktarı Hz. Muhammed sanılarak şehit edilmiş başına çekilince kefeni ayakları açıkta kalmış ayaklarını örtünce başı açıkta kalabilmiştir.
Bu söylediklerimiz belagat yaptığımızdan değildir. Anlayacağımız kuş tüyü koltuklarınızda arkanızı yaslanarak otururken ahkam kestiğiniz İslam dini öyle kolay kolay kazanılmamıştır. Erkam’ın evinde bir avuç Müslümanla gizli saklı başlayan bu din, bu dava kılıçların şimşek çakan gölgesinde kılıç dalaşıyla yürekler ağızda, keller koltukta kazanılmıştır.
21.yüzyılda İslam devleti bir ütopya gibi görünse de 1400 asır evvel bütün bunlar canlı kanlı hayatın birer gerçeğiydi. Ne demiş şair yağmur gülüşenimize sensiz baldıran düştü düşmanlık içimizde dostluklar yaban düştü. Yenilgi ilmek ilmek düğümlendi tarihe her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü.
Üzerimizden bir türlü atamadığımız ataletle yenilgi, yenilgi tarihin sayfasına güçsüz dermansız bitap düştük. Ultra demokratik 21. yüzyılda bizim olanın büyük bir insan hakları marifeteymiş gibi ucundun kıyısından bize bahşedildiğinde şaftımızla birlikte ağzımızın da suyu akıveriyor. Hemen oracıkta celladımıza aşık kesiliveriyoruz.
İşte bunlardan basit bir örnek çok ironik bir şekilde kadın hakları savunucuları, feministler, siyasetçiler, uluslararası kadın projeleri sözde olur olmaz her türlü kadın hakları üzerinden dem vurarak vesayet alırken örtbas edilen, Müslüman kadının en doğal hakkı iffeti, başörtüsü hala bir hak olarak kadın haklarının içinde anılmıyorsa, insan sormaz mı bu ne kahramanlık bu ne feministlik bu ne perhiz bu ne lahana, kelek turşusu diye.
Hala başörtülü bir bürokrat bir üst makam sahibini gördüğümüzde uzaya çıkmış gibi bir başarı elde ettiğimizi sanıyorsak demek ki hala 1400 asır evvelden çok çok daha gerilerdeyiz. Bu modern kültürün biz moderen Müslümanların gözünü boyadığı üsten su verilip de alttan kan kaybedercesine su kaybeden havuz formülüdür. Zaman zaman rastlıyoruz Avrupa da ya da Amerika’dan haberlerden ilk Müslüman vekil, ilk başörtülü hâkim, bilmem ilk Müslüman senatör vs. en son bir sosyal medya hesabında New jerseyde ilk başörtülü hâkim diye bir habere rastlamıştım. Büyük bir kazanım gibi seviniyoruz neymiş efendim Nadia Kehf adında Suriye kökenli bir avukat hanımefendi eyalet yüksek mahkemesine atanarak New Jersey’in ilk başörtülü hâkimi olarak göreve başlamış.
Ne güzel Kristof Kolomb Amerika’yı keşfederken bizim kadar sevinmemiştir zannımca. İyi güzel seviniyoruz fakat sanki bu Bayan Amerika’nın kanunlarıyla hükmetmeyecek de Allah’ın hükmü ile hükmedecek kadar kendimizi kaptırıyoruz. Zira üzerine el basıp yemin ettiği kutsal kitap Kur’an-ı Azimüşşan Allah’ın hükmü ile hükmetmeyi öneriyor.
Ki hafazanallah, Kuran Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenleri kafirlerin ta kendisidir diye meydan okuyor. (Maide,44) Biz, biz olalım haklarımızın peşinden koşarken dini mubini şekilci demokrasinin kurbanı etmeyelim.
Ama olsun hadi biz gene de olayları olumlayalım. Şirine görünelim mesela bizim olanı bizim değilmiş gibi hareket etmeye çalışalım. Bize verildiğinde ise havalara uçalım kendimizi kaybedelim belki bir aferin fazlasını alırız. Adamlar bizi uydularla, linklerle, kukla gibi havada oynatırken olsun biz gene kendimize çeki düzen verelim.
Mesela 1453’ü tartışmaya açalım. Ayasofya bizdense biz bizden değiliz diyelim. Ya da Ayasofya cami ise biz cemi cemaatten değiliz diyelim. Hâlbuki biz değil miydik yıllarca seccadelerimizi koltukların altında taşıyıp kar, kış demeden soğukta, ayazda abdest alarak sabahın nurunda Sultanahmet Ayasofya arsında dilek tutar gibi namaza niyaza durarak ey rabbimiz Ayasofya’nın zincirleri kırılsın diye dua eden.
Sahiden neydi bizim yaptığımız ibadet mi, dua mı, şov muydu? Yoksa din siyasetse alet edilebiliyor muydu da haberimiz mi yoktu. Ya milli ve dini duyguların suiistimaline ne demeli. Yoksa biz ibadet değil siyaset mi yapıyorduk. Siyaset mi şaşa, şamata istiyordu. Neymiş efendim bu şirine çıkışlar.
Yok efendim Ayasofya altı cami üstü müze olsa ne çıkarmış. Yani müze olmayınca ziyaret etmiyor muymuş bu ecanip turistler. Hem de bilet kuyruğuna girmeden Euro, dolar ödemeden beleşten bedavasından. Daha ne. Ha turistler Blue Mosque (mavi cami/ Sultan Ahmet) müze mi diye bayılıyorlar. İstersen içinde açık büfe de yapalım. Kim bilir belki o zaman reisi cumhurun günahını taşımak istemeyen asrın imamının bir siyasi partiden adaylığını koyduğu gibi Avrupa birliğinden hemen adaylığı kapabiliriz. Ne dersiniz, olur mu olur neden olmasın. Son dakika refleksi ile ohaaaa birisi Abdülhamit Han yoktur diyor madem yoktur neden o yok olan birisi birilerine bu kadar dokunuyor, rüyalarını kaçırıyor. Şimdiden ateistlik moduna bağlıyor. Ne diyelim Allah seni bildiği gibi yapsın diyelim, Allah akıl fikir versin meğerki boşa değilmiş bu serdengeçtilik bu serzeniş, bu marşlar, bu direniş. Onca mustazafın ağıtları ayyuka yükselmiş feryatları için vuralım gel ey Müslüman, tağutlara, tağutlara kahrolası şer putlara.
Hani nerede?
Gönüllerden kubbelere,
Kubbelerden gönüllere
Gürül gürül akan Kur’an sesleri?…
Kur’ân sesleri dindirilmiş,
Müslümanlar sindirilmiş!…
Allah, Muhammed,
Hülafâ-i Râşidinin Isimleri Kubbelerden yerlere indirilmiş!…
Fethin, Fâtih’in mâbedinden
Kitâb-ı Mübîn’i,
Bu ulu Dîni
Kaldıran kim?
Dînimize, Îmanımıza Saldıran kim?
Mâbedimin göğsüne uzanan
Nâmahrem eli,
Kimin elidir?!…
Söyle Ayasofya, söyle.
Seni puthane yapan hangi delidir?!…
Osman Yüksel SERDENGEÇTİ
Kaynak: Farklın Bakış