İsmail Hakkı Güleç

Tarih: 21.04.2024 20:33

SANALİZM

Facebook Twitter Linked-in

 

          Sanal; gerçek, doğal olmayan, dengesiz olan, suni, yapmacık, sahte vb. anlamlara gelen bir kelimedir... 

            Sanal; doğru, sahih, sağlam, sade, doğal, fıtri, doğal ve orijinal olanın zıttıdır... 

               Sanal düşünce; gerçeği yansıtmayan, hayali bir düşüncedir...  

          Sanal hayat; normalde yaşanmayan, ama hayal ve düşüncelerde tahayyül ve tasavvur edilen, gerçekçi olmayan bir hayattır... 

                    Sanal ilişki; sanal dostluk, sahte, göreceli, menfaate dayalı ve gerçekle bağ ve bağlantısı bulunmayan ilişkidir... 

                Sanal âlem; gerçekten, realiteden uzak, hayali, gerçeklerle örtüşmeyen bir âlemdir...

                 İnsanlık; teknoloji, bilim ve bilginin de artıp çoğalması ile birlikte, sanal ve sahte olana doğru hızla yol almakta, tüm yatırımını sanal ve sahte olana yapmaktadır...

             Çünkü sanal olan; daha cazip, daha kolay, bedel, emek, alın teri vb. Şeyleri istemeyen, tatsız, tuzsuz ve ruhsuz bir hayattır...             

              Artık, tüm dünya'da ilişki, görüşme, iletişim, ilgi, sevgi, muhabbet, dostluk, davranış ve dengeler sanal üzerine inşa edilmekte, adeta kartondan bir bina gibi, görünüş, görüntü ve de cazibesi yüksek, ama etkisi, yetkisi, tadı ve tuzu olmayan, sağlamlığı, dayanıklılığı, gerçekçiliği, geleceğe (ahiret)'e yönelik bir sözü ve söylemi olmayan, günübirlik, anlık bir hayat nizamı tercih edilmiş ve bütün ilişkiler bu çürük yapı üzerine bina edilmiştir... 

                 İnsanlar, doğadan, dengeden, fıtrattan koptukça sanal'a kaymakta, adeta insan kendi kıyametini kendi eliyle oluşturmaktadır... 

                İnsanların yaşayıp, mutlu olması, ileriye doğru huzurlu, mutlu, müreffeh bir toplum oluşturması, insan fıtratına uygun bir iklim, zemin ve atmosferde gerçekleşebilir...

               Yüce Rabbimiz (cc) yaratmış olduğu her şeyi, fıtrata uygun, doğal, dengeli ve faydalı bir şekilde yaratmıştır... 

              Ancak, insan bununla yetinmemiş ve sürekli ekini ve nesli bozmak, doğayı tahrif ve tahrip etmek ve de dengeyi bozmak için mücadele etmek de, adeta suyu yokuşa sürmektedir... 

              O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. O, senin huzurundan ayrılıp gittiği zaman, yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye koşar. (2/Bakara, 205)                 

              Yine insan, kendisine ikram edilen bu dünyayı yaşanılmaz hale getirmiştir... 

                  Bugün, tüm Dünya’daki insanlar, tek tip hale getirilmişlerdir... Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine, metropolünden,  şehrine, kasabasından köyüne kadar gerek erkek, gerekse kadın olsun, insanlar dünyayı işgal eden güçler tarafından tek tipleştirilmilerdir... 

                 Günümüzde İnsanlar, yemesinden içmesine, giyiminden kuşamına kadar, tüm duygu ve düşünceleri tek tip hale getirilmiş vaziyettedir... 

                Popüler kültür, insanlarda bulunan, yerel ve doğal olanı, inanç, düşünce, değer, örf, adet, gelenek, fikir, kültür, dostluk, ahbaplık, arkadaşlık, akrabalık, samimi ve sade olanı ki;  yüzyıllardır oluşmuş olan tüm örf, adet, anane, alışkanlık, gelenek, yaşam tarzı, kılık, kıyafet vb. Şeyleri terk ettirmiş, yerine kendisinin üretip ambalajladığı, reklamlarla cazip hale getirip insanlara vazgeçilmez kılıp, algı ve reklamlarla pazarladığı, bu şekilde insanları köleleştirip bir tüketim toplumu haline getirmiş ve insanlığı mutsuz, umutsuz, ruhsuz, huzursuz ve de duygusuz bir hale getirmiştir... 

                Bugün insanlar, doğal, dengeli, saf, sade ve fıtrata uygun bir yaşantı yerine, tümüyle sahte ve sanal bir âlemde yaşamaktadırlar...

                Yine İnsanlar, tüm ilişkilerini bu sanal (sahte) âleme göre dizayn etmiştir... 

                  Sanalizm; sorumsuzluk, soytarılık ve sorun demektir...

                 Sanalizm; hak ve hakikate, doğru ve fıtri olandan yüz çevirmek demektir... 

                 Sanalizm; yüreksizlik, ruhsuzluk, duygusuzluk ve duyarsızlık demektir...

                  Sanalizm; bireysellik, bencillik, benlik, egoistlik, neme lazımcılık, vurdumduymazlık ve umursamazlık demektir... 

                 Sanalizm; reel, fıtri,  gerçek ve doğru olana karşı olmak demektir...

               Sanalizm; insanlığa karşı kör, sağır ve dilsiz olmak demektir... 

                Sanalizm; insanı insan yapan, en temel değerleri ki, her türlü tarih, kültür, eğitim, duygu, düşünce, inanç, idrak ve şuurdan uzaklaşmak demektir... 

               Sanalizm; sorumsuzluk, duygusuzluk demektir... 

                Günümüzde tüm evlilikler, boşanmalar, sevgiler, algılar, almalar, vermeler hülasa tüm ilişkiler sanallık üzerine bina edilmiştir... 

                Sanalizmde, insanların yiyip, içip, giydiği, tükettiği, gördüğü, göremediği, düşündüğü her şey sanal bir vaziyettedir... 

                 İnsanlar, istese de istemese de, bu sanal kıskacına takılmakta, girdabında boğulmakta, karanlığın ortasında kalmakta ve bir türlü sanallaşmaktan, sahtelikten, sathilikten ve sanalizmden yakasını kurtaramamak da, normale dönememek de, fıtratına uygun bir kimlik ve kişilik oluşturamamaktadırlar... 

                  Dünya'ya egemen olan ceberut güçler, kendilerine göre sanal ve sahte bir dünya oluşturarak, toplumları yönetip köleleştirmekte ve onları sömürmektedirler... 

                 Sanalizm; tüm samimiyet, dostluk, akrabalık, arkadaşlık, ahbaplık, kardeşlik, hasbilik ve de harbilik gibi tüm insani haslet ve meziyetleri yıkıp, yok etmiş ve ortadan kaldırmıştır... 

              İnsanlar, bir birine her konuda rahmet, merhamet, şefkat, ilgi, alaka, sevgi, saygı, özveri, dostluk, arkadaşlık ve kardeşlik göstermesi gerekirken, bunun aksine birbirine düşman, rakip, birbirinin kurdu olmuşlardır...                  Sanalizm sayesinde, artık tüm insani ve İslami değerler, yaşam tarzı, güzel hasletler dumura uğrayıp, yok olmuş, yitirilmiş ve kaybedilmiş durumdadır... 

              Sanalizm sayesinde güven, itminan, ihlas ortadan kalkmış, yerine güvensizlik, sevgisizlik, huzursuzluk ve mutsuzluk ortamı oluşmuştur... 

                  İnsanlar, diz dize göz göze, el ele bir yaşam yerine, ekrandan, uzaktan, soyut ve sahte bir ilişki yöntemini tercih etmişlerdir... 

              İletişim, bilgi ve teknoloji arttıkça, doğallık, samimiyet kaybolmuş, yerini sahtelik, samimiyetsizlik, dengesizlik, bunalım, umutsuzluk, karamsarlık kaos ve karanlıklar almıştır...

                 Özellikle, yeni yetişen nesil, doğayla, fıtrat'la ve toprakla olan ilgi ve iletişimini kesmiş, her şeyi sanal ve sanalizm üzerinden tarif etmeye ve yaşamaya çalışmaktadır... 

               Sanalizmde hayat, bir gerçeklik ve sınav olmaktan çıkarılmış, haz ve hız yarışı, zevkin heva'nın, nefsin esiri haline gelmiştir...

               Sanalist gençlik, geçmişle olan tüm ilgi, sevgi bağ ve bağlantılarını koparmış, köksüz, ruhsuz, duygusuz ve sorumsuz bir hale gelmiştir... 

                Günümüzde, tarihte olduğu gibi, tağuti güçler, öncelikle gençleri ve tüm toplumu ifsat etmek, yoldan çıkarmak, birtakım hayal ve hallisaniyonlarla ve de illüzyonist yöntemlerle saptırmışlardır...

              Tarihte, Firavun'un yaptığı gibi, toplumun gözünü boyamak, gerçek misyon, vizyon, görev ve sorumluluklarını yok sayarak, onları hem ahlaki, insani, irfani ve İslami noktalarda saptırmak, yoldan çıkarmak ve de ebedi hüsrana uğratmak için büyük çaba harcamaktadırlar...

               “Kesinlikle biz de onun benzeri bir büyü ile sana geleceğiz. Bizimle senin aranda, bir buluşma yeri ve zamanı belirle. Ne biz ne de sen (sözümüzden) dönelim. (Belirlediğin mekân) hepimize eşit mesafede/düzlük bir alan olsun.” (20/Tâhâ Suresi, 58)

                   Sanalist insan, bencil bir insandır... 

 

                    Sanalist insan; hiçbir bedel ödemeyen, mücadele etmeyen, düşünmeyen, araştırmayan, alın teri dökmeyen, kısa yoldan zengin olmanın hayallerini kuran ki, bu uğurda hiçbir ilke, inanç, kriter ve değer tanımayan, sorumsuz ve sorunlu insandır... 

                      Sanalist (narsist) insan; maddeci, menfaatçi, şekle önem veren, kemiyeti öne çıkaran, hiçbir hususta Hak hukuk Hudut tanımayan, tek değer ve ilke olarak kendi çıkar ve menfaatini gözeten, başka insanların yaşam haklarına saygı duymayan, kaba, katı, çirkin ve kırıcı insandır... 

                Yine, kendisi dışındaki insanların, acılarından kendisine mutluluk çıkaran, vicdanı, yüreği, merhameti, ahlak ve adaleti olmayan, boş basit ve kof insandır...          

               Sanalist toplum ise, üretmeyen, düşünmeyen, araştırmayan, okumayan, insanı merkeze almayan, köksüz, çorak, çözümsüz ve çölleşmiş bir toplumdur... 

                Çözüm; tüm sanal ve sahte propagandalara alet olmadan, samimi bir şekilde insanın özüne, köküne, kimliğine, kişiliğine, fıtratına dönmesi, tabiat'la ve tüm diğer canlılarla iç içe, doğal ve dengeli bir hayat yaşamasıdır... 

              Çözüm; insanlar tüm kendisine kurtarıcı olarak gösterilen, bu sahte, sanal ip, kulp ve çözümlerden uzaklaşarak, gerçek çare ve çözümün tutunacak dal ve kulpun Allah'ın dini ve kitabı olduğunu (Kur'an) görecek, ondan başka hiçbir dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve dinine, davasına sımsıkı sarılacak, ilke ve prensipleri, duygu ve düşünceleri sağlam ileriye dönük olarak hak hukuk ve adalet mücadelesine kendini adamış bir insan ancak makbul, mutlu, muteber ve de muhterem insan olabilir... 

              Dinde zorlama yoktur. Rüşd/Hak, batıldan (kesin bir biçimde) ayrılmıştır. Her kim (reddetmek, tekfir etmek, teberrî etmek suretiyle) tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulp (olan Kelime-i Tevhid’e) tutunmuş (ve İslam dinine girmiş) olur. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Âlim’dir.

(2/Bakara, 256) İslam’ın kopmaz kulpu Kelime-i Tevhid’dir.

           Kişinin Kelime-i Tevhid’in ehlinden olması ve söylediği Lailaheillallah’ın kendisine fayda sağlaması için iki şart zikredilmiştir: Tağutu inkâr ve Allah’a (cc) iman.

            Tağut, Kur’âni bir kavram olup Kur’ân’da sekiz farklı ayette geçmektedir. İslam’ın en önemli kavramlarından olan tağutu reddetmek, tüm peygamberlerin ortak gündemidir. (bk. 16/Nahl, 36)

           Kur’ân’a göre tağut:

           Kur’ân’ın ölçüleri dışında ölçüler koyarak insanları vahyin aydınlığından küfrün karanlıklarına götüren geleneksel, dinî ya da siyasi bilgi kaynağı (2/Bakara, 257)

               Putlaştırılan, uğruna yaşanıp ölünen, dostluk ve düşmanlığın kendisine göre belirlendiği, meşruiyetini Allah’tan almayan değerler ve takip edilen yollar (4/Nisâ, 76)

               Allah’ın yasalarına muhalif kanun yapan ve insanları buna davet eden şahıslar ve kurumlar ile bunların koyduğu yasalar (4/Nisâ, 60).

              Allah’ın dışında ibadet edilen, Allah gibi sevilen, korkulan, gönülden itaat edilen canlı cansız varlıklar (39/Zümer, 17).

               Allah’a iman edip, tağutları reddetmeyen her insan tağuta iman etmiş, ona kul olmuş ve Allah’ı inkâr etmiştir. (bk. 4/Nisâ, 51; 5/Maide, 60) 

                 İnsanın, her zaman yiyip içtiğine dikkat etmesi gerekir... Şayet bir insan ya da toplumda, bir bozulma varsa, fıtrattan uzaklaşma söz konusu ise bu insanın ağzından girene dikkat etmesi gerekir... 

                Çünkü Yüce Rabbimiz; Kur’an-ı Kerim'de önce ekini ve nesli bozdular buyuruyor... 

               Ekin bozulunca,(sanallaşma) onu yiyen insanlar bozuluyor, bu bozulma önce yavaş yavaş, sonra da hızla tüm toplum katmanlarına yayılıyor... 

                Bozulan, özellik, nitelik, kalite ve köklerinden koparılan insan ve toplumlar ise, sevgi, dostluk, kardeşlik, paylaşıma, özveri, diğergamlık, hasbilik ve harbilik gibi hasletleri bünyelerinde barındıramıyorlar, hasta bir toplum haline geliyorlar...

                 İnsanı insana yaklaştıracak, kardeş, dost kılacak, insana değer verecek yeni bir usul, üslup ve metot geliştirmek tek çözümdür... 

                   İnsanı bozan, fıtratından uzaklaştıran, tüm sanal ve sahteliklerden kurtarıp, koruyup, kollayarak O'nun yeniden Rabbi ile ve Rabb'inin çizmiş olduğu sınır ve standartlara uygun bir insan olmasını mutlaka sağlamalıyız... 

                 Bu da vahiyle, vahyin gölgesinde, vahyin etrafında, vahyi bir öğreti, edep ve adap ile mümkündür...

                  Kitab'a (Kur'an) sımsıkı sarılarak, her türlü kötülük, karanlık, kaos, kargaşa, sanal ve sahte duygu, düşünce, fikir, inanç, anlayış ve de yaşantılardan ancak Kitab'a sımsıkı sarılarak, kitabın öğüt öğreti ve emirlerini yerine getirerek ve de helal ve temiz rızıklardan beslenerek kurtulabiliriz... SELAM VE DUA İLE...

gulec2312 @gmail.com 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —