“Siz ey imana ermiş olanlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı ki, Allah’a karşı olan sorumluluğunuzun bilincine varasınız.” (Bakara-183)
“Kim yalan söylemeyi ve yalan ile amel etmeyi bırakmazsa, Allah(c.c) o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına hiç kıymet vermez, iltifat etmez”
Muhammed (sav).
İslam; varlık, insan ve bilgi anlayışı bakımından diğer din ve ideolojilerden ayrılan, kendine özgün düşünce ve inanç sistemi olan en üstün dindir. İbadet, insanın toplumsal yaşamda ve Allah’a karşı olan davranışlarının ve sorumluluklarının meşru sınırlarını belirleyen ölçütlerdir. Mümin kimsenin ibadetlerinin anlam ve amacı, dinin genel felsefesi açısından ele alındığında, daha da anlamlı hale gelir. İslam, varlıklar içinde özel bir konuma sahip olan insanı, iki farklı sorumlulukla karşı karşıya bırakır. Bunlardan ilki kişinin dikey olarak Allah’a karşı olan ibadetleridir. İkincisi ise yatay olarak insan ilişkilerinde ortaya çıkan diğer insanlara karşı olan ödev ve sorumluluklardır. İnsanın dikey olarak Allah’a yatay olarak da insan ilişkilerinde referansı aynı kaynak olduğu için, her ibadetin ikili bir anlam taşıyacağı açıktır.
İbadetlerin toplumsal boyutu genellikle ihmal edilir. Ramazan orucu bu noktada en güzel örnek olacak ibadetlerden biridir. Çünkü orucun hem Allah’a hem de diğer insanlara karşı sorumluluklarını hatırlatan bir özelliği vardır. Nitekim Kuran-ı Kerim’de bu gerçek açık bir biçimde bellidir. “Ramazan ayı öyle bir aydır ki: insanlara doğru yolu gösteren hidayeti ve hakkı batıldan ayırmayı açıklayan Kur’an bu ayda indirildi.” (Bakara-185)
Tek başına Kur’an ile ramazan ayı arasındaki bağlantı bile, orucun yüce değerini anlatmaya ve onun Allah katında çok özel bir ibadet olduğunu belirlemeye yeterlidir. Bu anlamda ramazan ayında okunan ve özümsenen kutsal metnin, hayatın anlamını kavrama ve Allah’a kulluğun bilincine varılması bakımından daha özel bir anlamı olması tabii karşılanmalıdır. Çünkü ramazan Kuran’ı en güzel anlamayı gerektiren ortamı insana açan kutsal bir aydır.
Oruç, Allah ile insan arasındaki en doğrudan ve en özel ibadetlerin başında gelir. Oruç, dünyevi hiçbir menfaat hırs ve çıkar gözetmeden doğrudan Allah’a yönelmektir. Bu süreçte bağlayıcı olan sadece Allah’ın rızasıdır. Mümin hiçbir baskı ve zorlama olmaksızın kendi iradesiyle, her türlü dünyevi isteğe nefsini kapatır; böylece varlığın ve bilginin asıl sırrını kavramaya dönük zihinsel bir çabaya girer. Dünyaya uzaklaştıkça, dünya ile arasına mesafe koydukça Allah’a yaklaşır. Bilir ki, sonunda Allah rızası olamayan hiçbir eylemin değeri yoktur.
Ramazanda insan, Allah rızası dışında hiçbir sahici değer kazanmayacağının bilincine varır. Kanuni olarak kazandığı, üzerinde her türlü tasarrufa hakkı olduğu malını yemeyerek fakirlerle eşitlenir. Böylece neden fakir ve yoksullar arasında dini öğretinin bu kadar çabuk yayıldığının şuuruna varır. O, Allah’a kulluğunu yerine getirirken, Allah ona bireysel, siyasal ve sosyal sorumluluklarını hatırlatır. Artık oruçlu birey için servet, statü, üstünlük duygusu, bencillik ve dünya sevgisinin hiçbir anlamı yoktur. Bütün bu değerler sahici değerler değil, sahici değerlere ulaşmak için araç olduğu hatırlanır. Sahici olan ramazanda tutulan oruçla kazanılan değer ve prestijdir. Oruç bize, yaptığımız davranışların Allah önüne taşıdığı anlamı ve önemi hatırlatır.
Varlık karşısındaki tavrımızın ne olması gerektiği konusunda oruç bize ölümsüz dersler verir. Oruçlu anlar ki, yediği ve tükettiğiyle değil, verdiği sevindirdiği, paylaştığı ile değer kazanır. Zira ramazan rahmet, bereket ve eşitlenme ayıdır. Herkes vermeli, paylaşmalı, kardeşliğe ve dostluğa çağrı yapan bu yolda çaba harcayan bir asker olmalı. Nereye kadar? Gücü neye yeterse; maddi yardıma, yoksulu doyurmaya, garibi sevindirmeye… Hiçbir şey yoksa insanlara güler yüz göstermeye kutlu bir çağrıdır ramazan. Zira iyiliğin, yardımlaşmanın kardeşliğin ve paylaşmanın yöneldiği yüksek ahlaki amaç bakımından, Allah’a kulluğun dışında dünyevi bir karşılığı yoktur.
Maddi hayat gelip geçici, insanı Allah’a bağlayan değerler kalıcıdır. İnsan, oruçla birlikte yediği ve tükettiği ile değil, verdiği ile sevindirdiğiyle, paylaştığı ile değer kazanacağını şuuruna erişir.
Elinde olanın yoksunluğunu hissetmek insanı, çöpten ekmek toplayarak geçinmek zorunda olanlarla eşitler. Sosyal tabakalara arasındaki farklılıkların insanlık değeri açısından önemsiz olduğunda farkına varıldığı aydır ramazan. Nihayetinde insanın Allah’a ve diğer insanlara karşı olan tavrının netleşmesine yardımcı olur.
Hazreti peygamberin buyurduğu gibi “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları affedilir.” Affın bu kadar geniş ve doğrudan olanı var mıdır? Oruç sadece kişinin rabbine dönüp ibadetini ona adamasıyla anlam kazanabilir ve dolaysız affın imkânına erişir. Bu durum dünyevi menfaatler için dinin araçsallaştırılmasını anlamsız kılar.
Oruç ayı geldiğinde müminler arınmak için inanılmaz bir fırsat kazanır. Zira hazreti Peygamber “Ramazan girdiğinde cennet kapıları, bir rivayette rahmet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.” müjdesini veriyor. Kendi şeytanımıza teslim olup, toplumsal sorumluluklarımızı unutarak açılan rahmet kapılarını kendi ellerimizle kapamayalım.
İnsan ne kadar günah işlerse işlesin teorik anlamda tövbe ederek arınması mümkündür. Zira “bin aydan daha hayırlı olan” Kadir Gecesi, ramazanın rahmeti ile buluşur. “kim Kadir Gecesi’ne inanarak ve sevabını Allah’tan umarak ihya ederse, geçmiş günahları af edilir” buyuruyor rahmet Peygamberi. Toplumsal ve bireysel günahlarımızdan kurtulmak için yaptığımız ibadetin bilincine varalım. Rahmet Peygamberinin çağrılarına kulaklarımızı tıkamayalım ve kendimizi karanlığa mahkûm etmeyelim.
Hz. Peygamber, sürekli olarak bize oruç tutmanın sadece aç kalmak olmadığı hatırlatıp, uyarıyor. “Oruç bir kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu bir gün olursa o gün kötü söz söylemesin, kötü iş işlemesin ve şamata çıkarmasın. Şayet kendisine birsi söver yahut kavga ederse, “ben oruçlu bir kimseyim” desin. Oruç tutmanın yükümlülüğünü bütün benliğimizde hissedelim ve nefsimize uyup küçük anlaşmazlıkların tarafı olmayalım. Sosyal ilişkilerimizi tekrar gözden geçirerek, iyi bir Müslüman olmanın sorumluluğunu kuşanalım.
Birey olarak müminin sorumlu olduğu bütün ibadetlerin zahir ve batın yanları vardır. Unutmamak gerekir ki, zahir yön bir ibadetin fıkhı kurallarını tanımlar, batın yön ise ibadetin iç anlamıyla ilgilidir.
Sufi gelenek bu anlamda orucu kademelere ayırır.
1- Avamın orucu; temel özelliği insanın yemek ve içmekten kesilmesidir. Bu düzeyde tutulan bir orucu yemek, içmek ve cinsi ilişkide bulunmak bozar.
2- Havasın (seçkinlerin) orucu ki, temel özelliği el, göz ağız gibi organlarında kötülükten arınmasıdır.
Bundan dolayı irfan ehli yalan söylemenin, gıybet etmenin, kovuculuk yapmanın, yalan yere yemin etmenin, şehvet ile bakmanın orucu bozacağını söylerler.
3- Bir de havasul havasın(en seçkinlerin) orucu vardır ki, onlar kalplerinden bir kötülük geçtiğinde bile oruçlarının bozulduğuna inanırlar. (bkz. İhya, İmam Gazali, Oruç bölümü)
Oruç ibadetinin sağlıklı olması için fıkıhla ilgili kurallara uymanın yanı sıra, ahlaki ve irfani boyutunu da gözden uzak tutmamak gerekir.
Hind alt kıtasının en önemli âlimlerinden olan Şah Veliyullah Dihlevi, “Hüccetullahi’l Baliğa” adlı eserinde orucun kemali hakkında şu bilgileri veriyor. “Bil ki orucun kemali ancak iki şeyin varlığına bağlıdır.
Allah, bütün müminleri fakirlerin olmadığı zengin sofralarından, gösterişçi dindarlıktan, irfani derinlikten yoksun ibadetten, aç ve susuz kalmakla birlikte ramazanın bereketinden yararlanamayan nasipsiz kimseler olmaktan korusun. Ramazan sosyal ve kültürel anlamda gerçekten ramazan olarak yaşansın. Allah bizleri yaratılışın bize yüklediği sorumlulukların bilincine erdirsin. Böylece her türlü kötülüğü yok edip sahih bir kalp ile Allah’a yönelen insan için artık değer verilecek tek şey Allah’ın rızası olsun. Bu aşamada ibadetin en değerli olanına başvurulur ki, o da insanın yaratıcı ile baş başa bırakan duadır. “Ey Rabbimiz unuttuk yahut yanıldıysak bizi sorguya çekme. Ey Rabbimiz bizden evvelkilere yüklediğin gibi üstümüze ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz takat getiremeyeceğimizi bize taşıtma. Bizden sil, bağışla, bizi yarlığa, bizi esirge. Sen Mevlamızsın bizim. Kâfirler güruhuna karşı bize yardım et.” (Bakara-286)
Kaynak: Farklı Bakış