Yaşamakta olduğumuz modern zamanların bir ismi de “Performans Çağı’dır, dersek acaba abartı yapmış olur muyuz?
Performans kuramı o kadar güçlü bir şekilde hayatımıza girdi ki, adeta insanın değeri insanlığı ile değil, performansı ile ölçülür oldu…
İnsanoğlunun tüm erdemi, keremi, şerefi, değeri, kalitesi, niteliği geldi “performansına bağlandı…
Performansın düşükse yok hükmündesin. Onur, itibar, saygınlık birden siliniverir… Profan yaşamların tek hedefi yüksek performans…
Performans dersleri, seansları, terapileri, takviye edici reçeteler… Artı tüm telkinler, tavsiyeler, tanımlar, ödeveler, eforlar bu amaca yönelik…
Performansın düşmesi insanın tükenişi olarak tanımlandı… Vahşi kapitalizm tüm araçları bunun için kullanıyor… Bundan dolayı sömürgeci sistemlerin performansı oldukça yüksek… Bu algıyı profesyonelce pazarlıyorlar…
Fark etmiyor; eğitim dünyası, üretim ve tüketim zeminleri, akademik süreçler, siyasal yaşamlar, ekonomik durumlar, sanat, sanal, spor, cinsellik alanları her zaman ve her yerde geçer akçe performans gücü… Olmazsa olmaz kural…
Neymiş? Rasyonalite bunu gerektiriyor… Popüler yaşamın vazgeçilmezi… Seküler hayatın kaçınılmaz sonucu… Ve insanımız kendini paralıyor bir tık daha yüksek performans için…
İçinde erdem, ahlak, adalet, merhamet, vicdan, insaf barındırmayan, tam aksine her türlü kin, kıskançlık, bencillik, cimrilik, çekememezlik, paylaşmamak, gücü ve başarıyı yüceltmek virüslerini taşıyan bir virüsten bahsediyorum…
Performansı oldukça yüksek muhterisler, mağrurlar, mütekebbirler piyasaya hâkim…
Şimdi sormak gerekmiyor mu?
Acaba yüksek performans, güçlü motivasyon hangi güzelliklerimizi yok etti? Hangi erdemlerimizi katletti? Vicdanen rahat mıyız?
Birilerinin sevinci bir diğerinin ıstırabı olacaksa bunu normal görebilir miyiz?
Evet, ne dersiniz?
Yüksek performans mı, yüce değerler mi?
Acaba performansın helal-haram sınırları var mıdır? Adalete ihtiyaç duyar mı? İnsaniyetten nasibi nedir?
İşin gerçeği, performans kavramını yeterince sorgulamadık… Egemen kültürün kuşatmasına teslim olduk…
Sonuçta performans kavramına bir kutsiyet yüklendi, kutsal bir forma büründü… Hayatın akışını artık Batı kültüründen ithal bu kavramlar belirliyor… Bizden istenen ise sorgulamadan bu yarışın parçası ve pazarı olmak…
Yeni dogmalarla karşı karşıyayız…
Her şeyin rakamlarla, fiziki verilerle ortaya konulmasına iman edildiğinden, sürecin dışında kalmak sanki yaşamın sonu olarak algılanıyor…
Bilimsel metinler, düşünsel tezler, akademik makaleler hepsi performans için…
Uzmanlar, üstatlar, ustalar, dâhiler, bilim dünyasının en büyük derdi performansa katkı… Göstergeler, karneler, veriler, istatistiki sonuçlar bu amaca yönelik…
Bu Anafor içinde insanoğlunun çabası ‘’en’’lerden olabilmek… En başarılı, en mutlu, en büyük, en önde…
‘’EN’’leşmenin arkasında ise ‘’ene’’lerin yarışı var…
‘’IQ’’sü güçlü, ‘’EGO’’su yüksek nesiller geliyor… Herkesi rakip gören, ötekini ekarte eden, rant, reyting, rekabet ve rövanş piyasasında sınır tanımayan kuşaklar geleceğimizi tehdit ediyor…
İlahi öğreti ötelenince insanın diğer yüzü ortaya çıkıveriyor… Bencil ve bozguncu boyutu…
‘’Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır…’’ (Hucurat, 13) buyuruyor Yüce Rabbimiz…
Takva, tevazu, tevekkül, teslimiyet yaşamımızdan çekildikçe tanınmaz hale geliyoruz…
Beşeri ihtiras, iktidar, intikam, imtiyaz arzusu gözlerimizi bürüyor…
Evet, performansı tetikleyen hırslarımızı görmemezlikten gelebilir miyiz?
Son olarak sormak isterim; performans, insanları işe heveslendirmek midir yoksa hırslandırmak mıdır?
Kaynak: Milat Gazetesi