İlim ehli olmayan veya konunun âlimi olmayan kimselerin İslam ile ilgili ortaya koydukları sonuçlar, verdikleri fetvalar; tam bir katliam örneğidir. Hani “ayağa düştü” denilir ya. İşte sahipsiz ilim yani fıkıh ya da din ayağa düştü. Düşürdüler. Kimler? Cahiller. Az akıllılar. Din tacirleri. Sorumsuzlar. Hainler. Misyonerler.
Hiç bir kanun, tüzük ve yönerge anayasaya aykırı çıkarılamaz. Yine hiçbir anayasa toplumu göz ardı ederek yok sayarak kanunlara kaynaklık edemez. İnsan psikolojisi, sosyolojisi, tarih, kültür, dil hatta coğrafya dikkate alınarak; sorumluluk duygusu yüksek kimseler tarafından yasalar yapılır ve içtihatlarda bulunulur.
Düne kadar Yahudiler, Hristiyanlar, sekülerler tarafından İslam’a karşı bir savaş yürütülürdü. Kur’an’ın Allah’ın kitabı olmadığı, Hz. Peygamberin rol model olmayıp postacı konumunda olduğu, hadislere güvenilemeyeceği, sahabeler sıradan insanlar olduğu, mezheplerin dinde olmadığı gibi saldırılar yapılırdı. Ama bunlara karşı okusun ya da okumasın tüm Müslümanlar karşı koyar: Kendi mahallelerinde salyangoz sattırmazlardı.
Şimdilerde ise böyle değil. Akademik ünvanlı, yazar patentli veya ilahiyatçı kimlikli birçok insan; dünkü İslam düşmanlarının iddia ettiklerinin bir fazlasını da söyleyerek İslam’ave Müslüman topluma saldırmaktadırlar. Bu hal batılıların saldırısından daha tehlikeli çünkü “sapı bizden.”
Önce imamlara saldırdılar ve itibarsızlaştırdılar. Sonra müftülere saldırdılar gözden düşürdüler. Sonra Diyanet İşleri Başkanına ve Din işleri Yüksek Kuruluna saldırdılar etkisiz hale getirdiler. Sonra müçtehitlere saldırdılar onlarda bizim gibi adam dedilerâlimsiz bıraktılar. Sonra dinde mezhep yok dediler okulsuz bıraktılar. Sonra İslamfıkhına yöneldiler Emevi fıkhı deyip şüphe saçtılar. Sonra sahabeye yönelip onları tartışmaya açarak dini bize getiren kaynağı güvensiz hale getirdiler. Sonra Allah’ın peygamberine yönelerek senin helal haram koyma yetkin yok sende bizim gibi bir insansın. Bir görevin vardı vahyi ayet getirmek. O da bitti seninde örnek olma rolün yok dediler. Ve sıra Kurana geldi. Seni aracısız yani peygambersiz, sahabesiz ve müçtehitsiz en iyi biz anlarız dediler. Otopsiye tabi tuttular. Sonra bu Allah’ın ayetleri olmaz dediler. Deist oldular. Ve emekli bir tanrı anlayışına sahip oldular.
Ve dini yani İslam’ı ayağa düşürdüler. Bir duvar ustasının yaptığını tartışamayanlar, bir doktorun önünde el pençe divan duranlar. Bir yargıcın karşısında esas duruşta bulunanlar, nefislerinin isteklerine sinek dahi kondurmayanlar; konu İslam, din, peygamber, sünnet, mezhep olunca alleme kesilmekteler. İslami bir kaideyi öldürmek adam öldürmeye benzemez. Bir adamın ölümü kendisi ve ailesi ile sınırlıdır. Ama İslami bir kaidenin inancın güvenin öldürülmesi, Müslüman toplumu ve kıyamete kadar geleceklerin öldürülmesidir.
“Kuran bize yeter” Kur’an’dan başka kitap okunmamalı diyerek hadisleri, sahabeyi ve müçtehitleri yok sayanlar. Ciltler dolusu tefsir kitabı yazdılar. İnancı, fıkhı ve hukuku anlatan onlarca kitap yazdılar. Hz. Peygamberin, sahabenin ve alimlerin önderliğini yol göstericiliğini kabul etmeyenler; şehir şehir dolaşarak konferans vererek kendilerini dinlemeye çağırdılar. Zımmen peygamberin değilse bile sahabeden ve müçtehit imamlardan rol çaldılar.
Bir arkadaş ortamında otururken “İslam’daoruçkefareti yoktur. İddiası var. Bu konu nasıl?” diye soruldu. Bu soru masummuş gibi durmakta ama öyle değil. 4 mezhebe göre ramazan orucunu zorunluluk olmadığı halde kasten bozan kimseye 61 gün oruç tutma kefareti gerektiğine ittifak etmişlerdir. Kefaret yoktur diyenler öncelikle bu âlimleri ve mezhepleri itibarsızlaştırmaktalar. Mezhep imamlarının verdikleri hükümlerin/fetvaların ayet ve hadis kaynaklı olmadığını iddia etmiş olmaktadırlar. İlim ve alim yetimi yığınlar oluşturarak şeytan ve dostlarının saldırılarına açık hale getirmektediler.
Hâlbuki “Bütün müçtehitler, Ramazan günü oruçlu iken bilerek ve isteyerek cinsel ilişkide bulunmanın, hem kaza hem de kefâreti gerektireceği konusunda görüş birliği içindedirler82. Fakat bir şey yiyip içmenin kefâreti gerektirip gerektirmediği konusu ise mezhepler arasında tartışmalıdır.
Evzaî, Şâfii, Ahmed b. Hanbel ve zâhirîlere göre, oruç kefâreti konusunda delil olarak EbûHureyre ve Hz. Aişe'ninrivâyet ettiği hadîslerdekefârete sebep olarak "cinsel ilişki” zikredilmiştir. Kefâretler naslarla belirlenen ve kıyasa mahal olmayan cezalar olduğu için sadece cinsel ilişkide kefâret gerekir. Bu âlimler hükmün illetini "Ramazanda cinsel ilişki” olarak görmelerinden dolayı, onlara göre bunun dışında yeme, içme veya bir başka yolla Ramazan orucunu bozan kimseye kefâret gerekmez[1]. Kefâret cinsel ilişki ile bozulan oruçiçin belirlenmiş, kıyasa aylan bir hükümdür ve bu hüküm başkası için makîsun aleyh olamaz[2] sonucuna varmışlardır.
Hanefi ve Mâlikîlere göre, Ramazan orucunun özürsüz olarak bir şey yemek veya içmekle bozulması durumunda da kefâret gerekir[3]. Onlar, orucun bilerek ve isteyerek bozulmuş olmasını, Ramazan orucuna gösterilmesi gereken saygının ihlali ve kefâretin gerekmesi için yeterli görürler[4][5][6]. Bazı rivâyetlerde orucun bozulma şeklinden söz edilmeksizin "Adamın biri Ramazanda orucunu bozmuştu "87 şeklinde mutlak ifadenin kullanılması, Hz. Ali'nin "Kefâret yeme, içme ve cinsel ilişkiden dolayıdır ”88 sözü bu görüşü destekleyen delillerdir. Özellikle Hanefiler, "Bedevî hadisinde, mücmel olarak verilen bilgi diğer rivâyetlerlemüfesser hale gelir. Kefâret, oruç bozma ile meydana gelen günahların ortadan kaldırılması için aklen ve şer'an zorunludur. Biz bu hükme illetlendirme veya kıyasla değil bizzat naslarla ulaşıyoruz89, çünkü kefâret, miktarı nasla belirlenmiş [7]müeyyidelerden başka şeye kıyasla tespiti mümkün değildir.”
Sonuç olarak orucun kefareti vardır. Ve dayandığı nokta hadisi şeriflerdir. Bir çok konuda olduğu gibi orucun kefareti yoktur iddiasında bulunanların meselesi kefaret değil Hz. Peygamberin (sav) ve alimlerin dindeki rolünün yok sayılmasıdır.