Tarihi çok eski zamanlara giden engin bir coğrafya Orta Asya. Birçok kabileye, kavme ve medeniyete ev sahipliği yapan zengin bir tarihi içerisinde barındıran bir konuma sahip. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar ve daha birçok devlet ve hanlığa vatan olan Orta Asya zamanla çeşitli sebeplerden dolayı el değiştirmiştir. Kimi zaman Çin istilası, kimi zaman salgın hastalıklar, kimi zamanda farklı bir vatan arama macerasından dolayı göçlere maruz kalmıştır. Geniş bozkırların hakim olduğu bu coğrafya kat'i suretle hiçbir zaman boş bırakılmamıştır. Tarihin sıfır noktasını eğer Ortadoğu olarak belirtmek gerekirse Orta Asya’nın da ikinci noktası olduğunu söyleyebiliriz. Bugün Avrupa’yı şekillendiren ve daha sonra Amerika kıtasına uzanan insan popülasyonu hiç şüphesiz Orta Asya tandanslı bir gelişmedir.Türk tarih tezinde böyle zengin bir coğrafyanın aslında terk edilerek farklı beldelere yaşanan göçlerin ana sebebinin zengin otlak arayışı ve kurak geçen yılların fazla olmasından kaynaklandığı şeklinde bir tarih doktrini ortaya atılmaktadır. Halbuki Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’a göre Orta Asya yeşilliklerin bol olduğu, suların şırıl şırıl aktığı ve Mâverâünnehir’in zenginliklerini getirdiği bulunmaz bir belde olarak tasvir edilmektedir. Bende birkaç yıl önce Orta Asya’ya yaptığım bir gezi sırasında Togan’ın haklı olduğuna gözlerim ile şahit oldum.
Zengin bir coğrafyada yaşamanın hiç şüphesiz bir bedeli bulunmaktadır. Osmanlı devletinin farklı coğrafyalarda varlık gösterdiği yıllarda Orta Asya’da çeşitli devletler hüküm sürmüştür. Hiç şüphesiz bunlar içinde en fazla tarihe damga vuran devletler Moğollar ve ardından uzun yıllar hakimiyet sahasını genişleten Çarlık Rusya’sı olmuştur. Orta Asya’daki hakimiyet ilerleyen yıllarda SSCB’ye geçmiş. Burayı Ruslar için cazip kılan ana sebep ise yer altı kaynaklarının bolca bulunması ve komünizmi güneye kadar yayma planından ileri gelmektedir. Ne yazık ki Osmanlı ve daha sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti birçok soydaşının bulunduğu Orta Asya’ya kendi iç problemlerinden dolayı yeteri kadar önem gösterememiştir. Yalnız bir dönem Turancılık fikri ile hareket eden bazı aydın ve düşünürler olmuştur. Bu fikir pratiğe dökülemediği için Orta Asya’da Rus hakimiyetini engellemekten çok uzak kalınmıştır. Orta Asya’daki milletlerin dili, hayat tarzı ve devlet nizamı uzun yıllar Rus hakimiyeti sebebiyle değişmiştir. Ruslaşmış bir Orta Asya varlığı ilerleyen yıllarda Amerika için bir tehdit unsuru haline gelmiştir. Çünkü Amerika ikinci dünya ülkelerinde varlık gösteren komünizmi kendi kapitalist ideolojisi açısından en büyük tehlikelerden biri olarak görmektedir. Tabii bu tehdidin bertaraf edilmesi için Amerika Jimmy Carter tarafından ortaya atılan yeşil kuşak projesini devreye sokmuştur. Proje kapsamında Türkiye dahil Afganistan ve Pakistan gibi ülkeler başta olmak üzere bir çok devlet ile komünizmin engellenmesi için yakın bir şekilde çalışmalar yürütülmüştür. Bu çalışmalar sırasında CIA birçok illegal örgüt eliyle faaliyet yürüttüğü ve bu faaliyetleri finanse edebilmek için ise uyuşturucu üretimini Pakistan ve Afganistan’da serbest bıraktığını biliyoruz. SSCB’nin dağılması ve soğuk savaşın bitmesi ile beraber Orta Asya’da Amerika için farklı bir durum ortaya çıktı. Zengin yeraltı kaynaklarının varlığı ile beraber Rusların Orta Asya’dan çekilmesi Amerika’nın buraya kanca atmasına sebep oldu. Kendi eli ile kurduğu örgütleri(Taliban, El Kaide…) bitirme bahanesi ile Afganistan’ı işgal etti. Başta toryum, uranyum ve uyuşturucu maddelerin kontrolü Amerika’ya geçti. Yerel halk uzun yıllar direnerek Amerika’yı Vietnam’dan sonra ikinci bir hezimetin yaşandığı sona doğru sürükledi. Amerika’da cumhuriyetçilerin iktidarında işgal edilen yerler birer enkaz ve kaosa sürüklenen beldeler haline getirildi. Obama döneminde Irak’tan çekilen Amerika, Biden döneminde Afganistan’dan çekilme kararı aldı. Daha çekime başlamadan otorite boşluğunun yarattığı sorunlar yavaş yavaş ayyuka çıkmaya başladı. Aşiret ve kabilelerin fazlaca yer aldığı Afganistan’da devlet nizamı ve düzenin hakim olduğunu söylemek çok güçtür. Ülkenin geniş sınırları içerisinde devletin varlık gösteremediği beldeler bulunmaktadır. Hal böyle olunca yerel halk kendi imkanları ile güvenliklerini sağlamaktadır. Uzun yıllar CIA tarafından örgütlenen, eğitilen ve silahlanırılan Taliban ise elindeki bu avantajla birlikte hem yerel halka hem de devlete (Kabil) karşı ciddi bir askeri güç oluşturmaktadır. Otorite boşluğunun varlığı farklı ülkelerin ağzını hiç şüphesiz sulandırmaktadır. Özellikle Çin gibi ülkelerin artan hammadde talepleri dolayısı ile Afganistan’da sessiz ve derinden hareket ederek varlık göstereceği birçok teorisyen tarafından ifade edilmektedir. Türkiye ise uzun yıllar boş bıraktığı Orta Asya’da kendi soydaşları ve dindaşları için yeni bir fırsatın meydana geldiğini fark etmeli. Her türlü farklılıkların bir kenara bırakılarak adil bir düzenin tesisi Türkiye’nin lehine olacak bir hadisedir. Yok değilse Afgan mültecilerin kendi sınırlarımızda acı bir ölüm ile yüzleşeceği günlerin daha fazla olacağı inancındayım. Sovyetler’in ve Amerika’nın enkaza çevirdiği Afganistan ve diğer birçok Asya ülkesinde Türkiye’nin varlığını arttırarak kendi için ileride oluşabilecek ekonomik yükü ve insanlık dramını bir nebzede olsa azaltacağını unutmamak gerek. Başta Çin olmak üzere, İngiltere, İsrail ve Almanya’nın Orta Asya özelinde birçok kolonyalist hayalini gerçekleştirdiğine ilerleyen zamanlarda şahit olacağız. Şuan için Afganistan’da yaşanan süreçte kartların yeniden dizildiği ve köşelerin kapılmaya çalışıldığını görüyoruz. Türkiye, Orta Asya’da var olma iradesini kararlı bir şekilde ortaya koymak için diplomatik çözüm yolları üretmeli.