Kadem Kadın Araştırmaları Dergisi cilt: 9 sayı: 2 Dicle Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Esra Aslan Turan tarafından
“Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali’nde Toplumsal Cinsiyet” (Gender in the
Great Islamic Catechism by Ömer Nasuhi Bilmen) başlıklı bir makale yayımlandı.
Makale olumlu ya da olumsuz tepkilere neden oldu. Makale hakkında çıkan tepkileri
okumaya çalıştım. Bizim mahallede bazıları “hadsizlik” olarak değerlendirdi. Yazar
birçok iddia ve tespitlerde bulunuyor. Doğruların onaylanması ve yanlışların
düzeltilmesi ahlaki bir sorumluluktur.
Makale üzerine herkes bulunduğu yerden bir şeyler söylemektedir. Ancak
sorumluluk içeren yaklaşımlar önemlidir. Esra Aslan’ın alanı Din Sosyolojisi. Alanı
yani sosyoloji üzerine elbette söz söyleme ve yargı hakkına sahiptir. Ama aynı hakka
semavi bir din olan İslam Dini inanç, ibadet, hukuk ve doğurduğu sonuçları hakkında
sahip olması düşünülemez. Esra Aslanın bu sınırı aştığını İslam’ın dinin kaynakları
üzerine söz söyleme ve yargıda bulunma yetkisini kendisinde verdiği görülmektedir.
Sosyolojinin disiplinini insan oluşturmaktadır. Ve küresel anlamda her
toplumun/ulusun sosyolojisi ve anlayışı farklıdır. Yani sosyoloji semavi değildir. Ama
İslam semavidir. Elbette kültür ayrı din ayrıdır. Tarih boyunca az ya da çok kültürün
dinselleştirildiğine tanık olunmuştur. Bu hali kabul etmek mümkün değildir. Ama dinin
sosyoloji masasına yatırılarak otopsi yapılmasına da izin verilmemelidir.
Esra Aslan’ın toplumsal cinsiyet sorgulaması üzerinden nicel olarak ele aldığı
Ömer Nasuhi Bilmen ve İlmihali üzerinde durmak lazımdır. Öncelikle Ömer Nasuhi
Bilmen ilmiyle amil bir din alimidir. Kopyala yapıştır hocalardan değildir. Yaşadığı
dönem değerlendirildiğinde o zorlu dönemlerde savrulmayan hakikatin yanında
durmayı başarabilen ulemadan alim bir şahsiyettir. İslami usul ve anlayışı bidat ve
hurafelerden uzak; kaynaklara sıkı sıkıya bağlı ve ödün vermeyen bir şahsiyettir.
Ömer Nasuhi Bilmen’in biyografisine bakılacak olursa; Fatih dersiâmlarından
Tokatlı Şâkir Efendi’den icâzet aldı. Ayrıca Ders Vekâleti’nce açılan imtihanı
kazanarak dersiâmlık şehâdetnâmesi/diploması aldı. Bu arada okumakta olduğu
Medresetü’l-kudât’ı (Şer'î mahkemelere hâkim yetiştirmek üzere şeyhülislâmlığa bağlı
olarak kurulan hukuk medresesi) da bitirdi. Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilen, Türkçe
ile birlikte üç dilde şiir yazabilen Ömer Nasuhi Bilmen bir ara Fransız ’caya da merak
sarmış ve bu dili de tercüme yapacak kadar öğrenmiştir. Bilmen, Eylül 1912’de
Beyazıt dersiâmı olarak göreve başladı. Sonra ki yıl Fetvâhâne-i Âlî müsevvid (fetva
kurumu görevlisi) mülazımlığına tayin edildi. Bir yıl sonra başmülâzımlığa terfi edip
Hey’et-i Te’lîfiyye üyesi oldu. Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi kısm-ı âlî fıkıh
müderrisliğine, Nisan 1917’de Mahkeme-i Temyîz Şer‘iyye Dairesi terekeye müteallik
İ‘lâmât telhîs mümeyyizliğine nakledildiyse de tekrar Hey’et-i Te’lîfiyye üyeliğine
getirildi. 1922 yılında Meclis-i Tedkīkāt-ı Şer‘iyye (şer'î mahkemeler tarafından
verilmiş olan kararların temyiz incelemesi) üyeliğine nakledildi ve aynı yıl bu dairenin
kaldırılması üzerine dersiâmlığa (Medreselerde öğrencilere, camilerde halka açık
ders verme yetkisine sahip müderris için kullanılan unvan, medresede ders veren
yüksek rütbeli hoca) devam etti. Sahn Medresesi (din dersleri ihtisası yapılan
medrese ) kelâm müderrisi oldu; fakat bu medrese de bir yıl sonra kapatıldı. İstanbul
Müftülüğü müsevvidliğine (hukuki belge hazırlama görevi), 16 Haziran 1943’te de
İstanbul müftülüğüne getirildi. 30 Haziran 1960 tarihinde Diyanet İşleri başkanlığına
tayin edildi ve henüz bir yılını doldurmadan 6 Nisan 1961’de emekliye ayrıldı.
Uzun memuriyet hayatı boyunca öğretmenlik hizmetinde de bulunan Ömer
Nasuhi Bilmen, Dârüşşafaka Lisesi’nde yirmi yıla yakın bir süre ahlâk ve yurttaşlık
dersleri okuttu. İstanbul İmam-Hatip Okulu’nda ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nde usûl-i
fıkıh ve kelâm dersleri verdi. Hayatının sonuna kadar ilmî çalışmalarını sürdürdü ve
sekiz ciltlik tefsirini emekli olduktan sonra yazdı. Aslında Diyanet İşleri
başkanlığından on ay gibi çok kısa bir süre içinde ayrılmasının gerçek sebebi, o
günkü yönetimin Türkçe ezan ve benzeri konularda Ömer Nasuhi Bilmen’i kendi
politik amaçlarına alet etmeye kalkışmasıdır. Zira Bilmen de selefleri gibi dinî
meseleler söz konusu olunca asla taviz vermeyen bir yapıya sahipti. Nitekim 1960’lı
yıllarda dinde reform imajını Türkiye’nin gündeminde tutmak için büyük çaba
gösteren çevrelere karşı, “Bozulmayan bir dinde reform mu olur” diyor ve İslâm’ın
ortaya koyduğu iman, ahlâk ve hukuk ilkelerinin orijinalliğini, evrenselliğini kendinden
beklenen liyakat ve cesaretle savunuyordu.
Ömer Nasuhi Bilmen alim/bilgin/münevver ve yaşadığı dönemi çok iyi okuyan,
sosyolojisini bilen bir kişidir. Yayımladığı eserlere bakıldığında bunu görmemek
mümkün değildir. Onlardan bazıları; İslam Hukukunda Manevi Zararların Tazmini,
Kuran-ı Kerim'den Dersler ve Öğütler, Büyük İslâm İlmihâli, Hukuku İslamiye ve
Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu, Tefsir Tarihi, Kur'an-ı Kerîm'in Tefsîri ve Türkçe Me'âl-i
Âlîsi, Muvazzah İlmi Kelam, Beş yüz Hadisi Şerif. Telif ettiği eserlerden anlaşıldığı
gibi Bilmen; akaid, hukuk, metodoloji, tefsir, hadis, mantık, sosyoloji, tarih, yöneticilik,
ontoloji gibi ilimlere sahip; münevver bilim adamı/din adamıdır.
Fıkhı, içtihadı, fetvaları, davranışları, düşünceleri, yönetim anlayışı ve
görüşleri; İslami kaynaklara (Kur’an, sünnet, icma ve kıyasa) sıkı sıkıya bağlıdır.
Temelsiz, mesnetsiz ve korkak bir tasavvuru ve yaşamı olamamıştır. Dolayısıyla
fıkhı, içtihadı ve fetvaları güvenilirdir.
Esra Aslan Turan bir sosyolog yani bir fakih/İslam hukuk uzmanı, müfessir ve
muhaddis değil. Teolog değil. Dolayısıyla teoloji alnında yargıda bulunması,
yanlışlaması ve onaylaması doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü Esra hanımın alanı;
Sosyal bilimler, toplumsal bilimler veya toplum bilimleri; insanın muhatabı olan her
şey ile ilişkisini araştıran, olayları incelerken merkeze insanı ve insanların
oluşturduğu toplumu koyan akademik disiplinlerdir. Özelde ise din sosyolojisi alanıdır;
toplumsal yapı, kurum ve süreçler arasındaki karşılıklı ilişkilerini, grupları dini inanç,
ibadet ve uygulamaları bunların zamanla hangi toplumsal şartlar altında nasıl ve ne
yönde değiştiğini inceleyen bir disiplindir.
Sosyoloğun görevi “verileri analiz etmek ve sonuçlar çıkarmak, veri toplamak,
problemleri tanımlamak, ilerlemeyi değerlendirmek ve değişim ihtiyacını belirlemek
için grup etkileşimlerini ve rol ilişkilerini gözlemlemektir.” Sosyoloji alanı gereği yargı
makamı değildir. Sosyologda yargıç değildir. Fakih hiç değildir. Teolog değildir. Dini
kaynakları (Kur’an, Sünnet; İcma, Kıyas ve sonuçları) olumlama veya
olumsuzlaştırma yetisine sahip değildir.
Ancak söz konusu makalede Esra Aslan Turan Bilmenin ilmihali üzerinden
İslam’ın hükümlerini yargılamakta, itibarsızlaştırmada ve dinin sosyoloji disiplinine
aykırı hükümler yaşadığını iddia etmektedir. Semavi din İslam Allah’tan beslenir.
Sosyolojinin yapıcıları ise insandır. İnsan ve yeteneklerinin yaratıcısı Allah’tır. İnsanın
davranışları mı dine uygun olmalı yoksa din insan ve davranışlarına mı uygun
olmalıdır? Hümanist felsefe ikincisini söyler. Semavi din İslam ise sosyal hayata
müdahale etmek için gelmiştir. Bir ilahiyatçı olarak Esra Turan’ı anlamak zor. Zihinsel
bir işgalle karşı karşıya kaldığı izlenimini vermektedir. Ya da oryantalist beslenme.
Makalesine konu yaptığı Ömer Nasuhi Bilmen’in “Bozulmayan bir dinde reform mu
olur” sözüne karşılık dinde reform mu istiyor? Esra Aslan. Ama satır aralarında
dolaşırken bu isteği görmek mümkündür. Aynı zamanda makale yazarının
referansları da sorunludur. Müslüman olmayan veya Faslı Doktor Asma Lamrabet
gibi feminist kimselerdir. Toplumsal cinsiyet adına sözlerine bakılacak olursa:
“Hiçbir din başlangıçtaki saf halinde kalmaz, her zaman toplumların maddi
koşullarından kaynaklanan birtakım unsurlarca değişime uğratılır.”
“Namaz Kitabı’nda “İmamlık ve Cemaat” başlığı altında imamlık şartları içinde erkek
olmak da sayılmıştır.”
“Müellif aynı başlık altında, cemaat içindeki kadınların erkeklerin önünde durması
halinde erkeklerin namazının bozulacağını; erkeklerin arasında üç kadın bulunması
halinde hem sağ ve sol yanlarındaki birer erkeğin hem de arka taraflarındaki her
saftan üç erkeğin namazının bozulacağını ifade ediyor. Erkeklerin namazlarını bu
şekilde bozan, huzurlarını kaçıran kadınların bundan dolayı günahkâr olacağı ve Hak
Teâlâ'nın azabına layık olacakları…”
“Hac Kitabı’nda haccın şartları bahsinde hac için en az 18 saatlik yolculukta
bulunması gereken bir kadının yanında kocası veya sonsuza dek mahremi olan bir
erkek bulunması gerektiği, yanında bu şekilde akıllı ve baliğ biri bulunmayacak bir
kadının haccetmesinin farz olmadığı ifade ediliyor. Ancak kendisine hac farz olan bir
kadını yanında böyle bir mahremi bulunduğu halde hacca gitmekten kocasının
menedemeyeceği, çünkü böyle bir vazifeyi yerine getirmenin kocasının hakkından
önce geleceği.”
“Kadınlar ve erkekler evlilikle ilgili konularda da farklı ölçütlere göre
değerlendiriliyorlar. Bir Müslüman erkek ehl-i kitap olan bir Yahudi veya Hristiyan
kadını nikâhlayabilse de Müslüman bir kadının hiçbir gayrimüslimle evlenemeyeceği,
bunun dinen kesin bir şekilde haram kılındığı, böyle bir durumun İslam şerefine, İslam
menfaatine ve Müslüman kadının kişisel kurtuluşuna ve mutluluğuna aykırı olduğu.”
“Özellikle de kadınlara benzememenin erkekliği devam ettirme şartlarından biri
olduğunun dinî anlayış tarafından da içselleştirildiğini gösteren bir örnek olarak
okunabilir.”
Esra Aslan Turan şunun farkında olsa gerek ki ilmihal kitaplarına; Ayet ve hadisler
kaynaklık eder. Ayet ve hadislerin bizzat ya da içtihada tabi tutulması sonucu; bilgi ve
hükümler içeren kitaplardır ilmihaller. Örf, adet, gelenek ve yazarın keyfi
düşüncelerinden oluşmamaktadır. İlmihal bir okumaya/eleştiriye tabi tutulacaksa
fakih, müfessir ve muhaddisler tarafından yapılmalıdır. Sosyolojik eksenli din
tanımları/kabulleri çok kötü sonuçları beraberinde getirebilir.
Ehli tarafından yazılan ilmihallerde; ortada halledilmesi gereken bir mesele
bulunmamaktadır. Gerek Kur’an-ı Kerim, gerek Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in
hadis-i şerifleri gerekse sahabeden başlamak üzere müçtehit imamların görüşleri
ortadadır.
Eğer din sosyolojiye uydurulacak olursa; Lut kavminin de sosyolojisi vardı. Lut
Peygamberin getirdiği ilkeler kavminin sosyolojisine uymuyordu. Mekke’nin de bir
sosyolojisi vardı Peygamberimizin getirdiği ilkelerde, Ebu Cehil’ in ve Mekke’nin
sosyolojisine uymuyordu.
"Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu, gelir de Adl-i İlahi sorar Ömer’den onu,"
toplumsal cinsiyet “izm”lerin ve toplumların sorunu olabilir ama İslam’ın ve onun
bağlılarının değil.