Dün, mahalle arası bir düğünde, “Oldum Mevlana Gibi” adlı ilahi çalıyordu. Tam o sırada düğündeki bir grup genç, birine kızıp hiddetlendi. Olay büyümeye başlayınca adam arabasına binip uzaklaştı. Konuşmalardan anladığım kadarıyla, gençlerden birinin arabasına, diğer arabalar sıkıştırınca, arabası ile biraz dokunmuş.
Sorsalar çabuk sinirlenip, hemen siniri geçen pamuk gibi insanlarızdır. Sorunumuz şu ki dilimiz ayrı, elimiz ayrı havadan çalıyor. Dilimiz hoşgörü türküleri, ilahileri, şarkıları söylerken elimiz ise havada tokadı indirecek yer arıyor.
Nedir bu sinirlerimizin bir anda galeyana gelip, ufak bir kıvılcımla parlamasının sebebi? Öfkemizi dışa vurmadan önce, on saniye kadar bekleyip değer mi değmez mi diye bir düşünsek.
Birçok kişiden duymuşumdur, “ben hemen öfkelenirim ama çabuk geçer” diye, yani aslında iyi insanım diyor belki iyidir bilmiyorum ama anlık öfkelerle kırılan kalplerin mezarlığı olsa sınırı bence uçsuz bucaksız olurdu. Öfkenin dizginini baştan sıkı tutmakla asıl erdemi göstermiş olmaz mı insan? Madem ki çabuk geçecek öfken, bunu bildiğin halde neden ipini kopartıp salıyorsun öfkeni?
Sinirlendikleri kişiyi yakalayamayan gençler az sonra hem düğüne hem de olaydan önceki hallerine geri döndüler. Keyifleri çok geçmeden yerine geldi. O an ellerine geçse çok tatsız bir hadiseye sebep olacak kişi gençler sakinleşince ortaya çıksa eminim mesele tatlıya bağlanırdı.
Hoşgörü timsali Mevlana’nın adının geçtiği o güzel ilahi çaldığı sırada bunların yaşanması acı bir ironi oldu.
İlahide geçen şu sözler ile konuyu şimdilik kapatmak istiyorum.
“Yüceldim döne döne.
Umudum hep o güne.
Giderken o düğüne,
Gülsem Mevlâna gibi.”