“İngiliz arşivlerinde çalıştım.
Gizli tutulmasını söylediler. Gördüm ki, tarih bizim bildiğimiz gibi değil.”
Prof. Dr. Hasan Köni.
Tarih boyunca insanlığın karşılaştığı çoğu tarihsel, toplumsal ve siyasal olgu göründüğü gibi değildir. Çünkü her yeni değişim, kendini meşrulaştıracak, eskisinden farklı bir tarih anlatısına ihtiyaç duyar. İçinde yaşadığımız ülkede sosyalist veya dini bir devrim olsaydı tarihin çok daha başka türlü yazılacağı açıktır. Aynı durum yakın tarihte yaşadığımız bir darbe kalkışması olan FETÖ tecrübesi için de fazlasıyla geçerlidir. Tarihsel anlamda bir sosyal olayın değerlendirmesi bir anlamda sonuçlarıyla ilgilidir. Eğer FETÖ ile bir takım askerlerin işbirliği ile ortaya konan darbe girişimi başarışı olsaydı, Türkiye’deki resmi algı şimdikinden çok farklı olacaktı. Tarih başarılı olanların, kazananların egemenliği altında şekilleniyor ve buna paralel olarak yazılıyor. Resmi tarih anlatılarına karşı, farklı ve alternatif anlatıların ortaya çıkmasının nedeni, olayların resmi tarihin anlattığı gibi olmadığı tezidir.
Öte yandan resmi tarih anlatıları sorunlu olduğu gibi, buna karşı ortaya çıkan anlatılar da sorunlu olabilir. Bu noktada devreye ideolojik tarih anlatıları girmektedir. Kuşkusuz, her ideolojinin tarih anlatısı ve olayları değerlendirmesi farklıdır. Bundan dolayı bir sosyalistin, bir İslamcının bir Kemalistin, bir liberalin tarih anlatısı birbirlerinden farklıdır.
Kuşku yok ki, insanlık tarihinin son iki yüzyılı “ulus devlet” çağıdır. Ulus devletlerin üzerine oturdukları felsefi bir zemin vardır. Bu zeminin felsefi düşüncesi milliyetçiliktir. Dolayısıyla ulus devletlerin tarih anlatışının kökeninde milliyetçilik düşüncesi vardır.
Öte yandan ulus devletlerin kendilerine özgü inşa ettikleri ulusal tarihleri söz konusudur. Tarih anlayışı ulusal değerler etrafında anlam kazanmaktadır. Milliyetçi tarih anlayışının parametreleri vatan, millet, tarih, kültür ve dildir. Bu anlamda milliyetçilik dinin toplum anlayışına karşı farklı değerleri önceleyen bir paradigmaya sahiptir. Bu tarihsel paradigmanın gerçekliği sadece paradigmanın değişimine bağlıdır. Paradigma değişince hakikat algısı da köklü bir değişime uğrar. Olaylar aynı olmasına karşın, anlamları büyük bir değişime uğrar ve yeniden tanımlanır. Bugün İslam dünyası milliyetçilik temelinde örgütlenen ulus devletlerin ortaya çıkardığı sorunlarla uğraşmaktadır. İslam ülkeleri, milliyetçiliğim öne çıkardığı milli çıkarlar doğrultusunda hareket ettikleri için Gazze konusunda etkili bir düşünce ve eylem gerçekleştiremiyorlar. Daha doğrusu atacakları adımların milli çıkarlara ne kadar uygun düşeceği, belirleyici bir referans olmaktadır. Milli çıkarlar çoğu kez diğer ülkelerle çatıştığı için, ortak hareket etme imkanını da önemli ölçüde ortadan kaldırmaktadır. İsrail, bu bölünmüşlükten yararlanarak, dünyanın emperyalist güçlerinin de desteğini alarak, insanlık dışı katliamlarına devam ediyor.
Türkiye dahil Batı dışı modernleşme serüvenini yaşamış ülkelerde resmi tarih diye nitelenen tanımlama, çok büyük ölçüde, inşa edilen ideolojik tarih anlatısıyla ilgilidir. Bu anlatınım gerçekliği değil, toplum açısından işlevselliği ön plandadır. Ulus devletler kurulduğundan itibaren, kendilerine, ulusal değerleri öne çıkarak yeni bir tarihsel anlatı icat ederler. Bundan dolayı, bir ulus devlet tecrübesi yaşayan Türkiye’de birbirinden çok farklı, hatta birbirine zıt tarih anlatıları vardır. Her anlatımın birbirinden farklı kahramanları ve hainleri vardır. Kuşkusuz Cumhuriyet tarihi de bundan istisna değildir. Cumhuriyet modernleşmesi de kendi ütopyasına uygun, kahramanları ve hainleri olan, bir tarih anlatısı inşa etmiştir. Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu ” adlı romanında, İttihatçıların içinde yer alan Kara Kemal, şöyle bir ifade kullanır: “tarihin benzerini görmediği bir kurtlar boğuşmasına giriştik ve yenildik. Çünkü Kemal Tahir’e göre “kurtlukta düşeni yemek kanundur” Ancak düşenlerin izini sürenler resmi anlatıya karşı, farklı bir tarih anlatısının ortaya çıkmasına neden oluyorlar. Çünkü her hikayenin farklı bir anlatımı mutlaka vardır.
Öyle görülüyor ki, Türkiye toplumu, din, tarih ve kültür anlayışı bakımından bölünmüştür. Bu durumun en önemli nedeni, toplumsal yapıyı oluşturan her kesimin farklı din, tarih ve toplum anlayışının olmasıdır. Bu toplumsal kesimler hakikati kendi tekelinde gördüğü için epistemik çoğulculuk fikrine yabancılar. Bundan dolayı, Türkiye siyasetinde ve tarih algısında iç düşmanlar söylemi bir hayli yaygındır. Kuşku yok ki, tarihi büyük ölçüde baba-oğul ve kardeşler arasındaki mücadele ve ihanetlerle geçen bir toplumun iç düşman söylemi geliştirmesi normaldir. Muhalefeti nifak olarak yorumlayan bir tarihsel hafızaya sahip bir toplumda “iç düşman” söylemi bir hayli işlevsel bir politik söylemdir. Bu söylem ayrıca farklı politik anlayışların bir araya gelmesini de büyük ölçüde engellemektedir. Türkiye toplumunda farklı toplumsal kesimlerin birbirlerine düşmanca bakmalarının altında da “iç düşman” söylemi yatmaktadır.
Muhafazakar dindarların, milliyetçilerin, sosyalistlerin ve Kemalist ulusalcıların asıl düşmanı toplumun içindedir. İç düşmanın bu kadar çok olduğu bir toplumda birlik olmak ve ortak ilkeler etrafında buluşmak bir hayli zordur. Bu anlamda Türkiye toplumu “yaralı bilinç” toplumudur.
Kaynak: Farklı Bakış