Birinci Paylaşım Savaşı sonrası İslam coğrafyası galiplerin hegemonyası altına girdi. Genel anlamda İslam dünyası özel anlamda ülkemiz için farklı kavimlerin ve azınlık da olsa farklı inanç gruplarının mozaiği diyebiliriz.
Ülkemiz ve bölge ülkeler olarak birçok sorunu birlikte yaşıyoruz. Coğrafyamızın kalbine hançer gibi saplanmış İsrail terör devletinin tüm yükünü sırtımızda taşıyoruz. Acılarımızın kaynağı belli oranda İsrail´in varlığı ve Siyonist yöneticiler diyebiliriz. Bu realite bir yana, ülkemiz ve bölge ülkeleri olarak bütün yükü küresel güçlere ve İsrail´e yıkarak bu sorumluluktan kaçamayız. Bu güçlerin hayati konularda işlerimize karıştıkları ve sürekli bir eli içimizde dolaştığı yadsınamaz bir gerçekliktir.
Ülkemiz Anadolu topraklarına sıkıştırıldığı, tüm geçmişiyle reddi miras yaptığı paradigmasını genel siyaset olarak kabullendiğinden beri iç düşman konseptiyle Kürtler ve dindarlar düşman olarak görülmüş, yöneticiler tüm enerjisini bu ?iflah olamaz!? düşmana sarf etmişlerdir.
Garip bir tecelli ki ülkeyi dindarların çoğunlukta olduğu bir iktidar yönetiyor. Yine garip bir tecelli ki parlamentonun üçüncü partisi; mazlum Kürt halkının oylarıyla meclise girmiş bir siyasi hareket. Meşhur bir hikâyedir; ?un, yağ, şeker var ama ortada helva yok.? Bu mazlum halk haklı olarak soruyor; ?siz bizden oy isterken bu sorunu çözeceğinize dair sözler vermiyor muydunuz?´
Bu parantezden sonra konumuza gelecek olursak; yakın zamanda ?çözüm süreci? diye bilinen bir süreci hep birlikte yaşadık. Çözüm süreci, çözümsüzlükle sonuçlanınca tüm ülke insanı büyük bedeller ödedi. Nice Kürt gençleri ad ve adresleri belli olmadan hendeklere dolduruldular ve nice Türk gençleri al bayraklara sarılarak resmî törenlerle kabre gönderildiler. Kürt ve Türk analar ağlamada ortak kaderi paylaştılar ve aynı gözyaşlarını döktüler.
Çözüm sürecini yürüten heyetler masayı devirince, Abdullah Öcalan´a uzun yıllar tecrit uygulandı. Seçim seçimi kovaladı ve son seçim beka sorununa dönüşünce her şey ortaya döküldü ve adeta seferberlik ilan edildi. Bardağı taşıran son damla ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçiminin yenilenmesi oldu. Her parti elindeki son kozları kullandılar ve var olan imkânları da devreye soktular. Bahçeli İstanbul´a demir attı ve il teşkilat başkanlarını toplayarak ?sözde mi gerçekte mi-bilinmez- seçim seferberliğini? fiiliyata soktu.
Bu süreci anlatırken biraz ironi yaptığımız algılansa da çetin bir süreç yaşadığımız gün gibi hakikattir. 15 Temmuz darbe sürecinin yaşattığı olağanüstü hâl toplumun belli bir kesimini derinden etkiledi ve yüzbinlerce insan soruşturmalardan geçti, on binlerce insan kısa veya uzun mahkûmiyet sürecini yaşadı. Darbecilerin kurşunlarına hedef olan yüzlerce insanımız ölümlere gittiler, Rabbim mümin kullarına rahmet etsin.
Abdullah Öcalan´ın tecridini kamuoyuna duyurma ve tecridin kaldırılarak avukatlarıyla görüşme sürecine gelinceye kadar yapılan eylemler kamuoyu nezdinde çok da duyulan veya bilinen eylemler olmadı. Bu bağlamda Öcalan´a yönelik tecridi, protesto amacıyla yapılan eylemlerde hayatını kaybedenlerin sayılarını ve isimlerini bu vesileyle öğrenmiş olduk. Abdullah Öcalan´ın özgürlüğüne kendini adayan bu şahsiyetler ve bulundukları cezaevleri; ?Almanya´nın Krefeld kentinde de 20 Şubat tarihinde mahkeme önünde bedenini ateşe veren Uğur Şakar tedavi gördüğü hastanede 22 Mart´ta yaşamını yitirmişti. Zülküf Gezen (33) 17 Mart´ta Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Cezaevi´nde, Ayten Beçet (24) 23 Mart´ta Gebze Kadın Kapalı Cezaevi´nde, Zehra Sağlam (23) 24 Mart´ta Oltu T Tipi Kapalı Cezaevi´nde, Medya Çınar (24) 25 Mart´ta Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi´nde, Yonca Akici 9 Mart´ta Şakran Kadın Kapalı Cezaevi´nde, Siraç Yüksek 2 Nisan´da Osmaniye 2 Nolu T Tipi Kapalı Cezaevi´nde, Mahsum Pamay ise 5 Nisan´da Elazığ 1 Nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevinde?´´
Bu nasıl bir dava ve önderlik ki, kimi onun için kendini yakıyor, kimi açlık grevlerine, ölüm oruçlarına giriyor ve kimi de o malum kişi için ?devletin adamı? diyor. Evet, bir yerde bir yanlışlık var ama bu halk bu yanlışlığı yapmaz diye düşünsek de bilgi kaynakları çok kirli ve manipülasyona açık ve dileyen dilediği gibi yönlendirebiliyor.
Bu konu basında yeterince yer almış, hayli bilgi ve görüş serdedilmiştir. Öcalan ve diğer üç kişinin ortak imzasını taşıyan mektup mahiyeti itibarıyla konumuza teşkil eden mevzu olduğu için mektubun içeriğini bir bütün olarak almaktan ziyade satır aralarında ne söylenmek istenmiştir ona bakacağız;
Mektup ?Kamuoyuna Duyuru? başlıklı dört ismin imzasını taşıyor ve içinden geçtiğimiz tarihi sürece vurgu yapıyor; ?İçinden geçtiğimiz tarihi süreçte derin bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç vardır. Sorunların çözümünde her türlü kutuplaşma ve çatışma kültüründen uzak, demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç vardır.
Türkiye´nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz.?
Devamla; ?Türkiye´nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır. İnanıyoruz ki, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Suriye´deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye´nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır.? Cezaevlerindeki açlık grevleriyle ilgili başlıktan;
?Cezaevleri içindeki ve dışındaki arkadaşların direnişlerine saygı duymakla birlikte, sağlıklarını tehlikeye atacak ve ölümle sonuçlandıracak konumlara taşıracak noktaya taşımamalarını önemle belirtmek isteriz?? Türkiye´deki sorunun çözümü bağlamında ise; "Barış ve Demokratik Siyaset Çözümü Esastır? denmekte ve devamında ?Bizlerin İmralı´daki duruşu, 2013 Newroz Bildirgesinde belirttiğimiz ifade tarzının daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığındadır. Bizim için onurlu bir barış ve demokratik siyaset çözümü esastır. İmralı´daki duruşumuz nedeniyle merak eden, tavır koyan herkesi saygıyla anarken yüksek bir teşekkürü de borç biliriz.´´ (Abdullah Öcalan, Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar, Veysi Aktaş.)?
Abdullah Öcalan´ın avukatları da bu görüşmeyi şu ifadelerle takdim ediyor; ?İmralı ada cezaevinde, müvekkilimiz Sayın Öcalan ile 22 Mayıs tarihinde yeni bir avukat görüşmesi gerçekleştirmiş bulunuyoruz. Sayın Öcalan daha önce kamuoyuna paylaşmış olduğu metnin bir bütün olarak önemini bir kez daha vurguladı. 2 Mayıs tarihli ve dört müvekkilimizin birlikte kaleme aldığı yedi maddelik metnin tartışılmasından duyduğu memnuniyeti ifade etti. Toplumsal uzlaşı, demokratik siyaset, demokratik müzakere ve onurlu barış konularının tartışılmasının Türkiye´nin temel ihtiyacı olduğu görüşündeydi.´´
Abdullah Öcalan´ın avukatları vasıtasıyla kamuoyuyla paylaştığı metni özet olarak verdik. Bu metnin yansımalarına gelince; Kürt Sorununu şiddetle çözeceklerini bir siyaset tarzı olarak benimseyen PKK ve önderliği, ülkeye ve ülke insanına büyük bedeller ödetmişlerdir. PKK siyaseti kendi içinden çatallaştığı daha görünür bir hal almıştır, denilebilir. Uzunca zamandır süreçte belirleyici olan Kandil görülüyordu. Öcalan ve İmralı (İmralı´yı ortak bir iradeyi temsilen kullandım) belirleyici bir irade olarak adeta buradayız demektedirler.
Öcalan´ın mektubu açlık grevinde bulunan, cezaevlerinden ve dışarıdan bu eyleme katılanlar açısından etkili olmuş, bu fiili durum ölüm oruçlarına dönüşmeden sonuçlanmıştır. Açlık grevleri elbette başlı başına önemli bir olay bunu yadırgayamayız. Bunun yanında İstanbul Belediye Başkanlık seçimini etkileme gibi farklı anlam yüklemek pragmatik bir anlam taşır ki olay ahlaki zeminden tamamen uzaklaşır. Bu her kesim açısından bir kazanç gibi görülebilir şeklinde algılansa da çok yanıltıcı ve aldatıcı bir durum olduğunun altını çizmemiz gerekir.
Bir halkın tabii hakları siyasetin gündelik çıkarlarına malzeme yapılmamalı, neticede acı faturayı halkın çocukları ödüyor ve çözüm adına hareket eden yapılar tüm kurumlarıyla güvenirliklerini yitiriyorlar. Bu istenmeyen ve çaresizlik durumu onları çıkar güçlerinin alanına çekiyor ve bunu küresel güçler kendi menfaatleri doğrultusunda kullanıyorlar.
Ana sorunlarımızdan biri olan ?Kürt Sorunu? nun çözümü makamında olanlar her geçen gün güvenirliklerini yitiriyorlar. Çözüm bağlamında; sorunu günlük siyasi ikballerine malzeme olmaktan çıkarıp ?tabii bir sorun? olarak gören kadrolarca çözüm beklenecektir deyip geleceğe havale etme çaresizliğini önermekten başka bir şey elimizden gelmiyor maalesef?
?Kürt Sorunu? na duyarlı bir kardeşimizin Öcalan merkezli bu mesaja ve Öcalan lider kültüne yönelik görüşünü betimleyip sonuca gitmek istiyorum;
?Öcalan´la avukatları görüşemiyormuş diye binlerce Kürt hapishanelerde ölüm orucuna yatıyor. Hatta bunlardan bazılarının da ölmeleri pahasına...
Derken, Öcalan kendisiyle görüşen avukatları aracılığıyla, ?maksadın hasıl olduğunu ve artık bu eylemlerin son bulmasını? istiyor ve eylemciler de eylemlerine derhal son veriyor.
Tabi bu ilişkiler nasıl gelişiyor; emirle mi, yönlendirme ile mi, yoksa zorla mı, bilmiyoruz.
Her ne olursa olsun, manzara şu: ortada sahte bir ilah ve ona adanmış binlerce kurban!..
Bunun adına da ?Kürt özgürlük mücadelesi? deniyor!..
Bu anlayış, Kürtleri sözde ?ağaların, şeyhlerin ve devletlerin? esaretinden kurtarıp özgürleştirecekmiş!..
Her şeyden önce, insanı insanlıktan çıkaran bu ilkellikten kurtulmadan kimsenin özgürleşme ihtimalinin de olmadığını herkesin bilmesi gerekiyor.
Zira köle ruhlardan binlerce kurban çıkabilir ama özgür bir toplum, asla!..´´
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Öcalan´ın çağrısı tartışıldı ve bazı somut sonuçlar da alındı; mesela, açlık grevleri, Kandil´in belirleyici tekelini yıkmak gibi? Ama ?Kürt Sorunu? büyük oranda tüm acılarıyla varlığını devam ettirmektedir. PKK sorununu Kürt Sorunundan ayrı tutarak her birini kendi tabii mecrasından, kendi gerçekliğinden ve kendi şartlarında ele alarak bir çözümü kabullenmek, çözüm için ilk adımdır, demektir. Bu anlayış çözümü benimsemiştir, çözüm benimsenmişse devamı gelecektir?