Muhammet YETİŞ

Tarih: 17.08.2020 14:20

Nur ve Çamur Arasında İnsanın Anlam Arayışı

Facebook Twitter Linked-in

Yüce rabbimiz kutlu kitabında insandan bahsederken iki form kullanır: Beşer ve insan. Ham balçıktan yarattığı ve suret verdiği varlıktan bahsederken ondan ‘beşer’ diye bahseder. Beşer: Derinin zahiri, dış yüzü, üst deri epiderm. İnsana beşer denirken burada esas alınan nokta, insanın derisinin üzerinde yün, kıl ya da tüy bulunan hayvanların aksine; kıldan uzak, açıkta, görünürde olmasıdır. (1)Adem’e ruh üflenmeden önce Adem, kan döken ve fesat çıkaran bir ‘beşer’ idi. (1) İradesiz bir vahşi iken ‘beşer’ olarak adlandırılan insan, iradeli bir insi olunca, insan ve Adem diye isimlendirilmiştir. (2) “Rabbin meleklere demişti ki “Ben kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan bir ‘beşer’ yaratacağım.” (3) Beşer, ete kemiğe bürünmüş bir canlıdır; yaratılmış diğer canlılardan bir farkı yoktur. Diğer canlılar nasıl içgüdüsel hareket edip buna göre muamele görüyorsa beşer de aynı şekilde muamele görür. Nitekim meleklerin şaşkınlıkla beraber sorusu buna işaret eder: ‘‘ Yeryüzünde kan dökecek, bozgunculuk çıkaracak birini mi yaratacaksın? Biz seni hamd ile tesbih edip dururken…’’ (4) Meleklerin işin künhüne varamadıkları Rabbimizin cevabında ortaya konur. ’Ben sizin bilmediğinizi bilirim.’ Aslında işin sırrı ‘halife’ kavramında gizlidir. Birileri bu halifeliği Allah’ın halifeliği olarak algılamışlardır. Bu bakış açısı insanı Allah’ın yeryüzünde temsilcisi, gölgesi vb. anlayışlara zemin hazırlamıştır. Bazı insanlar bu anlayıştan yola çıkarak kendilerini Allah’ın seçkin kulları saymış; kendi kanlarını ve soylarını kutsallaştırmış saltanat denen belanın Müslümanlara musallat olmasına yol açmışlardır. Böylelikle diktatörlük, despotluk din temelinden meşru hale getirilmiştir. (5) Halbuki İslam’da peygamberler dışında seçilen kimse yoktur. Onlar da kendi inisiyatifleri dışında Allah tarafından seçilmiş, kendilerine vahiy gelmesi dışında insanlarla aralarına bir fark koymamışlardır. Bunun dışında İslam nazarında bütün insanlar eşit görülmüş; üstünlüğün sadece takvada (Allah’tan hakkıyla korkma, Allah’a karşı tam bir sorumluluk içinde hareket etmede) olduğu vurgulanmıştır. ‘’Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp kaynaşmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki Allah'ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda en ileri olandır. Muhakkak ki Allah her şeyi bilir, her şeyden hakkıyla haberdârdır.’’(6) Çünkü yaratılan, yaratanın halefi/halifesi olamaz. Aralarında ontolojik bir bağ yoktur. Buradaki halifelik yeryüzüne hakim olmak; yeryüzünü imar ve inşa etmek, yönetmek anlamlarında olsa gerek. Aslında anılmaya değer bir varlık bile olmayan insan ‘’İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.’’ (7) önce Allah tarafından anılmış, sonra yeryüzünün halifesi mertebesine getirilmiş, sonra da eşyanın isimleri öğretilerek anma, anlama, anlamlandırma melekeleri ile donatılarak varlıklar aleminde başrol pozisyonuna getirilmiştir. İşte bu noktadan sonra Allah yarattığı varlığa ‘insan’ diye hitap eder. “Biz emaneti; göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkup titrediler. Onu insan yüklendi. O da çok zalimleşti ve kendine hakim olamadı.” (8) Meleklerin anlamadığı/anlamlandıramadığı onu sadece beşer olarak görmesidir. Halbuki Allah, ruhundan üflediği, halifelik ve sorumluluk yüklediği; anlam ve anlamlandırma ile donattığı varlığa ‘insan’ demiş ve onu onure ederek varlıklar alemine takdim etmiştir. İnsanın varlık sahnesinde yerini alması; kendisi için olduğu gibi, daha önce yaratılan melekler ve cinler için de imtihanın başlangıcı olmuştur.

İnsana verilen eşyaya isim verme yeteneği bu üç grup yaratık için de ilk imtihan malzemesi olmuştur. Hitap önce meleklere yöneltilmiş; ‘şu şeylerin isimlerini bana bildirin!’ (9) Melekler büyük bir şaşkınlık içinde bilmediklerini ifade etmişlerdir. Ardından muhterem, mükerrem, ve muhteşem bir varlık olarak yaratılan Adem (insan) söz konusu her şeyin ismini oradakilere haber vermiştir. Burada şu soru akla gelebilir: Allah eşyanın isimlerini insana öğrettiği için insan bilebildi; eşyanın ismi meleklere söylenmiş olsaydı onlar da haber veremez miydi? Haklı bir soru; ancak burada insana öğretilen şey herhangi bir eşyanın isminin ezberletilmesi değildir. İnsana Allah tarafından verilen yetenek herhangi bir eşyanın şeklinden, görüntüsünden, bileşenlerinden, işlevinden vb. özelliklerinden yola çıkarak ve bütün bunları birleştirerek ona en orijinal ismi vermesidir. Zaten melekler de bu nedenle itiraz etmemiş ve hemen oracıkta teslim olmuş; secde emrine uymuşlardır. (10) Secde emrine uymayan İblis’le imtihan ise bu noktada başlamıştır. Bu imtihandan sonra Allah’ın huzurundan kovulup konumunu kaybeden İblis bütün kabahati insana yıkarak ve affedilme ümidini de kaybederek Şeytan’laşmış o andan sonra insanın amansız düşmanı kesilmiştir. Böylece insanın da imtihanı başlamıştır. İnsan İblis’in; İblis ise İnsanın imtihan vesilesi olmuştur. İblis imtihanı peşinen kaybetmiş; insanın imtihanı ise devam etmektedir. Çünkü insana verilen bu yetenek varlıklar aleminde yeni bir kırılma noktası, yeni bir tarihin başlangıcıdır.  Çünkü insana verilen bu yetenek kendini, çevresini kainatı; anma, anlamlandırma, anlatma yeteneğidir. Madde planında Allah tarafından yaratılan her bir şey söz ve lafız planında insan tarafından isimlendirilmekte, anılmakta, anlaşılmakta, anlamlandırılmakta ve anlatılmaktadır. Hatta insan zamanla çok daha ileri giderek sözel alanda var olan verilerden yola çıkarak her şeye isim verme yeteneğini başka alanlara transfer edecektir. Madde alanında var olan olanakları yeni bir forma sokarak icatlar yapmaya başlayacak; var olan düşünceleri bir araya getirerek yeni düşünce formları oluşturacaktır. Böylece felsefe, kimya, matematik, edebiyat, fıkıh gibi pek çok bilim ve ilmin ortaya çıkmasına vesile olacaktır.

Kısacası insan demek anlam demektir. İnsan demek değer demektir. İnsan demek anma, anlama, anlamlandırma demektir. İnsanın tarihi anlamın, anlamanın, anlamlandırmanın tarihidir. Tarihi seyir içerisinde insan zaman zaman anlamla olan bağını kaybetmiş; dolayısıyla kendinden uzaklaşmıştır. Mana ile bağını kaybeden ve dolayısıyla insanlıktan uzaklaşan ‘insan’ her türlü vahşeti yapmış; hemcinslerine ve çevresindeki diğer varlıklara akıl almaz zararlar vermiştir. Böyle zamanlarda insanın sahibi, yaratıcısı Allah, tarihe müdahale etmiş; insanı kopmuş olduğu mecrasına tekrar döndürmüştür. Bu fıtrata/aslına rücu ettirme işini de seçtiği elçiler eliyle yapmıştır. Gönderilen bütün peygamberlerin temel misyonu da budur: İnsanı, insanlığına/fıtratına döndürmek. Hz. Adem’in İblis’le; Hz. Nuh’un kavmiyle, Hz. İbrahim’in Nemrut’la, Hz. Musa’nın Firavun’la, Hz. Muhammed’in Mekke müşrikleriyle girdiği mücadelenin temel amacı da yine insanı insanlığına/fıtratına/İslam’a döndürmektir. İnsanları her türlü şirk ve kulluktan kurtarıp yegane yaratıcı, rızık verici, bağışlayıcı, kanun koyucu ve mutlak adalet ve azamet sahibi Allah’a kul olmaya çağırmak/döndürmektir.

Bugün geldiğimiz noktada, bunca hengame içinde, dünyanın bir ateş topuna döndüğü bu zaman ve ortamda; bu çağrıya ne kadar da muhtacız. İnsanlık; İslam’ın eman-emniyet veren, selam-selamet bahşeden, öldürmeyi değil yaşatmayı önceleyen, zulmü-zulmeti değil; adaleti hedefleyen kutlu muştusuna ne kadar da muhtaç.

 

  1. El-İsfehani, Rağıp, El-Müfredat, s.199
  2. İslamoğlu, Yaratılış ve Evrim, s.197
  3. İslamoğlu, Yaratılış ve Evrim, s.202
  4. Hicr Suresi-15
  5. Bakara Suresi-30
  6. Ümit Aktaş’ın bir konferansından alınan notlardan
  7. Hucurat Suresi-13
  8. İnsan Suresi-1
  9. Ahzab Suresi-72
  10. Bakara Suresi-32
  11. Bakara Suresi-33

Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —