Büyüklerimiz “nimete nankörlük etmeyin evladım” derdi. Biz bu öğütten; israf etme, çöpe atma, nimeti doğru kullan diye anlardık. Bir de “Allah akıl ve iman nimetinden mahrum etmesin” diye dua eden büyüklerimiz vardı. Sonra Fatiha suresini anlamıyla birlikte öğrendiğimizde “bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet” ayetini öğrendik. Daha sonra bu ayetle ilgili uzun tefsirler okuduk.
Mesele önemliydi…
Büyüklerimizin bize verdiği öğüde uyar, yolda ayakaltında bir ekmek parçası bulduğumuzda alır, öper gibi yapar veya öper ayakaltında çiğnenmesin diye bir duvarın üzerine koyardık. Su ve suyun kullanılmasında o kadar ciddi olamamıştık ancak Allah’ın resulünün “bir nehir kenarında bile abdest alsanız suyu israf etmeyin” rivayetini okuduğumuzda suyun da çok önemli olduğunu anlamıştık. Ekmek ve su kıymeti bilinmesi gereken iki nimetti.
Daha sonra, okudukça nimet ifadesinin çok geniş bir anlama sahip olduğunu; göklerde ve yerde olan her şeyi kapsadığını, insan olmak, akıl, iman, İslam, kitap, bilgi, ilim… hepsinin nimet olduğunu anlamaya başladık. İnsan olarak yaratılmanın en başat nimet olduğunu, bununla birlikte halife olmayı öğrendik ve anladık ki “insan kalmayı başarmak” ve bu nimeti korumak gerekiyor. Bunun için de akıl, kitap ve nübüvvet nimetlerinin vazgeçilmez değer olduğunu bilmek… Allah, resullerini bir nimet olarak bize göndermiş oluyor ve Kitabı da… Yine Allah, akıl nimetini yaratılma amacına uygun kullanmayanın pisliğe batacağını öğretiyor.
Evet, göklerde ve yerde olan her şey insanın değerlendirmesine verilen birer nimettir. Havanın kendisi, havanın içinde yer alan gazların oranı, su, toprak ve nice bitki örtüsü, sayısız canlı çeşidi, gemilerin dağlar gibi suları yarması, suyun kaldırma kuvveti… Söz, kelime, yazı, para, üretim teknikleri, ticaret, iletişim teknolojisi, bilişim teknolojisi, uzak mesafeleri yakın kılan her şey… Film, video, sinema, sağlık görüntülemeleri, sosyal medya bileşenleri… Dostluk, kardeşlik, merhamet, anne ve baba olmak, makamlar, devlet (kuvvet, güç)… Bir şirkete, şehre, ülkeye yönetici olmak…
Kitap, şöyle kesin bir ifade öğretiyordu bize: “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, sayamaz bir sınır koyamazsınız.” (Nahl-18)
Her nimetin zevali vardı bir de…
Genç insan yaşlanır güçten, takatten düşer. Asıl önemlisi de gençliğin ve sağlık nimetinin kıymetini bilmek, bir değer olarak hayatın istifadesine sunabilmek… Gençliği, sağlığı hovardaca harcamak bu nimetlere nankörlük olur ve neticesi acınacak hallere düşmek…
Devletin, gücün, kuvvetin zevali her ne kadar zayıflamak olsa da, bu neticeye götüren yani bu zevali getiren saikler önemliydi. Mesela adaletsizlik, merhametsizlik, zorba anlayış, gücün liyakatsiz ellere verilmesi devletin zevalini getirir. Adil olmak yerine zulmü seçmek bir nankörlüktür… Kibirden, anlayışsızlıktan, kem sözden başka sermayesi olmayan, bilgelikten nasipsiz, kamunun hakkına şahsi sermayesine reva göremeyeceği muameleyi yapan kişilerin eline yöneticiliklerin verilmesi devletin zevalini getirir. Bunların önemli bir kısmı tecrübi olarak öğrendiğimiz kevni diyebileceğimiz ayetlerdir yani yaşayarak öğreniyoruz, ayrıca İbni Haldun mesela bin dörtyüzlü yıllarda bunları kaleme almış. Ne yazık ki İslâm dünyası yirminci yüzyıla gelene kadar İbni Haldun’u kale almamış, nimetlerin zevalini yaşadıkça yaşamış.
Yöneticiliği, malı birer nimet görmemenin yani nankörlüğün de neticeleri var. “Bunları kendi çabamla, üstün meziyetlerimle elde ettim, kimsenin lütfu değil” diyen oluyor. Bu kabulün netice-i hülasası şu şekilde ortaya çıkıyor: “Mal benim değil mi istediğim gibi harcarım, kimseyle paylaşmak zorunda değilim. Bu makam benim hakkım, kimse burada nasıl davranacağıma karışamaz, hesap da neymiş, kim benden hesap soracakmış, öyle dostlarım var ki tırnağıma dokundurtmazlar!”
Hulasası bu olan nankörlük şirketlerin, şehirlerin, ülkelerin kaynaklarını payimal eder. Ne yazık ki nice kişi geldikleri makamı, kendilerine teslim edilen bütçeyi, yöneticiliği nimet olarak görmüyor ve nimete nankörlükte sınır tanımıyor. Burada iki şekilde izah edebileceğimiz bir nankörlük var: Liyakat sahibi kişilerin göreve verilmemesi, seçilmemesi veya görevde olan liyakat sahibi kişilerin mesela “ne yer ne yedirir” garabetiyle ya seçilmemesi veya görevden el çektirilmesi… Nankörlüğü besleyen kabullerden biri de “bize itaat edecek kişi lazım liyakat de neymiş” şeklinde izah edilebilir. Oysa ehliyetsiz, liyakatsiz, muhalefetsiz, itirazsız bir itaat her zaman zevale sebep olur. “Seni oraya ben getirdim nankör sözümü dinlemiyorsun” ifadesi faydasızdır. Mesela “Oraya layık olduğuna karar verdik, görevini layıkıyla yap, yapmayacaksan liyakat sahibi olanlar yok değil” demek daha doğru olmaz mı?
Aslında insan oluşuna ve aklına nankörlük eden gayrısını hiç takmaz… İnsan kalamayan imanına da zarar verir, Müslümanlığına da… Aklını yaratılışa uygun kullanmayan insanlıktan çıkar, pislik çukurunda üzerine atılı bütün kimlik izahlarıyla övünür ama kirlendikçe kirlenir. Sorumluluklarını yerine getirmemek kirlenmektir. Yanlışı sorumluluk ahzetmek kirlenmektir. Aklı devre dışı bırakmak kirlenmeye davetiye çıkarmaktır. Kısaca nankörlük kirlenmek için yeterli bir haldir.
“Allah’ın size olan nimetini hatırlayın” (Ali İmran-103) uyarısını ihmal edince nankörlük haliyle yaşanır.
Nankörlüğün bir özelliği de basireti bağlar, hakikati görünmez eyler.
“Kim Allah’ın nimetini kendisine geldikten sonra değiştirirse Allah’ın ikabı şiddetli olur.” (Bakara-211). İkab, yapılan kötü işlerin akabinde gelen cezadır, hem kötü işleri yapan, hem kötü işleri yapanı seçen sorumludur yani nimete nankörlük eden iki taraf bulunmaktadır. Elinde seçmek ve seçici olmak gibi bir nimet bulunan bunu yanlışa değerlendirince de nankörlük etmiş olur.
Nimeti değiştirmek, üzerinde durulması gereken bir ifade…
İmandan sonra emin olarak anılmamak, İslâm’ı bir kimlik olarak kullanıp aykırı ne varsa hayatında yer vermek, Kitabı okuyup içeriğini hayatına yansıtmamak, Allah Resulü’nün ümmeti olmakla görünüşte övünmek fakat söylediklerini “söyledi gitti, şimdi zaman değişti” gibi değerlendirmek veya nefsine hoş gelen sonuçlar çıkarıp Allah Resulü’ne göndermede bulunmak… Adalet, istikamet, liyakat, merhamet üzere değerlendirmesi gereken makamı, mesuliyeti tersine çevirip, zulme, liyakatsiz uygulamalara, rüşvete, kayırmacılığa kapılar açmak… “Onu iyice anladıktan sonra bile bile tahrif ediyorlar, değiştiriyorlar” (Bakara-75) ifadesiyle yeniden düşünmek gerekiyor. Bu ayetleri okuyup “bu ayet filanlar hakkında” diyerek işin içinden sıyrılacağını sanan ve kirlenmelerine yol arayanlardan olmamak gerekiyor. Kısa dünya hayatının anlık zevk, rahat ve ihtişamı için nimete nankörlük edip değiştirmek akıllı insan işi olamaz. Bu tür kişilerin zeki olmaları mümkün lakin akıllı değildirler. Mesela bu zekâ “efendim bu ayetler İsrailoğulları hakkında bizi bağlamaz” dedirtebilir. Oysa akıllı insan yani aklına nankörlük etmeyen insan “bir misal üzerinden bütün insanlığa mesaj verilmekte” olduğunu bilir fakat işin içine nankörlük girince anlamak nimeti ters yüz edilir.
Şimdilik burada bırakayım ve büyüklerin verdiği öğüdü hatırlatarak bitireyim: Nimete nankörlük etmeyin evladım!
Kaynak: farklı bakış