Çocukluktan yeni çıkan gençlerdik.
Cesurduk, samimiydik, umut doluyduk ve hem o güne hem yarınlara dokunacaktık. Dokunduğumuz her yerde hayır yeşerecekti. Hak ve adalet diyorduk. İman ve emin olmaktan bahsediyorduk. Bizim hayallerimiz gerçekleşirse her şey daha güzel olacaktı. Kafamız biraz karışıktı belki mesela bizim gibi “inanmayanlarla” yarınlardaki ilişkimiz nasıl olacaktı. Bir yandan “dinde zorlama yok” derken, bir yandan da “herkes bizim gibi inanmazsa bile karşı çıkmamalı, bizi kabullenmeli” gibi tamda oturmamış bir kabulümüz vardı. Gerçekte hiç “farklılıklarla bir arada yaşamanın” nasıl olacağını düşünmemiştik.
Aslında fedakârlık yüklü insanlar bulduk karşımızda ve yürüdük.
Rüya mı görmüştük, ilham mı dolmuştu gönlümüze, aklımız kendisine verilenin zekâtını mı vermek istiyordu, neydi bizdeki heyecanın kaynağı bilemiyorum ama fedakârlık yüklü insanların yola revan oluşu bizi etkilemişti. İyiye gitmeyen şeyler vardı, İslâm doğru anlaşılmıyordu, siyasiler gereksiz işlerle uğraşırken ülke ve insan irtifa kaybediyor ve hepsine dair sözümüz var demiştik. Mesela çevreye dair ne düşünüyorduk, makamlara veya sermayeye vasıl olunca ne yapacaktık ve daha başka sorular sorulduğunda, hele bir söz bize geçsin hepsi hallolur, şimdi bunları düşünmek gereksiz diyenlerimiz vardı.
Çokça duygusallık yüklüydü sözlerimiz, kabullerimiz, yürüyüşümüz ve okuyarak biraz da bilgi yüklüyorduk. Yolda kazandığımız tecrübelerle bilgiyi doğru değerlendirmenin çabasındaydık aynı zamanda. Hangi yayın evi hangi kitabı çıkarmış, ulaşabildiğimizi okuyup değerlendiriyorduk fakat tecrübe eksikliği bilgiyi sloganların gerisine atabiliyordu. Düşüncelerimizi güne ve yarınlara dair sistemli hale getirememiştik, belki de “bir sistem oluşturmak” çabamız olmadı desek daha doğru olur, dilerim yanlış bir ifade olmaz. Sanki çabamız günlüktü, yarın garantisi olmayan bir zaman dilimiydi ve günü değerlendirmek önemliydi fakat sistem, usul, yarın örgüsü olmayan bir düşünme biçimi her nesli kendi tecrübesini yaşamak gibi bir durumla yüzleştiriyordu. Her nesil kendi tecrübesini oluşturmaya çalışırken aslında dün ortaya konan çabayı da anlayamıyordu ve gördük ki sonraki nesiller öncekileri suçlayarak güne başlıyordu. Kadimden beri en önemli sorunumuzdu insanlığa umut olacak sözler söylerken bir sistem geliştirememek…
Usul, bilginin anlaşılması, o güne yansıtılması ve yarınlara taşınması açısından önemliydi, bunu biliyorduk ve okumalarımız vardı lakin “günü yaşarken” yarınları unutmuştuk. Sistemleşememiş, belki de yalnızca duyguların kurguladığı bir tarzımız oluşmuştu. Duygular slogan üretiyordu, insan tanımayı zorlaştırıyordu, nitelik giderek yerini niceliğe bırakıyordu. İslâm’ın üzerinde durduğu ilk bilgiler giderek yerini “bizden olan iyidir, diğerleri kötü veya yola getirilmesi gerekenlerdir” gibi bir yaşanmışlığa bırakıyordu. Bizden olmak demek, bizim gittiğimiz mekânlara gelenler demekti. Mesela yola çıkarken, yalancıya, yağcıya, kaba kişilere, aşağılayan bir dil kullananlara, akletmeyenlere, yemin edip duranlara dikkat etmemiz gerekiyordu, İslâm bizden bunu istiyordu. Bizim mahalle kendi mensubiyet bilincini itaat üzerine, aynı mekânları paylaşmak üzerine kurgulamıştı dersek yanlış olmaz sanırım. Özgün ve özgür düşünce çabası zayıflıyor yerini “itaat eden iyidir” kabulü alıyordu. Bu tarz zamanla içinden çıkılmaz bir fotoğraf çıkardı. Bir de baktık birileri yolsuzlukla, iltimas örgüsüyle, komplo ağı kurmakla, kirli ilişkiler ile anılıyor. Tabi aynı şeyi diğer düşünce ekolleri de yaşadı. Samimiyetimiz savrulmamızı engellemeye yetmemişti. Bir suçlama veya birilerini töhmet altında bırakma olarak değil, ne istiyorduk nereye geldik analizini yapmak adına bunları konuşmak gerekiyor. Bu dünyada yalnız değiliz, insanlık buhranda ve hala bir şeyler yapılabilir. Fakat kirli ağlar oluşturanlardan uzaklaşmak gerekiyor.
Değindiğimiz çoğu şey veya özellik tedavi edilebilir şeyler ama bir sistem oturtamamak buna müsaade etmiyor. Düşüncelerimizi İslâm, insan, çağın tanıklığı ve yarınlara ulaşmak adına sistemleştirememek beraberinde karşılaşılan her zorlukla birlikte savrulmayı getiriyor. Tecrübelerimizi bilgiyle, ilimle, geçmişin tecrübelerini de katarak sistemleştirebilseydik karşılaştığımız her zorlukla savrulma yaşamazdık diye düşünüyorum. Tabi bir de işe “iyi saatte olsunların” çomak sokması var zira “birileri ülkede hiçbir hareket umut olmasın diye uğraşıyor” diye konuşurduk mesela ancak bu öngörümüze rağmen “dışımızda” oluşan gündemler asıl uğraşımızı aksatırken bu arızi durumların giderek sistemli hale getirildiğini de göremedik, göremiyoruz. Birileri “vurun kahpeye” diye bir nara atıyor, hurra oradayız. Niye vuracağız “kahpeye”, “kahpe kim” “niye kahpe oluyor” sormuyoruz. Samimiyetimiz, duygularımız, fedakârlıklarımız, okumalarımız başka gündemlere kurban edilirken savrulmayı fark edemedik, edemiyoruz… Bunu sadece kendimizde değil Sol’u okurken, Sağ’ı okurken de görüyorum. Mesela yarınlara dair sözü olan kesimler hiç bir araya gelip konuşamadı, daha doğrusu konuşmasınlar diye uğraşıldı.
Ne yapmaya çalışıyorduk?
Daha adil bir dünya arzuluyorduk, zayıfın sömürülmediği bir dünya… İslâm’ın doğru anlaşıldığı, Müslüman insanın ilmiyle, duruşuyla umut olduğu bir dünya peşindeydik. Geldiği makamlardan nemalanan değil makamlara değer katan insanlar olalım istiyorduk. Sonra bir de baktık, çok kolay yalan söyleyen, kirlenen insanlarla aynı safta olmaktan gocunmayan, başkalarının dayattığı gündemlere figüran olan, değer üretmeyen değerleri öğüten fotoğraflar oluşmuş… Söylemde ölçüsü Kitap, pratikte ölçüsü “azgınlaşan nefs” olan bir süreç oluşmuş. Bir de baktık “siz İslâm’ı temsil ediyorsanız, biz o yoldan uzağız” diyen bir nesil sarmış çevremizi…
Bu fotoğrafı açık seçik okuyabiliyor muyuz? Yoksa suçlamalarla kendimizi mi avutuyoruz?
Ne yapmak istiyorduk, nereye geldik?
Bir sistem oluşturamamış olmak bizi düşündürüyor mu, yoksa usulsüz yol alışları kanıksadık ve böyle mi devam edeceğiz?
Sistemden kastım ne derseniz, dünya ve ahiret mutluluğu dualarımız var mesela, iki cihan saadeti diyoruz, bunu gerçekleştirecek yolu yaşadık mı, anlatabildik mi, hayata taşıyabildik mi diyerek başlarım. Sahi Allah iki cihan saadeti versin diyoruz ya, yarın bize bu duanın gereği için ne yaptınız diye sorulursa cevabımız ne? İki cihan saadetini tesis açısından neler yapabildik, nasıl bir sistem/usul geliştirdik? Yeni nesle geliştirerek bırakacağımız sistem/usul var mı?
Bu sorulara ne tür cevaplar vereceğimizi biliyor muyuz?
Kaynak: Farklı Bakış