Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Modernleşme olgusu ve sekülerlikten muhafazakârlığa Kürt modernleşmesi

“Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı” fehvası gereği, modernleşme de, biçim ve anlam değiştirerek devam edecek, ama seküler Türk ve özellikle de aynı minvaldeki seküler Kürt modernleşmesi, tamamen ortadan kalkmayacak olsa da yorgun düştüğünden dolayı havlu atacaktır.


“Apocu reel sosyalizm”in havlu atması-

Batı’da başlayan modernleşme ameliyesinden direkt olarak etkilenen üç Müslüman ülkeden, halktan ve coğrafyadan bahsedebiliriz. Bunlar, Türkiye(Osmanlı), İran ve Mısır’dır.

Aynı amaca, yani yenilenmeye, çağdaşlaşmaya, Batılı gibi olmaya ve nihayetinde onun  gibi olmaya bağlılık içerisinde, her ülkenin modernleşme serüveni farklılıklar içermektedir.

Bu modermleme, genel anlamda şekilsel kalıp, en başta yönetimlerin mutlakiyetçilikten şarta bağlı, yani “meşrutiyet” formu üzerinden kendini göstermiştir.

Bizde, cumhuriyetle birlikte,  modernleşme hayatın hemen her alanında seküler(laik) temelde vuku bulmuştur. Yönetim bazında, form açısından cumhuriyet’te karar kılınmakla birlikte, ulus devlet örgüsü içerisinde tek partili yönetim uygun görülmüştür.

Bundan sonra Türk halkının modernleştirilmesi sürerken, bunun Kürt ayağı ise, o topluma öndelik, liderlik eden zevatın,her şeyden ziyade, kültürel haklardan vaz geçmemek şartıyla “din saikiyle” yeni oluşan laik devlete ortaya konan itirazlar bahane edilerek büyük bir kıyıma imza atılmış oldu.

Bundan dolayıdır ki, Lozan’da, Müslüman olduklarından dolayı azınlık sayılmayan Kürtler’e de Türk muamelesi yapılarak, onlarında modernleşme polttşkalarına dahil edilme girişimi, işte bu itirazlara bağlı olarak akamete uğramıştı.

Bu akamet durumu uzun bir süre devam etmiş, altmış ihtilâli ile birlikte, Türk solunun, dünyada gelişen olaylara bağlı olarak “devrimci” bir pozisyon almasına koşut bir şekilde Kürt solunun da oluşmasının akabinde, bölgede bilimsel sosyalizmin ivme kazanması üzerinden –daha sonra PKK’nin devlet içerisinde birçok mahfilin emri istikametinde Kürt halkı üzerinde sulta kurması- öncelikle gençlerin modernleşme politikalarına düçar olması söz konusu idi.

Zaman içerisinde, devletin, ülkenin batısında sürdürdüğü “başarılı” modernleştirme politikalarının, bu kez ülke içerisine kendine yer bulan birçok sosyal ve dini grupların etkisi ve devletinde (muhafazakâr iktidarlar eliyle; sağcı, milliyetçi, muhafazakâr partiler) bu işe el atması sonucu, modernleşme muhafazakârlık yoluyla kendini ortaya koymaya çalıştı.

Önceleri, devletin bizzat kendisinin yapmaya çalıştığı jakoben modernleştirme amelyesi, “Kemalizm kanalıyla” ulusalcılıkla fit kılınacak olan Türk solu üzerinden sürerken, bölgedeki manzarada, orada bulunan irili, ufaklı Marksist Kürt soluna mensup örgütlere karşı –ülke içi derin güçlerinde katkısıyla- PKK, büyük bir savaş, kıyım ve kırım başlatmıştı.

Bu kırım ve kıyım, aynı zamanda, gençlerin, onlara bulaş(tırıl)an laiklik ve sekülerliği de besleyecek olan ateizm girdabına düşürülmeleri sonucunda, başta dinî değerler olmak üzere, insanın insan kılan, onları kendi toplumuyla barışık bir biçimde yaşamsını sağlayan tüm değerlerin yitimi ile katı ve jakoben modernleşme ameliyesini beraberinde getirmişti.

Yine buna koşut olarak, önceden sağcılaşan kitleler, çevreler dışınd kalan ve dini değerleri yaşatma arzusu içerinde olan “dini bütün” kitlenin de, iktidara sahip olma ve var olan refahtan pay alma düşüncesi siyaset alanında bir karşılık bulunca, modernleşme, bu kez muhafazakârlık çerçevesinde kendini göstermiş oldu.

Bu, kendine özgü modernleşme, aynı zamanda, kendilerini de Müslüman olarak gören o sağcı çevrelerinde işin içerisine girmesiyle muhafazakâr modernleşmenin popülaritesi de kendiliğinden artmış oldu.

Bu durum, var olan bir mantığa bağlı olarak zincirleme şeklinde devam ederken, buna iki binli yılların başında iktidara gelen AK Parti’nin de etkisi ile muhafazakâr modernleşmeyi, geldiği nokta açından izah ediyordu.

AK Parti’ye sözde “İslami anlamda” muhalifi olan, ama kendine sistem içerisinde yer bulmuş olan siyasi grupların, bu modernleşme türünün mucidi, ya da uygulayıcısı olduğu her nedense unutuluyor.

AK Parti’den önce parti yetkili kurullarına ve mecliste vekilliğe kadınları yerleştiren siyasi partilerin seçmen bazlı halk tabanında, bu tür modernleşmenin müsebbibinin AK Parti olarak tanıtılması biraz garip kaçmaktadır.

Modernleşmeyi,  salt laiklik ve sekülerlik çerçevesinden çıkarıp Müslümanların da, dünyada kendi yaşam seviyesini yükseltilmesi meyanında okumaya çalışması sonucunda, o ameliyenin bir de muhafazakâr yönü ortaya çıkmış oluyordu. Bunun gibi, bir de “ihya ve tecdid” (canlandırma ve yenilenme) meyanında, İslamî yenilenme de var olan maksada mahsus olarak, ideolojik anlamda olmayıp, pratik anlamda modernleşme kalıbında değerlendirilebilir.

Bütün bu okumalara bakıldığında, 19. Y.yılda ortaya çıkan jakoben tandanslı seküler anlayış ve formların, 20.Y.Yılın son çeyreğinde –Öcalan’ın da vurguladığı üzere reel sosyalizmin zeminin ortadan kalkması- giderek paçavraya dönüşmesi; Doğu’da salt sosyalizm, Avrupa’da ise sosyal demokrasi, kavranması gereken mantığı idrak edememesine koşut olarak tel, tel dökülmesi tehlikesiyle karşı, karşıya kalmış oldu.

Halka, vaat edilen yaşam şartlarının, eksinden daha fazla oranda iyileştirme ve refahtan pay aldırma politikaları savsaklanınca, halk Avrupa’da olduğu gibi ABD’de de Trumpizm olarak okunabilecek olan otoriter-sağcı iktidarlardan bir şeyler beklemeye başlamış oldular.

Trumpizmin, halka vaat ettiği refah seviyesinden ziyade, -kendi inanç değerleri (Katoliklik) bağlamında değerlerine sahip çıkma sözü dahi, Avrupa’da da  halk katmanlarında alıcı bulmaktadır. Bu durumun yanıltıcı olup olmadığı ise zamanla ortaya çıkacaktır.

Devlet, belli şartlar içerisinde “baki”, iktidarlar ise, ne kadar iyi işlere imza atmış, atacak olsalar da, mutlaka, ama mutlaka geçici olup muadilleriyle yer değiştirecektir.

Bu durum, AK Parti içinde geçerlidir.

Bununla birlikte, devletin baştan beri izlediği katı, jakoben modernleştirme politikalarının, ülke içi ve toplumsal planda başlayan ve giderek gelişen dinamikler ile dışta var olan değişen dinamikler dikkate alındığında, her alanda söz konusu olan değişim, haliyle modernleşme konusunda da kendini göstermekte ve giderek muhafazakâr renge bürünmektedir. Bu durum, bizde ve dışta, iki kutuplu “ideolojik” dünyanın, Batı’da gelişen olay ve olguların itkisiyle Sovyetlere ve dolayısıyla reel sosyalizme galebe çalması ile alabildiğine bir ivme kazanmış oldu.

Öcalan’ın şahsında silah bırakması gündem olan PKK’nin, reel sosyalizmin, Sovyetlerin çöküşüne koşut bir şekilde doksanlarda tanımsız, anlamsız, gereksiz ve taşınamaz bir yük haline gelmesinin sonucunda, yeni yollar ve yöntemler aranmasını da beraberinde getirmişti.

Bu durumu, Öcalan önceden mi görmüştü, yoksa, örgütünün “devlet saikiyle” silah bırakma emrinin ağırlığı altında mı böyle bir açıklama yapmaya mecbur kalmıştı; bu ayrı bir konu, ama ayı zamanda genelde ülke Müslümanlarının, özelde ise Müslüman Kürt toplumunun çeperden merkeze akın, akın gelip yerleşmesi sonucu oluşan muhafazakâr modernleşme (yenileme, yenilenme) seküler modernleşme taraftarlarını da sıkıntılı ve zorlu durumlara düşürmüş oldu.

“Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı” fehvası gereği, modernleşme de, biçim ve anlam değiştirerek devam edecek, ama seküler Türk ve özellikle de aynı minvaldeki seküler Kürt modernleşmesi, tamamen ortadan kalkmayacak olsa da yorgun düştüğünden dolayı havlu atacaktır.

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR