2023 seçim tarihinin 14 Mayıs olarak ilan edilmesi ile beraber sürecin tansiyonu her geçen gün artıyor. Son olarak altı partinin bir araya gelerek sürdürdükleri millet ittifakı Türkiye siyasi geleneğinde bir ilke imza atarak seçime yönelik bir mutabakat metni ve program yayınladı. Dokuz ana başlık, 75 alt başlık ve 2300 den fazla somut proje ve hedef içeren metinin en önemli tarafı artık seçimlere bu altı partinin birlikte gireceği ve beraber hareket etme iradesinin bu “ortak Politikalar Mutabakat Metni” üzerinden bağlayıcı kılınmasıdır.
Metnin psikolojik arka planına bakıldığında iki önemli gerilimin yönetilmeye çalışıldığı görülür. Birincisi iktidarın politikalarına yönelik, somutlaşan konuların muhalif bir tepkisellik refleksi ile belirginleştirilmesi. İkincisi iktidarın ittifak aleyhine kullandığı konularda savunmacı sahiplenmelerden kendini kurtaramaması. Bunların dışında, yeni sivil anaysa, Kürt sorunu, Savunma ekonomisi ve politikaları gibi seçmen kitlesinde kuşku ve güvensizlik oluşturacak konularda genel kırmızıçizgilere dokunmama hassasiyeti. Bu yönüyle ortak metnin popülist niteliğinin daha belirgin olduğu, doğrudan seçimi kazanmaya yönelik güçlü bir pragmatizm iklimi ile kuşatıldığını bir olumsuzluk olarak belirtmek gerekir. Kısa bir süre önce DEVA partisinin parti programının bu anlamda daha cesaret verici bir gelecek Türkiye’si dokunuşu yaptığını belirtmekte yarar var.
Bu tür programların ideolojik ve teknik olmak üzere iki temel alanda incelenmesi daha verimli olacaktır. Teknik konuların iktidarın en fazla propaganda yaptığı ve kendini öne çıkardığı teknoloji, sanayi, tarım, ulaşım vb. alanlara yönelik dengeleyici ve program düzeyinde bir hazırlık içermesi bağlamında yeterli bir yanıt oluşturduğu görülür. Özellikle ekonomiye yönelik varlık fonunun kaldırılması, finans yönetiminin özerkleşmesi ve bilimsel yöntemler üzerinden yönetilmesi gibi hususlar iktidarın ekonomideki zayıf halkalarına yönelik güçlü yanıtlar olarak görülebilir.
Genel olarak teknik konuların liyakat öncelikli yönetim ve organizasyonlarla, yolsuzlukların önüne geçildiği şeffaf ve israfı önleyen verimlilik odaklı, kamu yararı, merkezli yaklaşımlarla kısa sürede çözümler üretme kabiliyetleri geliştirilebilir.
İdeolojik alanda yaşanan tıkanma ve derin arka planları olan sorunlara yönelik yaklaşım ve duruşlar ülke geleceğinin hukuk temelli, hak ve özgürlükler temelli, sosyal adalet ve eşitlik temelli, tüm farklılıkları buluşturma becerisine odaklanmış yeni bir siyaset tarzını kaçınılmaz kılar. Bu yönüyle ortak metin oldukça zayıf, ürkek ve yetersiz kalıyor. Başta yeni anayasa olmak üzere Kürd meselesine kör ve sağır kalmak, seçmen kitlesinin algı mühendislikleri üzerinden ajite edilmiş duygusallığına teslim olmak en risksiz strateji olarak görülmüş ortak metinde. Anadilde eğitim DEVA partisi programında olmasına rağmen ortak metinde yok. Bu konu ile ilgili diğer hiçbir hususa yer verilmemiş. Bu durum sanırım partilerin kendi program, söylem ve yetenekleri üzerinden yönetilmeye çalışılacak.
Yine 1. 2. Ve 9. ana başlıklar bu başlıkların altında yer alan diğer konular statükonun ideolojik iklimini güçlendiren yaklaşımlara sahip. Hatta bu bağlamda yapılan bazı yenilikler ile ilgili olarak tekrar rövanşit bir tepkisellikle eski durumuna dönüştürtüleceğine vurgu yapılıyor. Örneğin askeri bürokrasi ile ilgili kolluk kuvvetlerinin yapısı eski haline dönüştürüleceği, askeri okulların her düzeyde yeniden açılacağı gibi hususular yapılacak düzenlemeler arasında.
İç işlerine bağlanan Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Jandarma Komutanlığı da dahil olmak üzere sivil bir otoriteye bağlı olan kolluk kuvvetleri yeniden Genelkurmay Başkanlığına bağlanacağı vurgulanıyor. Bu askeri vesayetin kurumsal olarak yeniden güçlendirilmesi anlamına gelir. Bu husus tek başına bile ortak politikalar metninin toplumcu siyasete karşı jakoben devlet siyasetini güçlü kılma gibi bir hedefe yöneldiğini gösteriyor. Bu ve benzeri durumlar yeni Türkiye’nin gelecek özgürlükçü, eşitlikçi vizyonu olamaz.
Bir yandan başkanlık sisteminin toplum iradesini yansıtmayan tek adamlığa gittiğini ve bunun için yeniden güçlendirilmiş parlamenter siteme geçilmesinin kaçınılmazlığını vurgulayacaksınız diğer yandan seçilmiş irade üzerinde geçmişin ağır deneyimlerinin de ortaya koyduğu askeri sivil vesayet odaklarını güçlendiren yeni kurumsal düzenlemeleri getireceğinizi ifade edeceksiniz! Bu birbiri ile çelişen ideolojik zeminde gerilimi besleyecek derin bir paradoksal durum oluşturur.
Devletin bir hizmet organizmasına evirilmesi çabası ortak metnin perspektifinin dışladığı en önemli konulardan birini oluşturuyor. Ekonomide emekçi kesimlerin, sendikaların sürece katkılarına ve önemine dair en küçük bir vurgu bile yok. Baroların yeniden birleştirilmesi konusu sivilleşmeyi zayıflatan bir düzenleme olarak görmek gerekir. YÖK ve medya alanlarında özgür düşüncenin güçlendirilmesi, düşünce ve ifade özgürlüğünün her alanda korunacağına, geliştirileceğine dair vurgular, açılımlar, analizlerin olmaması jakoben devlet dönüşümünün en azından umursanmadığını gösterir. Yerel yönetimlerin geliştirilmesi konusu sadece kayyum uygulamalarının tepkiselliği düzeyine indirgenmiş. Katılımcı ve çoğunlukçu demokrasinin en güçlü açılımlarının yerel yönetimlerin geliştirilmesi üzerinden her alanda desantirlazisayon yaklaşımları ile ancak şekillendirilebilir.
Sağlık ve eğitimde yaşanan toplumsal eşitsizliklerin her geçen gün derinleştiği bir ülke gerçekliği ile etkili bir yüzleşmeye girişilemediğini söylemek mümkün. Bu alanlarda her geçen gün büyüyen özelleşme ekonomik zenginliği elinde bulundurulanların üst düzey eğitim ve sağlık hizmeti aldığı bir durumu normalleştiriyor. Bir sonraki adım özel sektörün bu alanlarda kamu politikalarını yönlendirme etkisinin kaçınılmazlığı gelecektir. Nitekim sağlık turizmi üzerinden üretilen algılar bu anlamda ilk açılımlar olarak görülebilir. Evrensel temel haklar çerçevesinde olan eğitim ve sağlığa ulaşma hakları, sosyal devlet olmanın zorunlu görevleri haline getirilmelidir.
Tarım ve turizm gibi alanlarda yaşanan dengesizliklerin Sektörel çözümlerine yönelik tatmin edici açılımların olmadığı görülebilir. Ekonomide yabancı para karşısındaki güçsüzlüğün ülkeyi bir garson devlet haline getirerek tüm zenginlik ve güzelliklerinin yabancılara yok pahasına peşkeş çekilmesinin adına bacasız sanayiden ülkeye döviz girişinin sağlanması olarak görmek, bir toplumsal onurdan bahsedilecekse en çok bu alanda korunması özenine odaklanmalıdır.
Ekonomi yönetimi, yaşam standartlarını doğrudan etkileyen bir alandır. Sosyal yardımlar, kitleselleşen asgari ücret emekçileri üzerinden ülke zenginliklerine rağmen yoksulluğun kitleselleşmesi bu sürecin kanayan en önemli yarasıdır. Kendi ülkesine ortalama bir araca sahip olamayan, herhangi bir turistik tesiste üç beş gün tatil yapamayan, ortalama barınacak bir konuta 30-40 yıl çalışarak bile sahip olmayı hayal edemeyen bir ekonomik gerçeklikle cesaretle yüzleşmeyen bir mutabakat metninin topluma umut vermesi beklenemez.
Vergilendirme sitemi kazanca değil tüketim kalemlerine endekslenmiş bir ekonomik köleliği topluma dayatmakta. Bir otomobilin yarısından fazlasının KDV, ÖTV gibi vergilerle haraca bağlanması, temel tüketim maddelerinde, elektrik, su, akaryakıt, iletişim, gıda, giyim vb. her üründe KDV, bazılarında artı olarak ÖTV gibi vergilerin alınması verginin kazanca değil tüketime endeksli bir sitem üzerinden yönetildiğini gösteriyor. Ekonomide insan merkezli onurluca bir yaşamın devlet denilen aygıt tarafından sağlanması merkezli bir bakışı bu metin ortaya koymuyor. Bu yönüyle iktidar ve muhalefet bir paranın iki yüzü gibi aralarında niteliksel bir farkın olmadığını gösteriyor.
Adalet ve sosyal devlet anlayışının toplumun tüm kesimlerine tüm iş ve işlemlerde eşitlikçi bir yaklaşım ortaya koyması kamu düzeninin müzminleşen diğer en önemli konularından birini oluşturuyor. Nepotizm, partizanlık vb. dinamikler üzerinden şekillenen ayrımcı uygulamalar başta gençlik olmak üzere birçok kesimin güven ve gelecek kaygılarını umutsuzluğa sürüklediği görülür. Kartviztler üzerinden her türlü istihdam, ihale, iş ve işlemlerin yürütüldüğü bir kamu düzeni ehliyet, liyakat, emek, adalet, güven gibi temel değerleri anlamsızlaştıran kırılmalar yaratır.
Genel olarak gelecek Türkiye’si için paradigmal değişim program ve yaklaşımları ortaya koyma cesaretine ihtiyaç olduğunun altını çizmek gerekir. Sadece seçim kazanmaya odaklanmış ve buna endeksli hassasiyetler üzerine kurulmuş bir siyasi yaklaşımın, evrensel hak ve özgürlükler merkezli, toplumun tüm kesimlerini kuşatan ve toplumcu siyaseti merkeze alarak devleti bir hizmet organizasyonuna dönüştürecek güçlü bir çıkış üretmesi mümkün görünmüyor.
Ortak politikalar mutabakat metni genel olarak birçok faklı eğilme sahip partileri bir araya getirmesi bağlamında demokratik kültürü geliştiren, güçlendiren bir girişim olarak görülmelidir. Buna rağmen, metin üzerinde statükonun toplumcu siyaset kültürünün hak ve özgürlükler ikliminde güçlendirilmesine odaklanmadığı, mülteciler, İstanbul anlaşması, Kürt meselesi gibi birçok konuda iktidara tepkisellik üzerinden bu yaşamsal konuyu teğet geçtikleri ve son tahlilde statükonun paradigmal reflekslerinden kendini kurtaramadığı görülür.
Kaynak: Farklı Bakış