CEM SEYMEN sosyal medyada yaptığı bir paylaşımda, Türkiye’nin mezardan yönetildiğini; Mustafa Kemal için de “ mezarda ülkesini yöneten tek lider” ifadesini kullanır.
El hak doğrudur; hal-i hazırda Türkiye mezardan yönetilmektedir; zira Türkiye’yi yönetme iddiasında bulunan muktedirler(!) dün olduğu gibi bugün dahi- gönüllü gönülsüz- Anıtkabir’den direktifler almaya ve bu direktifler doğrultusunda ülkeyi yönetmeye devam ediyorlar.
Bu ciddi bir mes’ele ve ne yazık ki sadece siyasi alanla da sınırlı değildir. Türkiye’nin mezardan yönetilmesini anlayabiliyorum; zira hâlâ bu Müslüman toprakların en kudretli gücü Laik seküler Kemalist güçtür. Bunun en açık delili ise bütün iktidar adaylarının -sağcı, solcu ya da bir başka isim altında - yaptıklarını ve yapacaklarını ve tabi ki yaptıklarının sonuçlarını Mustafa Kemal’e refere etmeleridir. Mesela Anıtkabir’e gidip onay almayan bir başbakan veya bir C. Başkanı var mı bildiğiniz.
Bu, bir paganist anlayış mıdır? Kesinlikle evet!
Bundan kurtulmak mümkün müdür? Kesinlikle mümkündür!
Nasıl?
Öncelikle ve kesinlikle zihinlerimizi mezarlardan beslemeye bir son vermemiz lazım. Mezardan maksadım geçmişe ait; atalarımızın ürettiği kutsal, doğma ve tortu kabilinde her ne varsa. Geçmişe ait yani geçmişten gelen tek bir kutsal varsa o da Hz. Peygamberin kendisine inen vahiy doğrultusunda inşa ettiği üsve-i hasene olan yaşamıdır. Diğer bütün üretilmiş bilgiler, tezler, söylentiler- İslam dünyası için söylüyorum- gal-u gilden ibarettir. İşe yarayanı-ma’ruf olan- alır, yaramayanı- münker olan- terk ederim.
"Mezardan zihin inşasını" bir hastalık olarak değerlendirdiğimi belirtmek isterim; zira mezar yani geçmiş geçmiştir; eskimiş, pörsümüş ve güncelliğini ve hatta canlılığını kaybetmiştir. Buna “geleneğe karşı çıkmak, redd-i miras” gibi şablonlarla kimileri karşı çıkabilir, küçümseyebilir.
Halbuki “Hayy” olan Allah an be an yaratmaktadır; varlık diridir, canlıdır ve hareket halindedir. Ben, sen ve her şey bu dirilik ve canlılık içerisinde bir hayat sürmekteyiz. O halde neden “her şeye” zihni, düşünceyi ve eylemleri de eklemlemiyoruz. “Her şey” diri, canlı ve hareket halinde iken neden mezardan beslenme gibi bir ölü şeye zihnimizi dolayısıyla eylemlerimizi tabi tutuyoruz!
Ne kadar acayip değil mi: Âlimlerimiz ölü, liderlerimiz ölü, okuduğumuz kitaplar ölülerin kitapları, örnek aldığımız şahsiyetler ölü ve ben şu an bile ölülerden bahsediyorum!
Peygamber de öldü, diyenlere: Elbette O ( s.a.v.) ölmüştür; ancak baki olan Allah’tır ve Allah’ın sözleri de kendisi gibi diridir- Hayyün la yemut- diriden diri çıkar fehvasınca Müslümanların bilgilerini güncellemeleri, yaşamın diriliğine ve hareketliliğine zihinlerini de tabi ve uyumlu kılmaları sorunlarımızın önemli bir kısmını halleder, kanaatindeyim.
Bunun nasıl yapılacağı ise bir başka yazı konusu.