ALTAN TAN

Tarih: 23.01.2025 13:09

Menzil'deki rezalet

Facebook Twitter Linked-in

1 Ekim'den bu yana, Devlet Bahçeli'nin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışında yaptığı beklenmedik çıkışını tartışıyoruz.

Neredeyse Devlet Bahçeli'yle yatıyoruz, İmralı'yla, Abdullah Öcalan'la kalkıyoruz.

Bugün sizlere daha farklı bir mevzudan bahsetmek ve bu konu üzerinde biraz dertleşmek istiyorum.
 

Tarikatlar, İslam tarihinin en önemli kurumlarından biridir

YouTube'da sizler gibi ben de geziniyorum ve birçok konuşma programı karşıma çıkıyor.

Son dönemlerde Menzil tarikatında meydana gelen, 5 kardeş arasındaki ibretlik kavgaları izliyorum.

Niye ibretlik diyorum?

Biliyorsunuz ki tarikatlar, İslam tarihinin en önemli kurumlarından biridir.

"Peygamber zamanında var mıydı, yok muydu?", "Dört Halife döneminde nasıldı?", "Sonra nasıl çıktı, nasıl geçti?", "Doğru mu, yanlış mı?", "Ne kadar hurafe ne kadar İslam'a uygun?.." Bunlar, ayrı birer tartışma konusu.

Ama yadsınamaz bir gerçek var ki, 1400 yıllık İslam tarihinin en az 1300 yılına damgasını vuran tarikatlar vardır.

Kadirilik'ten Rufailik'e, Çeştilik'ten Sühreverdilik'e, Şazeli'den Nakşibendilik'e kadar onlarca tarikat vardır.

Ve bu tarikatlar arasında da ne yazık ki dönem dönem ciddi ihtilaflar, rekabetler ve çatışmalar yaşanmıştır.

Bugün ise Menzil tarikatından bahsetmemin sebebi, bu ihtilafların, bu yozlaşmaların, bu yıpranmaların nerelere kadar uzandığıyla ilgili.

Tarikatların kısaca 2 hedefi vardır:

  1. İnsanları Allah'a kul etmek, Allah'a bağlamak.
  2. İyi bir insan haline getirmek. İnsanı elinden, belinden, dilinden emin olunabilecek, merhametli, vicdanlı, sadık, emin, cömert, mütedeyyin bir insan yapmak.

Çok fazla uzun uzadıya teferruata, ayrıntıya girmeye gerek yok.

Ve bunun da adı İslami literatürde nefis terbiyesi.

İnsanın egosu, nefsidir.

İçindeki tırnak içinde hayvani duyguları bir şekilde eğitmek, yanlışlardan arındırmak, düzeltmek ve insanın içindeki bütün o birbirine zıt duyguları yerli yerine oturtmak.

İşin felsefesi budur.

Ve burada dünya malı, mevki, makam, hırs, intikam, kıskançlık asla yoktur.

Bu duyguların tamamı törpülenmeli ve bu duygulardan arınmış kâmil insan hedefe konulmak istenilen tarihte budur.

Yunus Emre'nin de dergâhına bakarsanız, aynı; Halac-ı Mansur'un, Muhiddin-i Arabi'nin ve daha onlarca, yani Seyyid Ahmet Yesevi'den, Şeyh Abdülkadir Geylani'den, Şazeli'ye, Abdülkadir Cezayiri'ye kadar bütün bu tarih içerisindeki ekolün, mekteplerin ana çizgisi, ana hedefi.


Menzil'deki bu felaket hadiseler nedir?

Peki, para, pul, mevki, makam, hırs, intikam, kin ve kıskançlığın olmaması gereken bu tarikatların şu an Türkiye'de etki alanı itibarıyla en büyüğü olan, birinci sırada yer alan Menzil'deki bu felaket hadiseler ne?

Yani başka bir kelime kullanmadım, "felaket" diyorum.

Çünkü siz insanlara kardeşlik, eşitlik, tevazu, dünya malından uzaklaşma… anlatırken bunun öğreticisi ve öğretmeni iken, siz birbirinize bunlar için düşerseniz, diğer ders verdiğiniz tasavvuf literatüründeki müritleriniz ne yapsın?

Muhtemelen tarikatının geçmişini biliyorsunuz; bilmiyorsanız da çok kısa olarak özetleyeyim:

Siirt'in, Balkan ilçesinin Bilvanis köyünden olan Seyyid Abdulhakim El Hüseyni, bin bir zorlukla, fakir bir ailenin çocuğu, bütün şeyhler gibi ilk çıkışta gariban, bir lokma bir hırka ile hayatını sürdüren bir insan. Bu insan ilk eğitimini değişik medreselerde, tarikatlarda aldıktan sonra, sonuç itibariyle Suriye'de Şeyh Ahmed Haznevi'nin müridi oluyor. 

Şeyh Ahmet Haznevi 1950'de vefat etti.

Şeyh Abdulhakim Bilvanisi, o halifeliği Suriye'de Şeyh Ahmed Haznevi'den aldıktan sonra Türkiye'ye geliyor, bir müddet irşat faaliyetinde bulunuyor ve daha sonra 1970'te, 1971'de Adıyaman'ın Menzil Köyü'nde araziler alıyor ve oraya yerleşiyor.

Mütevazı bir aileden, mütevazı bir tarihten bugün duyduğumuz vakit inanamadığımız yüz milyonlarca dolarlık, bazılarına göre çok daha fazla, tabi rakamı bilmiyoruz, bir servete ulaşılmış durumda.

Tabii buna nasıl ulaşıldı, ne oldu, nasıl gelindi?... Bunlar, ciddi bir araştırma konusu.

Şeyhler, ticaret bilmeyen, ticaret yapmayan, yani ümmetin zekâtları, sadakalarıyla veya kendi el emekleriyle, yani tarlada çalışan, çift süren şeyhler bile var tarihte…

İşte el emeği dediğim bu; kendi emekleriyle geçinen insanlar.

İki kuşak içerisinde, üçüncü kuşakta, yani şu anki kavga eden 5 kardeş, Şeyh Abdulhakim'in oğlu, Şeyh Abdülbakir'in çocukları.

Birinci, ikinci, üçüncü kuşak.

 


 

Bunlar, sizin şahsi malınız değil

50 yıl zarfında böyle bir servet nasıl meydana geldi? 

Ümmetin sadakalarıyla, zekatlarla, teberrularla verdiği bu paralar, bu mülkler nasıl şahsi mülk haline geldi?

Bu tarihte de oldu.

Mesela Sultan Abdülhamid döneminde, Mardin'deki Şeyh Abdurrahman Hamidi'ye, Diyarbakır'daki şeyhlere, değişik hürriyetlerdeki şeyhlere belli araziler, köyler verdi.

Niye verildi?

Ona bir bayram hediyesi-harçlığı olarak değil, medreseye vakfedildi.

Bu vakıfların, bu vakıf arazilerinin tamamı zaman içerisinde o şeyh çocuklarının, şeyhzadelerinin şahsi mülkü tapusu haline geldi.

Sabahtan akşama kadar "helal-haram" dersi veren bu zatlar, maalesef olduğu gibi haram bir mülkün üzerine oturdu.

Birincisi bu.

Yani bunlar şahsi malınız değil;

Bunlar ümmetin hizmeti için, seven zenginlerin, ağaların, beylerin, padişahların vakf olarak medreseye, sizin hizmetinize verdikleri servet. Şahsınıza değil!


İnsanı üzen ve utandıran bir kavga!

Ve bugün o mal üzerinde korkunç bir kavga var.

İnsanın dinlerken üzüldüğü ve utandığı bir kavga.

Niye üzüldük ve utandık?

Çünkü bu kadar kelli felli, milletin itibar ettiği, elini öptüğü insanların bir sokak satıcısı gibi birbirlerine düşmeleri, birbirlerini suçlamaları, müritlerin önünde birbirlerine hakaret etmeleri, insan olarak utanılacak, ümmet adına da üzüntü duyulacak.

Niye Müslümanlar bu hale gelsin?

Bu kadar büyük kitleleri etkileyen yapılar neden bu kadar çürümüş olsun?

Tabii bu servetler nasıl biriktirildi; millet biliyor.

İnternet siteleri haberlerle dolu...

"Enerji Bakanı Taner Yıldız onlara çalıştı", "Sağlık Bakanı Akdağ onlara çalıştı"… Bir sürü haber.

Üstelik bunları yalanlayan da yok, enteresan bir şey.

Yazık tabii.

Çok yazık.

Ümmet adına yazık.


Mutlaka mali şeffaflık, ahlaki denetim ve itikadi kontrol olmalı

Ben eskiden beri söylüyorum, tarikatlar ve cemaatler İslam toplumunun en önemli kurumlarından biridir.

Dediğim gibi, nasıl, ne denir, ne kadar doğru edilir; ayrı bir şey.

Bu sorgular, bütün kurumlar için geçerlidir.

Ama ilk olarak, buralarda mutlaka ciddi bir mali denetim ve şeffaflık olmalı.

İkincisi, ahlaki denetim olmalı. Bir parti başkanı şeyh de vardı, sürekli 18 yaşında kızlarla evleniyor. Evlilik hayatı, özel hayatı karmakarışık. Mülk hayatı karmakarışık. Mutlaka bir ahlaki denetim olmalı.

Üçüncüsü de, bir itikadi kontrol olmalı. Ha bu itikadı gelip polisin kontrol edeceği yok.

Yani söyledikleri, anlattıklarıyla ilgili "cennete götüren terlik", "ateşte yanmayan kefen" gibi safsatalara karşı da bu işleri bilen ciddi alimler, bilgi sahipleri tavır koymalı.

Yoksa devletin inzibatı polisi değil.


Evet, yazık.

Yani aynı şey Suriye'deki Haznevi tarikatından da oldu.

Baba ile oğullar birbirlerine girdi.

Kardeşler birbirini öldürecek kadar bir noktaya geldi.

Bütün müritler birbirine girdi.

Bazı tarikatlarda cinayetler işlendi.

Yazık!

İslam adına, din adına, Müslümanlar adına yazık.

Bunlar, hem utanılacak hem de çok üzücü şeyler.

 

Kaynak: İndependent Türkçe

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —