Mehmet AKTAŞ

Tarih: 30.10.2019 16:51

Mehmet Aktaş; Kırk Haramilere Bedel Dört Mülteci...

Facebook Twitter Linked-in


Bastığı yeri titreten yaman adamlarım var benim. Zımba gibi gençlerden oluşuyor grubum. Ben onları seviyorum onlar beni. Dörtyüz hanelik site içinde binalarımız farklı olsa da komşuluk ve dostluğumuz birinci derecedendir bizim. Boşuna telaşlanmasın hafiye teşkilatı, gizlimiz saklımız yok, her akşam Bilal-i Habeşi camisindeyiz.
Muaz Filistinli. Adem ve Temim kardeşlerle Kenan Suriyeli. Gruba seyrek katılan diğer gençlerin isimlerini hatırlamıyorum. Olmazsa olmazımız ve tercümanımız Adem. Bakmayın siz şimdi onların ilkokul çağında olduklarına, on seneye kalmaz hepsinin bıyıkları terler bunların.
Çocukları gönüllemek için bizim zamanımızın ihtiyarları şeker taşırlardı ceplerinde, biz bozuk para taşıyoruz. Belki buna ihtiyaçları yok ama biz kendi mantığımızı kullanıp avuçlarına sıkıştırdığımız birer ikişer lirayla çocukların ileride anlatacakları güzel hatıraları olsun istiyoruz. Ezan okunduğunda namaz, cami gördüklerinde iyi adamlar gelsin akıllarına. Veresiyeleri geçtik, şu an karşılıklı kalplerimizde oluşan muhabbet bile bizim için paha biçilmez değerde.
İtişip kakışmaları daha ayakkabılıkların önünde başlar, seslerinden anlaşılır camiye geldikleri. Göz göze geldiğimizde ancak teskin olur yürekleri. Aynı safta yan yana durduğumuzda, keyfe gelip zevkle kılarlar namazlarını. Rükûya eğildiğimizde ulaşırız hazzın doruğuna. Dizlerini tuttukları minik elleriyle çıplak ayaklarını gördüğümde yağları erir yüreğimin. Öpüp başıma koymak isterim o minik ayakları.
Kurban Bayramı’ndan onbeş gün sonrasıydı. Akşam eve geldiğimde yabancı uyruklu bir çocuğun bize hurma getirdiğini söylediler. Hacdan yeni dönen Türkistanlı Abdullah göndermiştir diye düşündüm. Ertesi akşam Abdullah’a sorduğumda ‘Yok, ben göndermedim’ dedi. Hukukum olan yabancı uyruklu diğer tanıdıklara sordum, kimsenin böyle bir hediyeden haberi yok.
Sonraki günlerde aynı çocuk elinde tabakla gün aşırı bizim evin kapısını aşındırmaya devam ediyor fakat kimliği muamma. Sevimli afacan Türkçe bilmiyor numarasına yatıp profesyonelce gizliyor ismini bizimkilerden.

Neler getirmiyor ki çocuk... Pasta börek kurabiye... Ivır zıvır evde ne bulursa kaptığı gibi soluğu bizim kapıda alıyor.
İslam coğrafyasının kültürleri farklı olsa da geleneklerimiz birdir bizim. Dolu gelen tabak boş inmiyor merdivenlerden; Allah ne verdiyse her seferinde bizimkiler de bir şeyler koyup öyle gönderiyorlar çocuğu. Fakat bu çocuk kim?..
Üç ay süren merakın ardından nihayet dananın kuyruğu kopuyor. Cumartesi günü çekirgenin son sıçrayışına şahit oluyor bütün aile.
O gün öğle üzeri kapıyı ben açtım. Grubumuzun en aktif üyesi sekiz yaşındaki Suriyeli Adem’di karşımda duran. Beni görünce aceleyle elindeki poşeti kapının eşiğine bırakıp pırt diye asansöre daldı. Ardından ne kadar bağırdıysam da nafile. Çiçek desenleriyle süslü beyaz pijamalı minik yavru çoktan sırra kadem basmıştı bile.
Açıp baktık... Bu sefer getirdiği poşetin içinde yarım kavanoz bal vardı. Kavanozu yarım görünce afallıyoruz. Yoksa bu çocuk hediyeleri ailesinden habersiz mi getiriyordu bize? Dolapta dişe dokunur bulduklarını çaktırmadan aşırıp karınca gibi bize mi taşıyor?.. Merakın birinden kurtulmadan ikincisi dikiliyor karşımıza.
Aynı akşam yatsı namazı dönüşü yolda Filistinli Muaz’ın babasına açtım konuyu. Sanki olaydan haberi varmış gibi güldü ‘Meraklanacak bir şey yok Abi, bize de getiriyorlar’ dedi. ‘O çocukların babası lokantada çalışıyor. Akşam tezgahta kalan mamüllerle haftasonu açık büfe kahvaltıdan artanları getirip konu komşuya dağıtıyorlar. Size getirdikleri de onlardandır.’ Filistinli komşuma 'İyi geceler' dileyip sükuta geçiyorum.
Çocuk kalbi... Saf, berrak ve duru... Sevdiği lokmaları paylaşmış bizimle, akşamdan kalan misafir artıklarıyla perçinlemiş gönüllerimizi.
Kırk haramilere bedel yaman adamlarım var benim... Biz Adem, Muaz, Kenan ve Temim... Mülteciyiz... Takılıp bir kuş kanadına, alemleri dolaşır yüreğimiz...


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —