Son Elçi, Medine’ye hicret edince, İslam devletini kurmadan önce bu devletin temelini oluşturacak bazı işler yaptı. Bu yapılan işler her devletin de temelini teşkil ediyor. Nedir bunlar?
a) Son Nebi Medine’ye hicret edince, daha devesinden inmeden bir mescit yeri belirledi ve inşaatı başlattı. (Mescit; İnancı yani imanı, ibadeti Allah’a güveni ve itaati sembolize ediyor.)
b) Mescidin yanına yatılı Suffe okulunu inşa etti. (Eğitim ve öğretimi sembolize ediyor.)
c) Medine’de bir pazaryeri ve çarşı kurdu. Mekke’den gelen Müslümanların çoğu bu çarşıda alışveriş yaparak geçimlerini sağlamaya başladılar. (Ticareti,iktisadî iyileşmeyi ve ekonomiyi sembolize ediyor.)
d) Müslümanlar arasında sözde kalan değil; fiilen gerçekleştirilen kardeşlik bağlarının güçlendirilmesi amacıyla Mekkeli muhacirler ile Medineli Ensar arasında kardeşlik bağları kurdu. (Müslümanlar arasında Maddi ve manevi yardımlaşmayı, sosyal dayanışmayı, birlik ve beraberliği sembolize ediyor.)
e) Müslüman olmayanların da adaletli bir şekilde hak ve hukuklarının gözetilip herkesin güvende olduğunun teminat altına alınması hedeflenerek Medine’de bulunan bütün vatandaşların (Müslüman, Müşrik ve Yahudiler arasında) ittifak ettikleri ve üzerinde anlaştıkları bir anayasanın (Medine Sözleşmesi’nin) imzalanmasını sağladı. (Siyasi bağımsızlığı, kurumsallaşmayı, adaleti, hak ve hukukun korunmasını, iktidarda / yönetimde muktedir olmayı, askeri teşkilatlanmayı sembolize ediyor.)
Bu beş temel ve sütun üzerine Medine’de başkanlık sistemine dayanan bağımsız konfederatif bir devlet kuruldu. Bunlar olmadan güçlü bir sosyal, siyasi ve ekonomik yapının oluşturulması mümkün değildi. Zorla devlet kurulmaz. Bu temeller atıldıktan sonra zaten devlet kurulmuş oluyor. Medine bağımsız bir devlet haline gelince, devletin sınırları belirlendi ve ilk nüfus sayımı yapıldı.
Medine şehir devleti, Müslümanlar için bir vatan olmuş, bir anayasa hazırlanmış, ordu kurulmuş, eğitim başlamış, kurum ve kuruluşlar oluşturulmuştu. Hepsinden önemlisi; herkesin saygı gösterdiği, güvendiği, bağlı bulunduğu;adaletli, merhametli örnek bir şahsiyet olan bir peygamber devlet başkanı olmuştu. H. 1. yılın sonlarına gelindiğinde; Medine dışında da İslam yayılmaya başladı. Resulullah döneminde ve Raşit halifeler döneminde yeryüzünden haksızlığı, zulmü, baskı ve kötülükleri ortadan kaldırmak için Müslümanların kılıç ellerinden düşmüyor mücadele ediliyorlardı. Allah’ın dinine teslim olanlar eğitiliyor, diğer yandan sürekli genişleyen coğrafyalarda siyasi otorite ve ordu güçlendiriliyor, ekonomi, sosyal ve kültürel yapı, hak, hukuk ve adalet olgunlaştırılmaya çalışılıyordu.
Bugün de bazı coğrafyalarda çok ihtiyaç duyulan ‘Medine Sözleşmesi’ni önemine binaen biraz açmak istiyoruz:
Medine Devleti Anayasası
Muhammed Hamidullah’ın da belirttiği gibi; İslam devletinin bu anayasası, yeryüzü devletlerinin ilk yazılı anayasası olma özelliğini taşıyor.[1] Müslümanların, Müslümanlara nasıl davranacağını herkes biliyor. Müslümanlar, Müslüman olmayanlara nasıl davranacaktır? Bu sorunun cevabını Mümtehine suresinde açık bir şekilde okumaktayız:
“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onları dost edinirse, işte zalim olan onlardır.” (Mümtehine: 60/7-9)
Bu ayetin ışığında, Müslümanların, birlikte yaşadığı gayrimüslimlerle hukuki bir ortam oluşturarak herkesin haklarının korunup adaletle, güven ve huzur içinde yaşamaları hususunda “Medine Sözleşmesi”, güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Hicret öncesi Yesrib’de (Medine’de) siyasi bir devlet otoritesi olmadığından, her kabile yaptırdığı hisar ve kalelerle kendini savunmaya ve sorunlarını da herkes kendisi çözmeye çalışıyordu. Bu sözleşmeyle resmen bir devlet kuruldu. Güç birliği yapıldı. Sözleşmede, kabilelerin isimlerinin tek tek yazılması, o toplumları; dini, etnik ve sosyal kimlikleriyle tanımak, kabul etmek anlamına geliyordu. Sözleşmede, özellikle garantör rolü üstlenen Müslümanların hakları ve birliği sağlanmaya çalışılıyor. Aksi takdirde sözleşmenin yürürlükte kalması çok uzun ömürlü olmayabilirdi.
Sözleşme metni, özetle şu hükümleri içeriyor:
İnanan ve takva sahibi olan (Allah’ın koyduğu sınırlara riayet eden) kimseler, en doğru yoldadırlar.
Hiçbir mümin, diğer bir mümin aleyhine bir başkasıyla anlaşma yapamayacaktır.
Hiçbir mümin, bir kâfir için, bir mümini öldüremez ve bir Mümin aleyhine hiçbir kâfire yardım edemez.
Müminler, diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin dostu ve kardeşi durumundadırlar.
Kim bir saldırganlık, haksızlık ve suç işlerse, karışıklık çıkarırsa; bu kimse, onlardan birinin çocuğu bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.
Yahudilerden bize tâbi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara düşman olanlarla yardımlaşmaksızın, yardım ve desteklemeye hak kazanacaktır.
Hiçbir müşrik, bir Kureyşlinin mal ve canını himayesi altına alamaz ve Kureyşliye hücum edilmesine mani olamaz.
Herhangi bir kimsenin, bir müminin ölümüne sebep olduğu kesin delillerle tespit edilirse, öldürülenin velisi (hakkını müdafaa eden) rıza göstermezse, kısas hükümlerine tabi olur; bu halde bütün Müminler ona bu konuda karşı olurlar.
Herkes, işlediği suç ve yaptığı haksızlıkla yalnız kendine ve aile bireylerine zarar (vermiş) olacaktır.
Bir yaralamanın intikamını almak yasak değildir. Bir kimse, bir adam öldürecek olursa, kendini ve aile bireylerini sorumluluk altına sokar.
Yahudilerden hiç kimse Muhammed’in izni olmadan (sefere) çıkamayacaktır. (Müslümanlar aleyhinde başkalarıyla antlaşma yapmalarını önlemek için. Nitekim nu ihanetlerini gizlice yaptılar.)
Savaşta, Yahudilerin masrafları kendi üzerine; Müslümanların masrafları da kendi üzerindedir. Anayasa metninde isimleri geçen kimselere savaş açanlara karşı, onlar kendi aralarında yardımlaşacaklardır. Kimse, müttefikine karşı bir suç işleyemez. Zulmedilene yardım edilecektir.
Yahudiler, Müslümanlarla birlikte, savaştıkları müddetçe masrafta bulunacaklardır.
Himaye altında bulunan kimse, bizzat himaye eden kimse gibidir. Kendisine zulmedilmez ve kendisi de suç işleyemez.
Anayasa metninde ismi geçen kimseler arasında kavga veya öldürme olursa; konu, Allah’a ve Resulullah Muhammed’e götürülecektir.
Ne Kureyşliler ve ne de onlara yardım edecek olanlar, himaye altına alınacaklardır.
Yesrib’e (Medine’ye) hücum edecek kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır. Yahudiler, (Müslümanlar tarafından) bir barış antlaşmasına katılmaya davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir.
Her zümre, kendilerine ait bölgeden sorumludur.
Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. (Herkes inancında, ibadetinde ve inancının gereğini yerine getirmede özgür ve serbesttir.) Üzerinde ihtilafa düşülen herhangi bir konu, Allah’a ve Muhammed’e götürülecektir.
Bu antlaşma, bağımsız İslam devletinin temellerini atma, iç ve dış düşmanlara karşı güvende olma, yardımlaşma, siyasi otorite, ekonomik ve askeri güçlenme açısından çok büyük faydalar sağlamıştır. Bu antlaşma sayesinde İslam her tarafa yayıldı ve güçlendi.
Hz. Muhammed yaptığı hiçbir sözleşmeyi ve anlaşmayı asla bozan taraf olmamıştır.
Yahudiler, barışa ve sözleşmelere daima karşı olmuşlardır. Bu nedenle yaptıkları göstermelik antlaşmaları, fırsat bulunca ihanet ederek bozarlar. Muharref Tevrat’ta şöyle diyor: “Ve sen onları vuracağın zaman; onları tamamen yok edeceksin. Onlarla anlaşma ve barış yapmayacaksın. Ve onlara acımayacaksın.”[2] Medine Sözleşmesi, önce Kaynuka Yahudilerinin, sonra Nadiroğulları Yahudilerinin ve daha sonra da Hendek savaşında Kureyzaoğulları Yahudilerinin ihanetleriyle yürürlükten kalktı.l
[1] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I/122
[2] Muharref Tevrat, Tesniye Bölümü:7/3