Allah Resulü (sav): “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir”[1] buyurmuştur. Ancak biz öyle bir dönemde yaşıyoruz ki “okuyan cahil, dinleyen anlamıyor, anlayan yaşamıyor, yaşayan ihlâslı değil, ihlâslı olan da istikrarlı değil. Öğrenen öğretmiyor, ezberleyen neyi niçin ezberlediğini bilmiyor.”
Yüce Allah, Kur’an ayetleri üzerinde düşünmemizi istemiştir. “Peygamber, ‘Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi’ dedi.”[2] “Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?”[3]
Kur’an’ı Nasıl Okumalıyız?
Elbette ki Allah’ın kelamını, tefekkür, tezekkür, tefekkuh, tedebbür, teemmül, taakkul, nazar ve itibar ile okumalıyız. Tefekkür, fikir ve düşünce üretmek amacıyla yapılan okumadır. Buna göre Kur’an’a fikir danışacağız, fikirlerimizi Kur’an referansıyla geliştireceğiz. Tezekkür, öğüt almak, hatırda tutmak amacıyla yapılan okumadır. Buna göre Kur’an’ı kerimin buyruklarından öğüt almak için okuyacağız. Tefekkuh, zamanın ruhuna uygun ilmihal oluşturmak amacıyla yapılan okumadır. Buna göre Kur’an ayetlerinin gölgesinde bir fıkıh, bir ilm-i hal, bir dünya görüşü geliştirmek için okuyacağız. Tedebbür, bir işin sonucunu başından hesap ederek, tedbir üretmek amacıyla yapılan okuma ve geliştirilen eylemdir. Buna göre hem dünyamızı hem de ahiretimizi kurtarabilmek amacıyla okuyacağız. Teemmül, gelecek kurmak, ümit vermek için yapılan okumadır. Buna göre durum ne olursa olsun ümitlerimizi ve dinamik ruhumuzu korumak için okuyacağız. Taakkul, olaylar arasında bağlantı kurarak yapılan okumadır. Buna göre Allah’ın ayetlerinin gölgesinde olayları değerlendirmek ve ilişkilendirmek amacıyla okuyacağız. Nazar, bakış açısı geliştirmek amacı ile yapılan okumadır. İ’tibar, ders çıkarmak, ibret almak amacıyla yapılan okumadır.
Böyle kuşatıcı bir okumayı gerçekleştirmek için okuma ile alakalı olan şu kavramları iyi tahlil etmek durumundayız:
Tilavet, Kıraat, Tertil, Tecvid
Hz. Peygamberin vefatından sonra Kur’an hıfzına olan ilgi giderek artmıştır. İşin başında bununla Kur’an’ın o toplumdan kaybolmaması amaçlanmıştır.
Ebu Musa el-Eş’arî (r.a) Basra valisi iken halife Ömer’e yazdığı bir mektupta Basra’da pek çok kimsenin Kur’an’ı ezberlediğini bildirmiş, Müslümanların halifesi Hz. Ömer de onlara maaş bağlanmasını istemiştir.
Ancak Ebu Musa ertesi yıl hafız sayısında büyük bir artış olduğunu haber verince Hz. Ömer: “Onları kendi hallerine bırak. İnsanların Kur’an’ı ezberlemekle meşgul olurken onun hükümlerini öğrenmeyi ihmal etmelerinden kaygı duyuyorum.” diyerek hafızlara maaş bağlamanın, “maaş için hafızlık yapma” gibi sakıncalı bir sonuç doğuracağı tehlikesine dikkat çekmiştir.[4]
Bu kıssadan iki husus ortaya çıkıyor. Bunlardan birincisi Kur’an’ın lafzından ziyade manaya yoğunlaşmak gerektiğidir. İkincisi ise maaş bağlandığı için hafızlarda artışın olmasının büyük tehlike olarak değerlendirilmiş olmasıdır.
Unutulmamalıdır ki “hafız” demek Kur’an’ın kelimelerini, ayetlerini sadece ezberleyen değil, aynı zamanda onun manasını kalbine, ruhuna nakşeden, beynine alan ve gönül dünyasında seyrettiren insan demektir. Bu anlamda Kur’an’ı içine sindirmiş olan gerçek “hafız” yürüyen ve konuşan Kur’an demektir. İşte bu hafızlar; rivayetlerde ifade edildiği gibi: “Anne ve babalarına taç giydiren hafızlardır.”
Bizzat Kur’an, okuduğunu anlamayan ve yaşamayanları, “kitap yüklü merkeplere”[5] benzetmiştir. Bundan dolayı Hz. Ali, “Ey ilmin taşıyıcıları! Siz kimin âlim olduğunu biliyor musunuz? Âlim ilmiyle amel eden kişidir.” demektedir. “Yaşanmayan ilim geçmeyen para gibidir” demiş Cenap Şahabettin. Yunus Emre ise: “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır” diyerek ilimden ve okumadan esas amaçlanan şeye dikkat çekmiştir.
Gazzali’ye göre; Kur’an’ı hakkıyla okuyabilmek için dilin, aklın ve kalbin işbirliği yapması gerekir. Buna göre; dil okumalı, akıl dilin okuduklarını tercüme etmeli, kalp ise bunlardan gereken dersi almalıdır.[6] Dil yazacak, beyin komut verecek, kalp yerine getirecek… Kalbin okuması rahmettir, aklın okuması hikmettir, vicdanın okuması hem hikmet hem de rahmettir.
Bu çerçevede şunu söylemek mümkündür: “Dilin okumasına tilavet, beynin tercümesine kıraat, kalbin ders almasına tertil, hepsinin işbirliği yaparak ortaya koyduğu okumaya tecvid denir. Çünkü tecvid, Kur’an’ın yanlış anlaşılmaması için yapılan güzel okumanın adıdır. Sözün özü; ‘tecvi; doğru oku, yanlış anlamasınlar!’ mesajını vermektedir.”
Muhtemelen bu anlam itibariyle Hz. Peygamber, hafızları Abese suresinde yer alan “sefere-i kiram”a benzetmiş ve hafızların cennette onlarla beraber olacağını müjdelemiştir.[7] Nitekim Allah Resulü (sav) başka bir hadisi şerifte şöyle bir müjde de vermektedir:
“Kim Kur’an okur ve onu ezberler, helalini helal kılar ve haramını haram kılarsa, Allah, bu Kur’an sebebiyle onu cennetine koyar ve ailesinden cehenneme girmeyi hak eden on kişiye şefaat hakkı tanır.”[8]
Kaldı ki hafız için şeref olarak yüce Allah’ın “el-Hafiz” isminden kendisine pay biçmesi yeter.
Kur’an, Sahibini Yüceltir
“Gerçekten bu Kur’an, en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.”[9] “Şüphesiz bu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan hesaba çekileceksiniz.”[10]
Buhari’de yer alan bir bilgiye göre yaşlı ve genç hafızlar Hz. Ömer’in meclisinde bulunur, Hz. Ömer onlarla istişare ederdi.[11] “وكان القراء اصحاب مجلس عمر ومشاورته”
Hz. Ömer’in Mekke’ye vali tayin ettiği Nafi’ b. Abdulharis, Mekke taraflarındaki Usfan’da Halife Ömer’e rastlar. Halife Ömer ona: “Bu vadi halkına kimi memur tayin ettin?” diye sorar. O da: “İbni Ebza’yı tayin ettim” der. Hz. Ömer: “İbni Ebza kimdir?” diye sorar. Vali: “Bizim azatlı kölelerimizden biridir.” cevabını verir. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Sen onların başına bir azatlı köleyi mi tayin ettin?” diye sorunca, Vali: “Fakat o Allah’ın kitabını iyi okuyan ve bütün farzları da bilen birisidir.” cevabını verince Hz. Ömer: “Dikkat edin! Allah Resülü (sav): ‘Allah şu Kur’an ile bazı kavimleri yüceltir, bazılarını da alçaltır.’ buyurmuştur, dedi.[12] (ان الله يرفع بهذا الكتاب اقواما ويضع به اخرين)
Başka bir hadiste Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’ı en iyi okuyan-bilen cemaate imamlık etsin. Kur’an bilgisinde eşit iseler, sünneti en iyi bilen, eğer sünnet bilgisinde eşit iseler o zaman önce hicret edenler, şayet hicrette de eşit iseler o zaman yaşça en büyük olanları imam olsunlar.”[13]
Ebu Hüreyre anlatıyor: Hz. Peygamber büyük ordu sefere çıkarmaya karar verdi. Hepsinin silah ve malzemeleri yerindeydi. Hz. Peygamber önce askerleri tek tek Kur’an-ı Kerim’den imtihan etti. Hepsi de bildikleri kadar okudular. Sıra içlerinde en genç olan birine geldi. Allah Resulü (sav) ona sordu: “Ey falan! Sen ne kadar Kur’an biliyorsun?” Genç adam da: “Ben şu şu sureleri biliyorum, Bakara Suresi’ni biliyorum.” dedi. Hz. Peygamber tekrar sordu: “Sen Bakara suresini biliyor musun?” Genç “Evet!” deyince Hz. Peygamber: “O halde git, sen bu ordunun komutanısın!” dedi.[14]
Yüce Rabbim bizleri de Kur’an ile Allah katında yükselenlerden eylesin. Âmin!
[1] Buharî, Fezailü’l-Kur’an,21; Ebu Davud, Vitir, 14, 15, 19.
[2] Furkan: 30.
[3] Muhammed: 24.
[4] Abdulhayy el-Kettanî, 3, 95.
[5] Cuma: 5.
[6] İhya, 1, 339.
[7] Buharî, Tefsir, 80/1; Tirmizî, Fezailu’l-Kur’an, 13.
[8] Tirmizî, Sevabu’l-Kur’an, 13, 2907.
[9] İsra: 9.
[10] Zuhruf: 44.
[11] Buharî İ’tisam, 2.
[12] Muslim, Salatu’l-musafirin, 269.
[13] Müslim, Mesacid, 290.
[14] Kandehlevî, Hayatü’s-Sahabe, 2,100.