Küresel Vurgun
Savaşlar, salgınlar ve göç hareketleri sınırları çizilmiş bir dünya düzeninde ciddi travmalar yaratabilmektedir. İnsanların yaşam şartlarını ve özgürlüklerinin askıya alındığı bu tip olağanüstü durumlar beraberinde acı bir fatura bırakabilmektedir. Kimi yerlerde iktisadi hayatı felç ederken, kimi yerlerde insani dramı biraz daha arttırmaktadır. Hiç şüphesiz bu olumsuz manzaranın en ağır faturaları az gelişmiş yada gelişmekte olan ülkelere kesilmektedir. Birde dışa bağımlı bir ekonomik sistemin varlığı da eklenince işler zamanla sarpa sarmaktadır. Son üç senedir Çin’de patlak verip dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılan Covıd-19 virüsü de küresel çapta insanlığı etkilemiştir. Küresel ölçekte bir salgının zamanla pandemiye dönüşmesi ile beraber birçok ülke sınırlarını kapatmak zorunda kaldı. Az gelişmiş ülkelerin temel gelir kaynaklarından biri olan hammadde fiyatlarının düşmesi. Birçok gelişmiş ülkenin tam kapanma ve arz sıkıntısından dolayı üretimi düşürmesi emtia fiyatlarında ciddi bir oranda gelir kaybına yol açmıştır. Yine gelişmekte olan ülkeler de ise yedek parça ve yarı mamul maddelerin arz sıkıntısından dolayı ucuza gitmesi ile beraber ekonomik bir gerileme yaşandı. Tüm bu hadiseler küresel çapta bir vurguna da kapı araladı. Öyle ki ucuz hammadde stoklayan bazı küresel karteller salgını fırsata çevirerek arz-talep dengesinde oluşan makastan yararlanmaya çalıştı. Şimdilerde salgın sürecinde stokladıkları kelepir maddeleri fahiş fiyatla piyasaya sürmektedirler. Serbest piyasa düzenin hâkim olduğu küresel ekonomi talep patlaması yaşayınca salgından önce yapılan arz miktarının yetersiz kalmasına zemin hazırladı. Bu durumda küresel stokçuların zamanla ellerindeki emtiaların tavan yapmasına kapı araladı. Yaklaşık üç senedir ciddi tedbirlerle önü alınmak istenen virüsün nedense Çin dışında birçok ülkede kara bir bulut gibi gündemde tutulması da çok ciddi bir muamma konusu bence.
Doğunun zenginliklerini batıya taşıyan beyaz adamların torunları salgın sürecini fırsata çevirerek bir çok tıbbi malzeme, aşı ve ilacı az gelişmiş yada gelişmekte olan ülkelere pazarlayarak suni bir ekonomik rant sahası geliştirmiş oldu. Salgının en çok vurduğu sektör hiç şüphesiz savunma sanayi ve petrol ürünleri olmuştur. Uluslararası ürün tedariki yaşanan salgın tedbirleri ile petrole olan talebi düşürdü. Yine salgın gündeminin birinci sırada yer aldığı günlerde birçok ülke savunma yatırımlarını askıya almıştır. Küresel aktörlerin salgın sürecinin yarattığı kayıpları bir şekilde gidermesi gerekmekteydi. Bunun içinde yapılacak en önemli hamle hiç şüphesiz bir savaş çıkarmaktı. Bunun için en cazip coğrafya küresel bir aktör olan Rusya’nın savaşa sürüklenerek suni bir piyasa oluşturmak oldu.
Ukrayna-Rusya savaşı çok boyutlu ele alındığında etkileri küresel ölçekte hissedilir bir domino etkisi bırakmaktadır. Özellikle salgın sürecinde ciddi kayıplar yaşayan petrol kartellerinin (bp,Shell,exxon…) kayıpların telafisi için bir fırsat sunmuştur. Felaket tellallığı üzerinden petrol ürünlerinde fahiş bir fiyatlama sağlandı. Bu fiyatlama birçok ülkede ürün tedarik başta olmak üzere birçok üründe fiyat artışına sebep olmakta ve enflasyon canavarını birçok ülkede hortlatmıştır. Enflasyonun arttığı bir dönemde emtialar da yaşanan fiyat artışı tüketiciyi doğrudan etkileyerek talep azalmasına sebep olmuştur. Salgın sürecinde kapalı kalan birçok üretim tesisi enflasyon ile beraber girdilerin artması ile üretimi düşürmüştür. Üretimde yaşanan düşüklük birçok uluslararası firma ve markanın zarar etmesine yol açtı. Zarar eden birçok üretim tesisi kelepir fiyata satışa çıkarıldı. Ne yazık ki birçok firma ucuz fiyata küresel vurgunculara altın tepsi ile sunularak el değiştirildi.
Salgın ve savaş ekonomisinin bir sonucu olarak yaşanan göç dalgaları ise kimileri için fırsat kimileri için ise dezavantaja dönüştü. Öyle ki Afganistan’da yaşanan iktidar değişimi Türkiye sınırlarını birçok Afgan’ı sürüklerken, Ukrayna-Rusya savaşında durum biraz daha farklılaştı. Birçok Avrupa ülkesinde ara eleman ve kalifiye işçi bulmak hayli zorlaştı. Özellikle salgın sürecinde birçok işçinin kendi ülkelerine yada kasabalarına dönmesi ile beraber üretim tesisleri boş kalmıştı. Avrupa özelinde ise yaşlı nüfusun varlığı üretimin aksamasına sebep olurken bu durumun yegâne çözümü küresel vurguncular eliyle savaş çığırtkanlığı ile giderilmeye çalışılmaktadır. Ukrayna’dan göç eden birçok kişi Avrupa’da başta lojistik olmak üzere farklı iş kollarında çalıştırılmak üzere istihdam edilecektir. Göç dalgası Avrupa için bir fırsata zemin hazırlayarak ucuz köle pazarına dönüşürken, Yakın coğrafyalarımızdaki savaşların sonucu olarak gerçekleşen göç dalgaları genç nüfusa sahip Türkiye gibi ülkelerde işsizliği ve hayat pahalılığını biraz daha katlamaktadır. Küresel çapta meydana gelen tüm hadiseler içerde basiretsiz politikacılar eliyle biraz daha acı bir tablo ile halkımızı burun buruna getirmektedir. Ekonomide izlenen yanlış politikalar bugünkü kriz zamanlarında insanımızı daha fazla yoksullaştırmaktadır. Dış menşeili küresel dalgalanmaların Türkiye’de yaşam pahalılığına sebep olduğu teorisi de tamamen yersiz bir iddiadır. Peki, Türkiye küresel vurguncuların ve basiretsiz politikacıların tetiklediği bu ekonomik buhrandan daha az kayıpla nasıl çıkabilir? Öncelikle devlet içerisinde basiretsiz yalak tayfası tasfiye edilmeli, Sınır komşuları ile özellikle Ermenistan ve Suriye ile diyalog içinde olunmalı bu sayede sınır illerinde ticaret canlanmalı, Yunanistan ile diplomasiyi geliştirerek doğu Akdeniz krizini fırsata çevirmeliyiz, Yüzümüzü doğuya değil batı ya dönmek zorundayız, Arap ülkeleri ile hasmane tutumlarımızı bırakarak ticaret masasına oturmalıyız, Adalet mekanizmasını güçlendirmek için özgürlükleri ve insan haklarını daha fazla ön plana çıkartacak yasal düzenlemeler yapılmalı, Devlet mekanizmasında görev alan ekonomi kurmaylarının bağımsız olması için gerekli kanuni düzenlemeler yapılmalı ve serbest karar alabilme yetkinliği verilmeli, Zaruri kamu yatırımları dışındaki diğer tüm yatırımlar belli bir süre askıya alınmalı, Ey......şu ülke Ey…..bu lider diye başlayan tüm hamasi söylemlerden geri durmalı politikacılar, Yine küresel ölçekte kara para, uyuşturucu ve uluslararası camiada terörist damgasına sahip hiçbir kişi ve oluşumun ülkemiz sınırlarında faaliyet göstermesine izin verilmemelidir, Bürokrasi içinde mafya-devlet ilişkisine sahip kişiler iktidar tarafından tasfiye edilmelidir.
Son olarak AB üyeliği için Türkiye Avrupa’nın sınırlarını zorlamalıdır. Bu sayede ülkemizdeki insanların refah seviyesi artarak her türlü krizlere daha dirençli bir ekonomi ve ülkeye kavuşmuş oluruz. Yoksa kısa vadeli çözüm arayışları (Swap anlaşmaları, Piyasaya döviz arzı, Faiz kararları…) saman alevi gibi geçip giderken beraberinde iktidarları da sandığa gömebilir.