Sait ALİOĞLU

Tarih: 25.09.2024 21:36

Klasiklik ve Modernlik Kalıbında Var Olan İlkellikleri Değiştirip Atabilmek…

Facebook Twitter Linked-in

“Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez” (Ra’d-11)

Yıllar önce bir arkadaşım, konusu Afganistan’da geçen “yabancı yapım” bir filmden bahsetmişti.

Filmin konusu, savaş ortamında –o tiplere mücahit demeye kimsenin dili varır mı bilmem- “bir savaşçı”, kendileri gibi düşünmeyen(onun vs. Müslüman saymak istemediği) bir topluluğa mensup bir kız çocuğunu esir alıyor.

Bununla birlikte, o zat, görünürde mücahit sıfatını taşıdığı ve bunun da en azından toplumsal bir karşılığının olması gerektiğini düşünüp, en yakınından başlamak üzere insanlara “kendi güzel amelinden hareketle” İslam’ın hatırlatacağına, o kızcağızı –nasıl bir fıkha uymuş ise- kendi nefsinin kölesi olarak kullanma yoluna gitmiş…

Konusuna değindiğimiz film, Küresel Batı’nın, Hollywood’un tekelinde bulunan film sektörü üzerinden İslam dünyasına yönelik algı operasyonu kabilinden çevrilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Ama biz, o zalimlere maalesef kendi zalimliğimizden kaynaklanan, ama her nedense din kılıfıyla gizlediğimiz kabahatlerimizi, yanlışlarımızı ve dahî “suçlarımızı” aleni halde işler isek: bunun üzerine şeytanda atlar, insan şeytanları da atlar!

İyilik ve kötülük; yani “hayır ve şer”, koca insanlık tarihi boyunca, o da hak-batıl mücadelesinin bir nişânesi olarak hep varlığını sürdürmüş olup yine de sürdürecektir.

Bu iki belirgin olgu, dünde vardı, bugünde var, “yarın” ve yarınlarda da olacaktır.

Buradan hareketle, klasik dönemleri, o dönem insanlarının yapıp ettiği yanlışlar ve doğrular açısından, var olan/görülecek olan hesabın Allah’a verileceği düşüncesiyle arkamızda bırakıp modern döneme ve hemen her şeyin birbirine karıştığı, manzaranın flu olduğu ve renklerin dahi seçilemez olduğu günümüze baktığımızda; karşımıza eski dönemin sakillikleri ile bu dönemin sakillikleri bir arada olup derdimizi, kederimizi arttırmaktadır.

Hiç mi, hiç güzel şeyler yok? Elbette var. Zaten güzellikler, hoşluklar ve iyilikler hiç olmamış olsaydı, ya da “bir daha” gelmemek üzere çekip gitmiş olsaydı; insanlık, orada ve o zaman ölmüş demekti.

Şükürler olsun ki, onlarda var, bu kalbi sökülü çağda ve giderek kirlenen dünyada…

Bunlar, az da olsa, bize teselli kaynağı oluyor.

Anlatmak istediğimiz şey ise, bunları da içerecek oranda; “değişmeyen tek şey değişim” durumuna bağlı olarak ve aynı zamanda “iki günü eşit olan ziyanda/zarardadır” cümlesinde ifadesini bulunan toplumsal değişimin sürekli yenilenerek kendisini bize dayatmasıdır.

Ama maalesef, işi doğru anlayanların yanında, klasik dönemlerde birçok ilim ehlinin ve bizlere “baş olan” yöneticilerin kahir ekseriyetinin, mes’eleyi kendi aslî bağlamında değil de, hâkimiyet içre anladıkları “inanmış iseniz güçlü olan sizlersiniz” beyanına yönelik yanlış tercüme ve anlama durumu, modern yanlışlarla birleşme suretiyle günümüzün giderek katmerleşen sorunlarına sebep oldu diyebiliriz.

Klasik dönemlerin elde tutulan donelerinden hareketle ve genellikle de büyük oranda İslam öncesine dayanan yanlış telakkiler ve “tevhid dışı düşünüş ve uygulamalar” ile birlikte, mesajın ya yanlış anlaşılması, ya da “bilerek” çarpıtılması sonucu, sözde dinin bizi ihya etmesi düşünülürken, onun yerine ortaya çıkan görüş ve kanaatler; mezhep ve ideoloji kalıbında gelip böğrümüze dayandı.

Başta Batı’da olmak üzere dünya genelinde, o da üzeri örtülmüş bulunan pâk mesajın yerine, sakilliklerin ikamesi sonucu oluşan küllî yanlışa karşı, aydınlanma felsefesine dayanan modern telakkiler, hem Batı’da, hem İslam dünyasında ve hem de tüm dünya sathında karşılık bulmuş olup ses getirmiş oldu.

Kısacası; yapılan iyi davranışlarla birlikte, ona nazire yaparcasına işlenen ve devam eden kötülükler, kötü haller garip bir şekilde aydınlanma felsefesine toslamış oldu.

Elbette bu durum, bizim açımızdan ele alınacak olsa, “İnanıyor iseniz, güçlü sizlersiniz.” Beyanını tam anlamıyla kavrayamamak ve ona göre hareket etmeme durumu ile ilişkilendirilip “bize yönelik” bir uyarı olarak düşünülebilir.

Bu durum bizim için olduğu gibi Batı içinde, Doğu içinde “değişmez” bir gerçeklik olarak kabul edilmelidir. Elbette, bu durumu, çeşitli açılardan ele alıp açımlayabiliriz.

En çıplak şekilde dahi, bunun böyle olduğunu bilmeyenimiz yoktur sanırız…

Yani, bugüne dek ne yapmışsak ve bundan sonra da ne yapacak isek, kendi ellerimizle/düşüncemizle vs. yapmış olduk ve olacağız.

Konuya dair birçok şeyi az da olsa dile getirme, meramı anlatabilme ve tercüme etme adına; -Dünya bir tarafa- kendi ülkemizde; Doğu’dan Batı’ya toplumsal planda, belli ki, temeli eskiye dayanan yanlış, kaba ve girift ilişki ağına yönelik bir sözümüzün ve onlara yönelik bir çözüm önerimizin olması gerekir.

Elbette buna yönelik gerek “devlet katında ve akademik ortamlarda bunlara yönelik düşünceler, tespitle ve çözüm önerileri konuşulmakta, dile gelmekte/getirilmekte ve olası çözüme odaklanılıp, işin takipçisi olunmaktadır.

Bu katman kendi işini yapadursun; bizim toplum olarak, hem de “Müslüman bir ülke ve toplum isek” bırakın yaygaracı ham softa, yobaz tipleri, aklı başında ilim adamlarının ve kanaat önderlerinin, çeşitli platformlarda bu işe yönelik çabalarının da olması gerektiği/hatta olduğu dikkatlerden kaçmamalı…

Bu işe “hep birlikte” el atarken, -hiçbir kimseyi, tarafı, grubu vs. töhmet altında bırakmadan- gerek klasik dönemlerin, gerekse de modern dönemin ürünü olsunlar; yanlış düşünüş, kavrayış ve kanaatleri bir tarafa bırakıp; merhum Âkif’in dediği gibi; “asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” vurgusuna hayatiyet kazandırmalıyız ki, iflah olalım, bu sakil ve yanlış durumlardan halas olalım ve felaha erelim.

İnşaallah, konuya dair daha etraflı bir yazıyı, yine kimseyi töhmet altında bırakmadan; olgular bağlamında yazmayı düşünüyoruz.

 

Kaynak: Farklı Bakış


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —