Sevgili dostum,
Seni bekliyorum nice zamandır. Benimle vedalaştığın nehrin kıyısındayım. Ayrılıktan sonra bir başıma kalakaldım. Seni beklerken nehirler akıyor, hayat akıyor. Yıldızlar akıyor, bulutlar akıyor ve insanlar akıyor şehrin caddelerinde. Su akıyor, ben akıyorum, suyun iniltileri bastırıyor feryatlarımı. Sonra yol alıyorum kalbinin derinliklerinde.
Yağmur yağıyor geceye, ışık huzmeleri süzülüyor nehrin sularına. Ay ışığı düşüyor peşime. Akşamların rengi soluyor, pembe kanatlı güvercinler süzülüyor yüreğinin kıyısında. Her seferinde gölgen yolumu kesiyor. Bazen başımı alıp gidiyorum buralardan. Sonra dönüp dolaşıp yine gelip seni bekliyorum bu kıyıda.
Aziz dost,
Seni beklerken insanlar gelip geçti buradan. Ne selam veren oldu ne de konuşan oldu benimle. Kimisi nehri yüzerek geçti kimisi paçalarını sıvayıp girdi serin sulara. Karşıya geçenler de oldu, nehrin sularına kapılıp giden de. Her gidenin ardından bakakaldım sadece.
Kendimi kurtaramamışken bu akıntıdan kimi kurtarabilirdim. Sonra aksakallı bir dede geldi bir sabah vakti yanında küçük torunuyla. Ne nehri geçebildiler ne de dönüp gittiler. Çocuk taş atıyor suya, her atıştan sonra bana bakıyor. Nur yüzlü dede sabırla bekliyor. Dudakları kıpır kıpır, belli ki dua ediyor. Kimin için bu yakarış bilmiyorum ama sana, bana dua ediyor diye ümitleniyorum. Onlar bana bakıyor ben onlara hiç konuşmadan. Böyle zamanlarda mesafeler uzuyor, yollar uzuyor, vuslat uzuyor.
Kıymetli dost,
Seni beklerken bir damla yaş süzüldü gözümden. Nehrin sularına düşen bir damla yaş ile kabardı nehrin suları. Köprüler sel sularına kapıldı. Sonra gönül köprüleri yıkıldı bir bir. Nehirler denize dönüştü, deli dalgalar geldi, gitti. Küçücük göletler okyanuslara dönüştü. Gönül köprüleri yıkılınca gemiler yol alamadı deryalarda. Bir gece vakti sesini duydum. Kulak kesildim sana, “bir daha seslen, bu kez duyarım sesini” dedim. Sana ulaşamayınca karanlık düştü gün ortasında. Yüreklere ayrılık düştü, ateş düştü vurgun yemiş gönüllere.
Seni beklerken çobandım ben, Musa Nebi’nin yanında. Medyen’in ovalarını gezdim, Mısır’ın sokaklarını yürüdüm adım adım. Nil’in kıyısında bekledim uzun bir zaman. Köleler gördüm aç, sefil. Firavunlar gördüm, sağında Karun solunda Haman. Kızıl denizi geçtim de gelip bu nehrin kıyısında kalakaldım. Zulmün rengi yok, sesi yok. Bir gece Yusuf’un gölgesi düştü Nil’in sularına. Bir rahmet rüzgârı esti Mısır’ın üzerinden. Köleler efendi oldu, firavunlar muvahhid Müslüman.
Kadim dost,
Seni beklerken, iplik iplik uzayan karanlık bir gecedeyim. Elimde iğne iplik İdris Nebi’nin çırağıyım. Her gün yırtılan göğü dikiyorum, yarılan yeri. Bir kez olsun bir teyel atamadım yaralı yüreğime…
Mekke’nin sokaklarındayım. Ebûzer önümde ben arkasında yürüyorum. Beraber bağırıyoruz Kâbe’nin yanı başında, beraber kalıyoruz kan revan içinde. Bir gün Muaviye’nin sarayına düşüyor yolumuz. Sonra sürülüyoruz ıssız çöllere ve nihayet ölüyoruz beraber kuru bir ağacın gölgesinde.
Dostum,
Seni bekliyorum bu kıyıda. Bir ömür bekleyeceğim, akan suyun melodilerini dinleyerek. Yüreğimin ağıtlarını, sesinin düştüğü şarkılar dinleyerek bekleyeceğim. Gelmeyeceğini bile bile umutla bekleyeceğim.
sen yoksun diye
sensizliği büyüttüm içimde,
duymadın,
isyanımda gizli haykırışları
görmedin,
her köşesi tuzak bu şehrin…
ömürler tükettim,
yeryüzünü tüketir gibi...
sensiz düştüm yollara
dağları gezdim bir bir,
ovaları, kırları...
kıvrım kıvrım uzayıp giden,
bütün yollar sarp ve yokuştu sensiz
biriken acılarım gibi bir hayaletti yokluğun
gelirsin diye umutlar besledim…
her mevsim,
kar olup düşmeni bekledim saçlarıma
ve sen yoksun diye,
çorak kalacak her şehir…