Kıssalarda dile gelen, geçmişte yoğunlaşmış ve hatta "monad olarak billurlaşmış" olaylardır ki onların yenilenmiş tezahürleri, kendilerini açığa çıkaracak bir patlama noktasını bekler.
Buna imkân sağlayan devrimci hadiseler ise "tarihin sürekliliğini patlatan diyalektik sıçramalar" oldukları kadar, toplumları yenileyen, eğrileni doğrultan ve hatta yaratıcı girişimler olarak yeni bir tarihsel ânı ve çığırı başlatan olağanüstü/mucizevi olaylardır.
Kimileri bu olağanüstü ışımanın hemen farkına vararak o kritik ânın çeperinde yer tutar; kimi de mevcut iktidar panteonundaki zeminini, yani ataların dinine olan bağlılığın sağladığı egemenliğini kaybetmemek için buna karşı bir kalkışımı önlemenin tasasına düşerek büsbütün tarihin dışına sürüklenir.
Geçmişteki o kıssalaşmış örnekliğin bıraktığı izler ise adeta bir hiyeroglif gibi toplumsal bellekte kazılıdır. Kalbi hakikate açık olanların sezgilediği bu ışımalar bir arketip ve hatta tanrısal söz olarak geleceğe ışık tutar.
Geçmişle gelecek arasındaki bu istisnai buluşma anları ise tarihi ve toplumu kendi çeperlerinde toparlayarak mucizevi olanı şimdide somutlaştırır.
Göksellik çağrıldığı o yersellikte vücut bularak insana seslenir ve hatta insanlaşır. Ama bu, ne insanın tanrılaşması ne de Tanrı'nın yere inmesidir. Sadece kritik bir buluşma ânıdır.
Öyle bir an ki kritik yani düşünsel bir gerilim tam da bu ânın yarattığı çelişkiler üzerinde demlenir. Buradan devşirilen hasıla ise ancak "olay"ın bitişiyle anlaşılır ama çoğu kez de bir yanlış anlamayla.
Ve o mucizevi olanın büyüsünden uzaklaşıldıkça da hakikat elden kaçırılır. Hakikati anlamaya ve iletmeye ehil olmayan raviler tarafından inşa edilen ikonografya ise çoğu kez fetişist imgeler bırakır geleceğe.
Hakikat arayıcılarının küller arasında aradıkları ateş gibi parıldayan imgeler.
Olaya uzak olan duygudaş yorumcu bir yandan durumu anlamaya çalışırken öte yandan ise bu olayla nasıl hemhal olabileceğine dair varoluşsal bir eşzamanlılık yaratmaya çalışır.
Bu, tıpkı bir yaprakta parıldayan bir çiğ damlasıyla aynı zamanda ve uzamda oluşun hissiyatı gibidir.
Gerçi bu hissiyat, insanı o vakte ait kılsa da doğrudan bir olaya ait kılmaz. Oysa ikonografik bir anlatıyla hemhallik, insanı o olaya da aitleştirir ve olay bir kez daha yaşanarak faalliğini sürdürür.
Bir tür kuantum dolanıklığı gibi, faili kaynak zamanla hemhal kıldığı gibi bugüne ait de kılan bir paradoks içerisinde, buradan nasıl ortak bir dirimle çıkabileceğine dair ikilemi aşan bir varoluşsallıktır bu.
Öyle ki geçmişle geleceği, uzakla yakını ortak bir zamana ve mekâna toparlayan bir kökensellik, tarihi bir kez daha o yaratıcı âna raptederek hayatı oradan itibaren yeniden başlatır.
Karl Marx, aşamadığı o pozitivist eda ile "modern devrimlerin şiirlerini geçmişten alamayacaklarını" söyleyerek tüm bu ihtimalleri modernist bir tutkuyla baskılarken, Walter Benjamin ise devrimlerin itici gücünü, "geçmiş kuşaklarla bizimki arasında örtük bir randevudan başka bir şey olmayan mağlupların kefaret arzusunda görmüştü." 1
Marx'ın kapitalizme karşı söyleminin eleştirel olması kadar hayranlığı, komünist hareketlerde kapitalizme karşı özentili bir devrimci arzuyu şiddete bularken, Benjamin'in romantizmi ütopiktir belki ama tarihi bir başka yolla okur, peygambervari bir esin yoluyla ve tanrısal bir zuhur beklentisiyle.
Marx'ın şiddeti kavrayışı yıkıcı bir mitik arzuya teşne iken, Benjamin ezilenlerden yana olan umudunu, kurtarıcı olan bir ilahi şiddetin aleviyle besler.
Açıktır ki derinlemesine anlaşılamayan bir söz/edim kadar, biçimsel bir hayranlık ve taklit de sorunludur ve insanı yoldan çıkarabilir.
Biçimselliği önde tutan mekanizm ise şiddetin, silahların ve yıkıcılığın devrim olarak anlaşılmasına yol açar ve değişim arzusunu olumluluğundan uzaklaştırır.
Asıl eğitilmesi gereken eğiticidir belki, zira o, bir yandan etrafını muhkemleştirmeye çalışırken öte yandan beklenmedik soru(n)larla da sıkıştırılmaktadır.
Amacı ise sadece uhrevi değil, dünyevi bir kurtuluştur. Sadece müşriklerden (karşı devrimcilerden) değil, kitap ehlinden (sürece belli bir bilimsel çerçeveden bakanlardan) de gelmektedir soru(n)lar.
Ve sadece toplumsal kesimlerden gelen sorularla ilerlemez süreç, vahiy de sorgulamakta ve öğretmektedir.
Bir yığın hikâye (esâtîru'l-evvelin) içerisinde afyonlanmış zihinleri aydınlatacak olan izlek ise adeta bir cangıldaki o kurtarıcı yolu açma çabasına benzer; bu ise sap ile samanı ayıran bir rehberliği gerektirmektedir.
Karşılarında bir avatar bulamayanları şaşırtan o öncekilere (tanrının oğullarına) dair, içine mucizelerin de karıştırıldığı hikâyelerden dem vurmaktaki amaç, bir açıdan da Muhammed'den de benzeri harikuladelikler beklemekti.
Nasıl bir peygamber ki hiçbir olağanüstü alameti ve bir beşerden hiçbir farkı yoktu?
Sokaklarda dolaşmakta ve bir beşer gibi yiyip içmekteydi?
O ise vahiyle (tanrısal bir bilgelikle) konuşuyordu; yeryüzündeki ayetlere işaret ediyor, geçmiş toplumların yaşadıklarını örnekliyordu; tıpkı öncellerinin de yaptığı gibi.
Yaşanmakta olanın illa ki hakikat olmayabileceğini, ama insanın asli hasletinin bir hakikat araştırması olduğunu söylüyordu.
İnsanlar olgunun, koşulların kulu olamazdı. Özgürleşmenin yollarını tıkayan putlar temizlenmeli ve hakikate doğru giden izlekler açığa çıkarılmalıydı.
Musa da böyle yapmamış mıydı? Mısır'dan, saraya mensup biriyken, kazara karıştığı bir olay nedeniyle suçlanarak Sina'ya kaçtığı zaman öylesine bunalmıştı ki, Rabbim bana lütfedeceğin her hayra o kadar muhtacım ki diye yakarmıştı ve o uzun çöl yolculuğunun akabinde sıcak bir yuvaya ve bilgelikle aydınlanan bir ocağa kavuşmuştu.
Ancak bir resul ve hatta hakikatin peşindeki bir insan hep bir seferilik halinde olmalıydı. Yolda ve Rabbine yoldaş olarak.
Zaten onu rahat bırakmazlar, çıkarırlardı yurdundan ve çıkmalıydı da, özgürlüğün savaşımını verebilmek için.
Varaka da Muhammed'e bunu söylememiş miydi? Musa tüm bunlardan habersizken, bir kış gecesi yolunun düştüğü Tuva Vadisinde Yahve'nin seslenişine muhatap olmamış mıydı?
Orada pabuçlarını çıkarmış, asasını elinden fırlatmış ve anasından doğmuş bir insanın çıplaklığı ve savunmasızlığıyla yanan çalının o gizemli ışığında ve Tanrının seslenişi karşısında ürküntüye kapılarak korkuyla kaçmaya yeltenmişti.
Bu beklenmedik karşılaşmanın heyecanı, ürküntüsü, şaşkınlığı ve apansızlığı, aklını olduğu kadar yüreğini de şaşkına çevirmişti.
Koşmuştu bir süre, sanki kaçabileceği bir yer varmış gibi. Korkma demişti ardındaki ses, önündeydi şimdi ve durmuştu çaresiz.
Nereye kaçabilirdi ki? O zaman ki işte artık yerde sanki bir yılan gibi kıvrılan asasına muhtaç olmayacağı bir bilgelikle dönmüştü yeniden ışıltıya doğru ve usulca yürümüştü.
Hazırlıksızdı buna ve üstelik bir günahkârdı, istemeden de olsa birinin ölümüne sebep olmuştu.
Kendine gel ey Musa demişti o gizemli ses, senin bir kastın yoktu; kurtul artık korkularından. Şimdi alnı ak biri olarak ellerini indir yanına, sakinleş ve rahatla…
Musa başını kaldırdı usulca ve aklanan ellerini indirdi, bakındı sesin geldiği yöne doğru, dinlemek için bağışlanmış bir insanın masumiyetiyle Rabbin sözlerini.
Yegâne ustalığı sözleri olsa da öfkeli biriydi ve bu yüzden dolaşmaktaydı bazen dili.
Gençliğinde firavunun sarayında eğitim görmüş (ilim tahsil etmiş), daha sonra Medyen'de Şuayb'ın eğitiminden de geçmiş, hikmeti yani çeşitli pratikleri de öğrenmişti.
Şehir kültürü kadar doğanın dilini de bilmekteydi. Tam da Mısır yolunda, Rab onun yolunu kesmiş ve ondan firavuna gitmesini, onu uyarmasını, Mısır'daki ezilen halkı kurtarmasını istemişti.
Muhammed de benzeri bir çağrıya muhatap olmuştu ve kimi zaman bu yükün altında zorlanmaktaydı.
Musa'nın öyküsünü ve sıkıntısını bilmemekte miydi?
Öteden beri duyulmaktaydı hâlbuki ama bu efsaneleştirilerek insani niteliklerinden uzaklaştırılmıştı.
Musa gibi bir önder, öncelikle asasına yani araçsal dayanaklarına değil, düşünsel ve sezgisel niteliklerine güvenmeliydi.
Ve geçmişinde yaptığı hatalar nedeniyle kendisini suçlamaktan da artık vazgeçmeliydi.
İnsanlar hata yapabilirlerdi çünkü; kaçınılması gereken bilerek yapılan kötülükler ve bu kötülükler karşısında suskun kalmaktı.
Dahası uyarılmalıydı insanlar yaklaşmakta olan o büyük olay'a, yani toplumsal ve küresel kıyamet'e karşı.
Bu hercümerç içerisinde herkes kendi küçük hesaplarına gömülmüşken, çökmekte olan toplumun önlenemez bir felakete doğru gidişini anlatmalı ve ikna etmeliydi zalimleri zulümlerinden vazgeçmeye; mazlumları da bu gidişata karşı sorumluluklarını idrak ederek direnmeye çağırmalıydı ki bunun ucunda yurtlarını, yurt bildikleri yeri terk etmek de vardı.
Bir zamanlar Eyüp de daralmıştı kavminin aldırışsızlığı karşısında ve bir çıkış yolu bulamamaktan ötürü bunaldığında, ona da tavsiye edilen sabırla direnişini sürdürmesi; artık tüm ihtimallerin tüketildiği bir kertede ise orada yeni bir çığır açabileceği bir beldeye hicret etmesiydi.
Varını yoğunu, bilgeliğini ve yoldaşlarını toparlayarak, yeni bir hayata başlayabilecekleri, bitek bir beldeye, sahici ve mümkün bir geleceğe doğru yola çıkmalıydı.
Uyarılarına karşı inatla direnen kavminin yerine, kendilerini konukseverlikle karşılayabilecek olan makul insanların yaşadığı, mutedil bir beldeye.
Ve bir gün, kendisine inanan bir avuç müminle birlikte, taşıyabilecekleri gereçler, birkaç hayvan ve gerekli bitkilerle birlikte koyuldular yola, o uygun yeri bulmak için ve buldular da.
İçerisinde boğuldukları o karanlığı anlamayanların aldırışsızlığından uzaklaşarak vardıkları bu beldede dirildiler yeniden, birlikte düşünüp birlikte eyledikleri bir toplumun dirliğiyle, yenileyerek mekânı ve zamanı.
Ki Muhammed de zorlandığında, kardeşi Musa gibi, onun yoluna yönelerek, yani tarihi ve toplumu değiştirmeye yönelenlerle birlikte, yurtlandıkları mekânı terk ederek başka bir yere, toplumunun özgürleşeceği bir beldeye hicret edecekti; öngörüldüğü üzere.
Öyle ki koşullanmaların zoru aşılsın, kalp kadar beden de kısıtlarından kurtulabilsin.
Verili bağ(lanma)ların baskılamalarını aşan beden kadar ruh da, yeni ikliminde kendine özgü bir düşünsel ve toplumsal mekânı inşa edebilsin.
Ve kendisi değişirken çeperlerindeki toplumu da değiştirebilsin; yürüyebilsinler Tanrı'nın gösterdiği o geleceğe doğru; birlikte oluşun kıvancıyla ve birlikte düşünme ve birlikte eylemenin yolculuğuna çıkabilenlerle.
Kaynak: İndependent Türkçe