Aslında hayat gelgitlerin içinde kendin olarak kalabilme mücadelesidir. Kendine yabancılaşmış olarak dile gelen her başarı hikayesinin altında "hayata rağmen" hırsı yatmakta olduğu kanaatindeyim. Biz bu dünyaya biricik olarak geldiğimiz gibi tertemiz bir fıtratla adım attığımıza göre bu dünyadan göçerken geride bıraktığımız kimliklerin oluşturulduğu hayat hikayesi bazılarına ilginç gelebilir. Lakin kendin olarak diğer hayata göç etmek kadar değerli bir şey yoktur. Mesele yaratılan fıtrat üzerinden, kendinde olarak bir yaşama merhaba demektir. Sünnetullaha ve hakikate rağmen eğer yaşanılan hayat yaşamaya değer buluyorsanız; ömrünüze biçtiğiniz değeri abartıyorsunuz demektir.
Kendin olma bilinci; insanlık rotası üzerinde kalabilme becerisi ve hakikat çerçevesinde yaşama ideali olarak görmek gerekir. Yoksa destursuz hayatın kapısını çalmaya çalışan ve açılmayınca kapıyı zorlayarak içeri giren zorbanın niyetine hizmet eden bir egoistlik değildir. Bu farkındalık, bu ruh öyle olmalı ki hayatın gerekliliğine evet derken, aynı zamanda diğer varlıkların yaşam alanına sahip çıkan bir duyarlılığı içermelidir.
Yaşamı modern zamanların kaprisli, iştahlı, bencil, tüketim hırslarıyla örülü bir ağa dönüştüren bir bakış açısı yaşamı insanın elinde klinik vakaya dönüştürmüştür. Herkes için fırsat eşitliği naraları atarken, maddi ve manevi yoksunluğa ittiği insanların emekleri üzerinde keyiflenme mahareti yine bu aklın ürünüdür. İnsanın maddi olarak doyuma çağırırken, her türlü ahlaki değeri geride bırakması insanı varoluşsal krizlere doğru ittiği; insanlık krizi(insan kalabilme) başta olmak üzere içinde yaşadığımız bu çürümüşlük hali herkesin malumudur. Huzuru mutfağa(mideye), işe(paraya-statü), yatak odasına(hazza) indirgeyen bir aklın insanlığa bıraktığı miras formun(maddi olanın) kutsandığı; içeriğinin (manevi olanın) görmezden gelindiği bir dünya olacaktır.
Geleneksel yaşam formlarının hayata bakış açısı modern zamanların zıttıdır. Maddi olanı küçümseme... İnsanın hayatı üzerindeki etkisini okuyamama. İnsanın isteklerini, ihtiyaçlarını, yönelişlerini küçümseme. İnsanın doğasını belli kalıplar içinde okuma alışkanlığı. Ahiret hatırına dünyayı insafsızların eline bırakma kolaycılığı. Tutum ve davranışlarındaki çelişki yumağı. Nefsi terbiyesini tamamlamadığı için nefsin isteklerine boyun eğmedeki kolaycılığı.
Oysa insan maddi ve manevi yönü olan bir varlıktır. İkisini kendi cihetinde yoksun bırakmak(o olanağa sahipken) fazilet göstergesi değil; olsa olsa yanlış bilincin insana yaşattığı trajedidir. İslam'ın insanı dengeye, ölçüye çağırması bu hayatın içinde insanın sünnetullah ile olan bağını hatırlatmaktadır. Varlık içinde kendisine biçilen değer ile kendisinden beklenen sorumluluk arasındaki dengenin hayata zuhur etmesi adına yapılan ilahi bir çağrıdır.
İnsanlık modern zamanların helal-haram, iyi-kötü, temiz-çirkin demenden sınırsız istekleriyle; geleneksel yaşamların aşırı korumacı, ket vurucu, muhafazakar ve baskıcı beklentilerin ve isteklerin geriliminde bulan, "İki arada, bir derede" gidip gelen, insanlığın karar aşamasında "arafta" kalan bir manzarayı andırmaktadır. Dün ile yaşayan geleneksel yaşam biçimleriyle, bugünün hazzını kutsayan modern zamanlar; insanlığın umuduna karabasan gibi çökmektedirler. İki zıt kutuptan insanlığın yarınlarına doğacak bir hayır pek görünmemektedir. Öyle ki geleneksel İslami anlayış dünün izinden kendini ifade etmek istese de; yaşadığımız çağın sosyolojisinde bu pek de bir anlam ifade etmemektedir.
İnsanlığın şuan ki halini anlamak için, ego(nefs) ile olan ilişkisini anlamlandırmak gerekmektedir. Dünyada "ego savaşı" hüküm sürmektedir desek abartmış olmayız sanırım. Bu ego(nefs) savaşı, kötülüğün bertaraf edilmesi için yapılmış ve ruha endekslenerek sürdürülen bir mücadele değildir. Allah rızası için samimi bir niyetle hakkın-hukukun-adaletin tesisi için kalkışılmış bir başkaldırı da değildir. İslam coğrafyasında bireysel ve yerel ölçekte anlamı olan bazı mücadele örnekleri dışında, kendi içinde bile zaafiyetlerin ürünü olan bir çok ego mücadelesi yatmaktadır. O zamanda kutsal olan bağ, kutsal olanla ifade bulması gereken hakikatin kendisi, kişinin kendisiyle bütünleştirdiği egoyu ve onun tezahürü olan mekanların aracı haline gelmektedir. Kutsallığın yetimi, değerlerin hayatla bulaşmasına engel teşkil ettiğinden; hakikatin çekim alanından uzaklaşan egodan türeyen bir sürü kişisel değerler ortaya çıkmaktadır. İster bireysel ister toplumsal olarak çıkan bu değerlerin kutsallaştırılması ise İslam'ın hayatla bulaşma imkanını zedelemektedir.
Bütünlükten kopan her parçanın bir anlamının olması, bütünlüğün anlamına tekabül etmemektedir. İslam coğrafyası bu bütüncül anlamını(kişisel olarak kendi olma bilincini) kaybetmiştir. O yüzden diğer toplumlar üzerinde, yeni nesiller üzerinde bir itibar yetimi yaşamaktayız. İslam tarihi birçok samimi mücadeleyle başlayan, ama daha sonlarında kendi aralarında başlayan iç çekişmelerin, egoların doyumu için süre gelen mücadelenin, ayetle ifadesi bulan "Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider..." gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
Sadece dünya Müslümanların parçalandığı bir yer değil tabii. İnsanlığın kendi onuru, haysiyeti, izzet ve şerefi de parçalanmıştır. İnsanlık kendisini ego yaşam alanlarına kendini hapsetti. Kendi kendine yabancılaştı. Kendine yeni roller, statüler, kimlikler üretti. Kendi olma dışında her şeyi yapmaya çalışan bu türün var olma iddiası ancak ürettiği yeni kimliğin değeri kadar bir değere sahiptir.
İnsanlığın( özellikle gençlerin) gözleri, gönülleri, nefisleri hem farklı kapıları kendileri kendi elleriyle çalmakta hem de her gün onları kendi benliklerinden başka kötü niyetlere çağırılmaktadırlar. Baudrillard ifadesiyle geçmişte olmadığı kadar "Bireyler günümüzde bir imgesel gösterge bombardımanı altında olması insanların gerçekliği değil, oradaki imgeyi görmesine ve hemen ardından gelen yeni imgeyle bir öncekini unutmasına neden olmaktadır." Yani size düşünme, akletme, sorgulama imkanı vermeden başka bir kapı yanaştırmaktadırlar. O zamanda içinde değerlerin, samimiyetin, sevginin olduğu bir dünya aramak, samanda iğne aramaya benzemektedir.
Burada bize düşün bu kapıları görmezden gelmek, yasaklamak değil; helal-haram dairesinde meşru bir alana yöneltmektir. İnsanlığın önüne, onların içinde bulunduğu şartları görerek çözüm üretmektedir. Onları bize-kendimize göre şekillendirdiğimiz bir yaşama değil de kendi olma bilincinde, kendi fıtratlarına uygun bir yaşama, onu diriltecek bir eğitim sürecinden geçirmeliyiz. Gençlere sorumlukları hatırlatırken, yaşamın fırsatlarına, güzelliklerine, gizemlerine olan teması es geçmemeliyiz.
Kendini ifade eden, özgürlüğünü kendi var olma sürecinde arayan, kendisiyle barışık, kendi öz değerinin bilincinde olan hiç bir genç kendisine zarar verici bir harekete başvurmayacaktır. Hele ki kendi yaşamına kastı hiç olmayacaktır. Her türlü buhran, depresyon, travma onun bu öz bilincini yok edemeyecektir. Sorunların varlığı bir son değildir. Yeni fırsatlara açılan bir kapıdır. Kendi olma sürecinde karşılaşılan engellerdir. Bu engellerin kalkması gencin kendine olan saygısına ve kendi yaşamına olan inancına bağlıdır.
Gençler, toplumsal hedeflerin aracı değildir. Onlar kendi varlıklarının sahibi, kendi kaderlerinin yazıcısıdır. Bizlerin onlara desteği araçsal hedeflerden azade tecrübe aktarımı, iyi bir rehberlik, güzel bir model olmalıdır. Bizim onlara sadece değer verdiğimiz, sevdiğimiz ifadelerinden çok onların varlığına, kendisi olma sürecinde ona olan saygılarımıza da ifade etmemiz gerekecektir. Birçok aile sevgi adına gençlerin hayatlarına, kendi benliğini kazanma süreçlerinde, onların kazanmış oldukları kimliklere rest çekmektedirler. Kendi bakış açılarına göre hayattan beklentilerini gençlerin hayatlarına "Ben yapamadım bari sen yap" tazında daha çok yük yüklemektedirler. Kendi idealleri uğruna kendi çocukların yarınlarına ket vurmaktadırlar. Modern yaşam tarzı ile geleneksel yaşam tarzının yarattığı kendi kısır döngüsünde-geriliminde tavırlarıyla gençleri daha çok travmaya doğru itmektedirler.
Zaten yaşadığımız sosyoloji gençleri kendi olma sürecinde, onları temiz fıtrat rayından çıkarmaktadır. İnsanın değeri maddiyata, o maddi değere ulaştıran araçsal bir nesneye dönüşmüştür. Kapitalist dünya gençlerin ruhunu emerken; bizlerin kendi hayatımızı bu çarkın dişlilerine kaptırmamız akıl karı değildir. Sanki bundan habersizmiş gibi davranmak ta hiç de samimi bir duruş değildir. Bari bizler kapıldık. Rahat bırakın gençleri... Bırakın gençlerimiz özgürlüğe koşsun. İki türkü söyledi diye, sizde onları duymadınız diye onlara saygınız kaybolmasın. Belki kendi türkülerini yazıyorlardır! Asıl olanda bu değil mi? Hayata dair kendi dilinde, kendi olma sürecinde yeni türküler yazmak!
Allah-kul, insan-insan, insan-doğa ilişkisini-iletişimini doğru kurgulayanlara ve kendi olma sürecinde kendi olarak kalabilenlere ne mutlu... Vesselam Efendim.