Bayramın birinci günü bayram sabahı ailemizden uzak olduğumuz için içimiz biraz buruk başladı. Buruk olsa da Uganda’da bulunduğumuz ve kurban vekaletlerini yerine getireceğimiz için heyecanlıydık. Kurbanlarımızı keseceğimiz meydana gittiğimizde bir an önce kesime başlamak istiyorduk.Ancak çekeceğimiz video ve fotoğrafların hazırlığı süreci biraz yavaşlatıyordu.Ancak bağışçılarımızın kalplerinin mutmain olması için görüntüleme işinde herhangi bir hata yapmamız gerektiğini biliyorduk.Derken kasaplarımız geldi.40’a yakın kasapla görev bölümü yapıp kesime başladık.Kesim sırasında İbrahim isimli bir gencin işlerin aksamaması noktasında bize büyük fayda sağladı.Kesimi yapan kasabımız Hacıda birkaç saniyede kesimleri gerçekleştiriyordu.Büyükbaş hayvanların kesimi konusunda şu ana kadar gördüğüm en seri insandı. Yardımeli isimli hayır kurumu da bizimle aynı yerde kesim yapıyordu.Bu nedenle kurban kesimlerini nöbetleşe yaptık. Yardımeli Derneğinde görevli kardeşlerimizle çok uyumlu çalıştık. Çok bereketli bir çalışma oldu.Rabbim onların ve bağışçılarının hayırlarını kabul etsin. Yoğun bir şekilde gerçekleştirdiğimiz kurban kesimi saat 15: 00 civarında yağmurun yağmasıyla kesintiye uğradı. Yaz mevsiminde yağmur yağması biraz garip olsa da Uganda ekvator üzerinde olduğu için tropikal iklim hüküm sürüyor. Bu nedenle her mevsim yağmur yağabiliyormuş. Kesime ara vermemiz bizi biraz tedirgin etti. Zira vekaletlerini aldığımız kurbanların daha yarısını kesmemiştik.Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden aldığımız bini aşkın vekaletin yükü omuzlarımızın üstünde duruyordu. Yağmurun durmasını 40 dakika bekledik. Bu arada kurban kesimi etlerin tasnif ve dağıtım konusunda bugün belediye başkanı ve bölgenin müftüsünün de bize refakat ettiğini ekleyeyim. Kestiğimiz kurbanların derileri yüzülüp etleri birkaç parçaya ayrıldıktan sonra bir noktada toplanıyordu. Buraya çağırttığımız bölgedeki camilerin imamlarına büyükbaş kurbanlarımızdan ayırdığımız büyük parçaları müftünün gözetiminde teslim ettik.İmamlar da kendi camilerinin etrafında oturan yoksulları daha küçük parçalara bölünmüş etleri bağışçılarımızın adına ikram ediyordu. Bizlerde bu dağıtımların bir kısmına refakat ettik. Dağıtım sırasındaki prensiplerimizden biri kurban etlerini kadınlara teslim etmekti. Partnerimizden aldığımız bilgiye göre bu ülkede ailenin geçimi ve çocukların beslenip büyütülmesi sorumluluğu kadınların üzerindeydi. O nedenle etlerimizi özellikle kadınlara ikram ediyorduk. Konu gelmişken biraz aile yaşantısından bahsedelim. Aslında aile diye bir şeyden bahsetmek güç. Çünkü insanların evlenmek için ne bir bütçesi ne de evlendikten sonra yerleşecekleri bir evleri ve ne de evi kurduktan sonra kullanacakları eşyaları var. Hal böyle olunca da aile kurma ve sağlıklı bir toplum oluşturmanın önü kapanmış oluyor. Hatta burada görüştüğümüz birileri kız çocuklarını baba evinde çocuk sahibi olmasının tuhaf karşılanmadığını söyleyince hem şaşırmış hem de dehşete kapılmıştık. Biraz daha şanslı olup kıt kanaat imkanlarla evlilik yapanların da birliktelikleri çok uzun sürmeyebiliyormuş. Çocuklar doğduktan sonra babalar genelde evi terk ettikleri veya çeşitli sebeplerle ölümler gerçekleştiği için çocukların bakımı ve büyütülmesi annelerin sırtında kalıyormuş. Hatta bazı çocukların babalarını hiç tanımadığından bahsedilmişti. Bu şekilde sahipsiz kalan ailede anneye de bir şey olursa çocuğun sokaktan başka alternatifi kalmıyormuş. Mevcut durumda sokakta yaşayan çocukların sayısı on binlerle ifade ediliyormuş. Bütün bu olumsuz hikayeleri duyduktan sonra bağışçılarımızın bize emanet ettikleri kurban ettikleri sadece kadınlara teslim etmeye karar verdik. Kurban kesme bölgesinde yoğun bir çalışma temposu içinde acıktığımızı 14:00 civarında hissettik. Daha sonra ziyaret ettiğimiz yetimhanenin müdürü Florans hanım bize bir sürpriz yaparak kendi evinde yaptığı ciğer kavurmayı, salata ve mango eşliğinde bize ikram edince çok mutlu olduk. Genelde oranın yemeklerini yemediğimizi bildiği için damak tadımıza göre pişirmeye çalışmıştı. Bizim için güzel bir sürpriz oldu.Akşam ise Bugiri bölgesinde iki dönem belediye başkanlığı yapmış; oranın ileri gelen Müslüman şahsiyetlerinden Şuayb beyin doktor olan oğluna misafir olduk. Şuayb Bey’in diğer oğlu da(Mahmut) ilk günden son güne kadar bize refakat etti. Şuayb Bey’in partnerimiz Abdussamed ile iyi bir ilişkisi olduğu için damak tadımızı iyi biliyorlardı.Yemeklerde ona göre hazırlanmıştı. Uganda’da bütün yemeklerin yanında tropikal meyvelerden sıkılmış taze meyve suyu mutlaka ikram ediliyor. Taze sıkılmış meyve suları doğalda olduğu için çok lezzetli. Şuayb Bey’in evinde gerçekten kendi evimizdeymiş gibi hissettik. Tanışma esnasında doktora Şuayb Bey’in kaçıncı olduğunu sorduğumuzda babam cevap versin dedi; sonradan öğrendiğimize göre Şuayb Bey’in yirmiden fazla çocuğu olduğunu öğrendik. Şuayb Bey’in evinden otele dönerken Müslüman bir aileyi ziyaret etmemizden kaynaklı kendimizi memleketimizde hissettik. Bayramın ikinci günü kesime biraz daha erken başladık. Sistemi önceki gün test ettiğimiz için kısa süre içerisinde biz emanet edilen 1050 kurbanın kesimin tamamladık. Bir taraftan da Türkiye’den bağışlar gelmeye devam ediyordu. Bu nedenle genel merkezimizden Uganda’da daha fazla kurban kesimi yapmamızla ilgili bir talep geldi; lakin partnerimiz yaptığı görüşmeler sonucunda canlı hayvan alamadığı için (bölgemizde hayvan temin edemediğimiz için) bu talebi karşılayamadık. Kurbanlarımız kesilmek için başka bölgelerde yönlendirildi. Sonuç olarak kesim işimizi vekaletleri yerine getirmiş olduk. Kesilen kurbanların etlerini dağıtması için imamlara mahallelerindeki aile sayılarına göre taksim ediyorduk. Fakat kesim yaptığımızı öğrenen yakın çevre halkı okulun bahçe kapısının önüne yığılınca dağıtımımızın bir kısmını da burada yapmaya karar verdik. Gelen halkı güvenlik güçlerinin refakatinde otuzlu gruplar halinde içeri aldık. Et dağıtımını sadece kadınlara yaptığımızı daha önce ifade etmiştik. Kadınların içinde de hamile olanlar, bebekli olanlar ve yaşlı olanları öne alarak 300 civarında aileye bağışçılarımızın gönderdiği kurban etlerini burada ikram ettik. Bir pay et almak için üç beş saat burada bekleyen kadınlar bizi şaşırtsa da yıl boyunca et yeme fırsatlarının sadece bugünler olduğunu öğrendiğimizde şaşkınlığımız yerini burukluğa terk etti.
Bayramın ikinci gününde gönderdiğimiz etlerin dağıtımını denetlemek için bazı camileri ziyaret ettik. Daha sonra belediye başkanı refakatinde bize emanet edilen zekat ve nakit bağışlarını ve hediyeleri başkanın gösterdiği ailelere dağıtmak için şehrin kenar mahallelerine doğru yola çıktık. Bu zekat ve hediye takdimi sırasında çok iç kanatıcı manzaralara şahit olduk da bu acıları ve yoksunlukları bir nebze de olsa azaltmış olmaya vesile olduğumuz için huzur içindeydik. İkinci gün de çok yoğun geçti.Florans Hanımın öğle yemeği için hazırladığı yemeği ancak yatsı zamanı yiyebildik. Orada kaldığımız süre içinde yatsıdan sonra mihmandarlarımız ve partnerimizle çay eşliğinde yaptığımız muhabbet ve tartışmalar bölgeyi ve insanını anlama; dünyaya genel anlamda bakış ile ilgili çok verimli geçiyordu. Ortama tat veren sadece sohbet muhabbet değildi. Uganda’da yetiştirilen çayın çok kaliteli ve içimi çok hoş olduğunu belirtmem gerekiyor. Normalde çayı çok içen biri olmama rağmen burada geçirdiğim günlerde çay içme ortalamamım çok yukarılara çıktığını söyleyebilirim.
Bayramın 3. Günü bize emanet edilen vekaletleri yerine getirmiş olmanın ve yine bize emanet edilen zekat ve hediyeleri sahiplerine ulaştırmış olmanın huzur ve rahatlığıyla başladı. Görevlerimizi yerine getirdiğimize göre bugünü kendimize ayırabilirdik. Bavullarımızı hazırlayıp kaldığımız otelden ayrıldığımızda mihmandarlarımızla vedalaştık. Bugiri şehrine veda ederken rotamızı Kamuli şehrine çevirdik Kamuli’de bizi daha önce kurban kesim yerinde ziyaret eden kadın millet vekili Meryem Baruda oturuyordu. Öncelikle ona iade-i ziyaret yapacaktık. Kamuli Uganda’nın iç kesimlerinde yer alan yeşil ve şirin bir ilçe. Halkını büyük çoğunluğu Müslüman.Şehre girdiğimizde bayan Baruda’nın görevlendirdiği yerli halktan birkaç kişi bizi karşıladı. Bize bölgedeki birkaç camiyi gezdirdiler. Buralardaki camilerin çoğunluğu Müslüman ülkeler tarafından yaptırılmış. Merkezdeki camilerin birinde bizim gönderdiğimiz kurban etlerinin halka dağıtılmak üzere paylara ayrıldığını görünce bir kez daha hem bağışçılarımız adına hem de gönüllülerimiz adına çok bahtiyar olduk. Camiyi gezerken yatılı bölümde olan bir eğitim mekanını bize gösterdiler. Burada yeni Müslüman olmuş insanlar hem İslami eğitim alıyor hem de burada yatılı kalıyorlarmış.Yatakhaneler ve mekan çok eski ve dökük olsa da Kamulililer için çok önemli bir mekan olduğunu söylediler. Şehir gezimizden sonra milletvekili Baruda’nın evine geçtik. Burada bizim için hazırlanan sofraya oturmadan önce Baruda’nın bürokrasi ve seçim çalışmalarını yürüten ekiple tanıştık. Yemek faslından sonra bayan Baruda’nın evinin içini gezdik. Duvarları ataların, dedelerin resimleri ile dolu evi gezip halkın ev yaşantısı hakkında da bilgi aldıktan sonra buradan ayrıldık. Bayan Baruda kenar mahallelerde yaşayan halkla bizi görüştürmek için şehrin dışına doğru hareket ettik. Asıl dramatik manzaralar buradaydı kerpiçten yapılma üstü kamış ile örtülmüş tek gözlü evlerde onlarca insan yaşıyor. Elektrik, su, ev eşyası yok. İnsanlar o gün karnını doyurmuşsa bir sonraki günün garantisi kesinlikle yok. Bu evlerde yaşayan 9 çocuklu bir kadına cebimizde kalan son birkaç doları verince kadın diz üstü çöküp avuç içlerini birleştirerek teşekkür etti. İngilizlerin genlerine işlediği kölelik tezahürü olan bu hareketi daha önce şeker, balon verdiğimiz çocuklarda da görmüştük. Manzara gerçekten iç acıtıcıydı. Arabaya tekrar bindiğimizde bir arkadaşımızın gördüğü bu manzaranın etkisiyle fenalaştığına şahit olduk. Arkadaşımıza orada ilk müdahaleyi yapıp durumu stabil hale getirdikten sonra tekrar yola koyulduk. Bizi şehrin dışına kadar yolculayan bayan Baruda ile vedalaştıktan sonra rotamızı Jinja şehrine çevirdik. Tabi bu arada bayan Baruda bizlere meclisin araçlarından birini tahsis edip birde şoför görevlendirmişti. Bu ağır Covid kısıtlamalarının gölgesinde gerçekleştirdiğimiz bu yolculuğumuz için bizi çok rahatlattı. Hıristiyan olan şoförümüzle(Taytar bey) yolda uzun muhabbetler gerçekleştirdik. Tabi ki kıt İngilizcemiz ile şoförün hoş görüşü ile beraber şunu da belirtmeden geçmeyelim. Uganda da ki Hıristiyan ve Müslümanlar arasındaki ilişki son derece sıcak ve samimi. En azından bu durum orada geçirdiğimiz 1 haftalık süre içinde içimizi ısıtan ender vakıalarından birini oluşturuyordu. Jinja, Uganda’nın birkaç büyük şehrinden biri. Tabi bizim bu yolculuğumuz Afrika’nın büyük bir bölümüne hayat veren Nil nehrinin kaynağına. Ancak öncesinde kayığa binme vb. masraflarımız için para bozdurmamız gerekiyor. Para birimimizi önceden Türkiye’de dolara çevirip; Doları da Uganda’da Şiling’e çevirip öyle harcama yapabiliyoruz. Bu durum bile tek başına bizim Afrikalı kardeşlerimizle ne kadar yabancılaştığımızı göstermeye yeter sanırım. Bu bölgenin giriş kısmı ulusal park ilan edilmiş. Devasa ağaçlarla dolu parka giriş yapıp sahile indiğimizde muazzam bir manzara ile karşılaştık. Nil nehrinin geniş havzası, kıyıda sıralanmış kanolar, suyun içinde oynaşan karabataklar, su üzerinde yapacağımız gezinin fragmanı gibiydi. Tabi burada şaşırtıcı görüntülerden biride kıyıda rastladığımız Gandi heykeliydi .Biz ne alaka diye düşünürken Gandi’nin vasiyetinin öldükten sonra küllerinin bir kısmının Nil nehrine atılmasının istediği ve küllerinin atıldığı yere de bir heykelinin yapıldığını öğrendik. Kanoya binmek sıkı bir pazarlıktan sonra kanonun sahibiyle anlaştık ve can yeleklerimizi giyip kanoya bindik. Nil’in üzerinde süzülen kanoda kendimizi bir masal aleminde hissediyorduk. Kanomuz bizi nehrin çıkış kaynağına doğru akıntıya karşı zorlanarak taşırken bize de nehrin iki yakasındaki eşsiz manzaraları seyretmek düştü. Kıyının her iki tarafında oluşan ormanlığın içinde oradan oraya uçuşan onlarca kuş türü, balıkçıların uğraşları, nehrin içindeki adacıkların görüntüsü muhteşem bir manzara sunuyordu. Bu kısa seyahat esnasında birkaç timsah yavrusuna bile denk gelmemiz bölgedeki bitki ve hayvan çeşitliliğinin zenginliği hakkında fikir vermeye yeter diye düşünüyorum. Biraz zorlanarak da olsa suyun kaynağına ulaştık. Tam bu noktada suyun üstünde ahşap bir kulübe yapılmış. O kulübeye çıkıp hem etrafı seyrettik; hem de fotoğraf çektirdik. Çok ilginç bir şekilde; bir tarafta gölü oluşturan durgun su; diğer taraftan kaynayan suyun aşağı tarafa doğru güçlü akıntısı … Tekrar kanoya bindiğimizde gölün iç taraflarına doğru kısa bir gezinti yaptıktan sonra kıyıya dönüp bu güzel su üstü seyahatimizi sonlandırdık. Akşam başkent Kampala‘ya geçtik .Yerleştiğimiz otelde wifiimkanı olduğunu görünce çok sevindim. Birkaç gündür Türkiye’deki ailem; dost, arkadaş ve akrabalarımla görüşemiyordum. İnternet ve watsapp üzerinden görüşmelerimi yapabildim. Yaklaşık bir haftadır Uganda’daydık ve ilk defa wifiimkanına sahip olabildik. Bu şartlara ancak ülkenin başkentine gelince sahip olabildik.21. yüzyılda bu ülkenin yaşam seviyesinin takdirini size bırakıyorum. Başkent Kampala‘da dikkatimi çeken bir nokta ise suyun daha gür akması ve aydınlatma ampullerinin ışığın daha güçlü olmasıydı. Çünkü Uganda’da uğradığımız şehirlerin çoğunda su ve elektrik ya yoktu; ya da varsa bile çok cılızdı. Suyu kullandığımızda elimizdeki sabunu zar zor temizliyor; elektrik ışığı ise bizim memlekette kullandığımız gece lambalarından hafif daha fazla aydınlatıyordu. Sanırım bu durum egemen güçlerin Uganda’ya sunduğu yaşam şartları hakkında size ipucu verebilir. Kampala’daki son gecemizde son sınavımız Covid testi yapmaydı. Sınav diyorum; çünkü bir akşamımızın tamamını bu işe ayırmak zorunda kaldık. Testi yaptırmak için hastane ve görevli bulma sorununun yanında, bizim dil sorunumuz derken bir taraftan da para sorunu artık gına getirdi. TL’yi Dolara; Doları Şilinge; Şilingi tekrar Dolara çevirme hesapları içinde hastane görevlileri ile tam bir kördüğüm haline geldik. Allah’tan orada tanıştığımız Pakistanlı doktor Ezher bey devreye girdide sorunu çözdük.
Uganda’daki son günümüzde programımız büyükelçilik ve TİKA ziyaretleri ve hayvanat bahçesi gezisi idi. Arkadaşlarla kahvaltı yapıp oteldeki eşyalarımızı toparladıktan sonra Uganda’daki Türkiye Büyükelçiliğine gittik. Elçilikte büyükelçimiz Kerem beyin başka bir programı olduğu için Büyükelçi yardımcısı Abuzer Köse bizleri karşıladı. Malatyalı olan Abuzer beyle sıcak bir sohbet gerçekleştirdik. Uluslararası diplomatlıkla 34 yılını geçirmiş ve emekli olmak üzere olan Abuzer beyden hem Uganda hakkında hem de görev yaptığı diğer ülkeler hakkında çok ilginç ve yararlı bilgiler edindik. Misafirperverliği ve hoş sohbetinden dolayı buradan kendisine teşekkür etmeden geçemeyeceğim. TİKA ziyareti ve hayvanat bahçesi gezilerini zaman kısıtlılığından dolayı yapamadık. Çünkü hem Covid 19 kısıtlamalarından dolayı akşam19.00 da sokağa çıkma yasağı vardı. Hem de akşam kendimizi Entebbe havaalanına yetiştirmemiz gerekiyordu.
Kampala ve de Uganda’daki son etkinliğimiz hediyelik eşya çarşısını gezmek oldu. Yaklaşık 2 saat zaman geçirdiğimiz bu otantik mekanda eş-dost ve yakınlarımıza hediye almak için olmayan İngilizcemizle sıkı pazarlık yaptık .Buralardaki dükkanlarda çalışanların tamamının bayan olması dikkat çekici bir başka noktaydı. Bu arada Kamuli bölgesi milletvekili Meryem Baruda buraya kadar gelerek bizi yolculadı. Nezaket ve desteğinden dolayı bayan Baruda’ya teşekkür ediyorum. Allah kendisinden razı olsun. Hediyelik eşyalarımızı bavullarımıza sıkıştırdıktan sonra Entebbe’ye doğru yola çıktık. Akşam 21.00 civarında havaalanına ulaştık; şoförümüz Taytar beyle vedalaşıp havaalanına giriş yaptık. Sabah 4’e kadar bekleyip 6-7 saatlik bir uçak yolculuğundan sonra İstanbul’a ulaştık. Bu uzun uçak yolculukları sırasında birkaç ilginç deneyim edindim. Örneğin havadayken namaz vakitleri girip diğer vakte kadar sürünce koltukta oturarak namaz kıldık. Uçak havadayken dış ortam sıcaklığının -50 dereceye ulaşması ve Afrika çöllerini havadan seyretme gibi…
İstanbul’a ulaştığımızda karışık duygular içindeydik. Bir taraftan bize emanet edilen kurban vekaletlerini yerine getirip mağdur ve mazlum kardeşlerimize ulaştırmanın verdiği huzur; diğer taraftan da onları o makus talihiyle baş başa bırakıp gelmiş olmanın hüznü; bir tarafta bir haftalık uğraş, çaba ve yoksunluğun verdiği yorgunluk; diğer tarafta memleketimize eş-dost yakınlarımıza kavuşmanın oluşturduğu heyecan. Bir taraftan İstanbul havaalanının ihtişamının verdiği onur ve sevinç; geride Uganda’nın tek havaalanı olan Entebbe havaalanının içler acısı durumunun verdiği üzüntü. Bavullarımızı alıp havaalanını terk ederken emin olduğum tek bir şey vardı. Bu coğrafyada yaşayan Müslümanlar olarak çok çok büyük sorumluluklarımız var. Gerçekten yapacak çok işimiz var.