İHSAN ATAMAN

Tarih: 01.01.2022 22:31

KAPI

Facebook Twitter Linked-in

Hayal kurmayı sever misiniz? Ben çok severim. Bilgisayarımda dünya haritasını açar, bir bölgeyi yakınlaştırır ve gezmeye başlarım mesela. Dalar giderim bazen bir kaç saat. Başladığım nokta ile son vardığım nokta arası bazen araçla bile üç günde gidilemeyecek kadar uzun olur.

Ya da gördüğüm bir fotoğrafın içine dalarım. Fotoğrafın görüntüsü benim giriş kapım olur, devam eder giderim. Uzunca bir yol vardır mesela, o yolun solundaki evin kapısını çalarım. Bir tanıdık açar... Gözü açık rüya görmek gibi. Öyle sahici, sıcak sahneler yaşarım ki, ancak gerçeğinde olabilir.

Ofisimde çok güzel bir Mescid-i Aksa fotoğrafı var. Bir uçtan öbür uca, net güzel bir fotoğraf. Zeytindağı'dan çekilmiş. Zaman zaman o fotoğrafa giriş yapar, adım adım dolaşırım Harem alanını. Bir ikindi ezanı okunur, dalga dalga yayılır Kudüs'ün üzerine. Oturur bir taş merdiven kenarına dinlerim. Aslında bizim camide okunmaktadır ezan ama ben Kubbet'üs Sahra'dan Kıble Mescidine inen merdivenlerde oturmuş gibi oranın ezanını dinlerim. Dedim ya severim hayal kurmayı, hayali gerçekmiş gibi yaşamayı.

Bir ay kadar önceydi, Fatih'te eski sokaklarda geziniyordum. Hırka-ı Şerif'le Mihrimah Sultan arasında bir yerlerdeyim. Taş döşeli eski bir sokak. Bir ezan sesi işittim, akşam ezanı. Mihrimah'a doğru mu yürüsem, Hırka-ı Şerif'e geri mi dönsem, hangisi yakındır diye aklımdan geçirirken birden ezanın Mescid-i Aksa ezanı olduğunu hissettim. Burada böyle dokunaklı ezan pek duyulmazdı. Acaba Kudüslü biri mi burada, o mu okuyor diye düşündüm. Ama.. ama ben bu taşlı yolu, bu sokağı tanıyordum zaten! Kudüs'teydim. Aklım karışıverdi bir an. Ne zaman gelmiştim/gelmiştik? Grupta kimler vardı, rehberimiz kimdi, hiç bir şey hatırlamıyorum. Ama bu sokağı gözü kapalı bile yürür Aksa'ya giderim, o kadar eminim. Taşlara dokunuverdim, hayır rüya veya hayal değil.

Müezzin "haydin namaza" diyor, biraz hızlanmalıyım. Artık eminim Kudüs burası. Nasıl burada olduğuma dair henüz bir fikrim yok. Ama ezan öylesine içimi ısıtıyor ki nasıl geldiğimin şimdilik hiç bir önemi kalmıyor. Tek önemli şey Kıble Mescidine ulaşabilmek, cemaatle namaza durmak. Hızlı adımlarla yürüyorum o lahuti sedayı içime çekerek. Nasıl da özlemişim meğer!

Yanımda yöremde benimle birlikte namaza gidenlerle son köşeyi dönüp sağa bükülünce Mescidin kapısını, kapının önündeki İsrail polisini görüyorum. Kimlik, pasaport sormalarının önüne geçmek için birlikte yürüdüklerime iyice yanaşıyorum.  Kontrolü geçip Harem'e dâhil olunca içimi derin bir huzur kaplıyor. Fuzuli'nin mısraları dökülüyor dilimden:

"Öyle sermestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür."

Buraya nasıl geldiğimin ne önemi olabilir ki, şu an Kubbet'üs sahra bütün ihtişamıyla gözlerimin önünde. Hızlı adımlarla yanından geçip Kıble Mescidine yöneliyorum merdivenleri birer ikişer atlayarak. Müezzin Akşam namazı için kamet getirirken içeri giriyorum uzun bir aradan, uzun sürmüş bir özlemden sonra.

Namaz dağılırken dikkatle izliyorum insanları bir tanıdık çıkar mı diye. Bunu hem istiyorum; şöyle bir kardeş sarılışı ile sarılmak, hasret gidermek için, hem de istemiyorum çünkü burada bulunuş şeklimi henüz kendime bile izah edebilmiş değilim.

Kubbet'üs sahra'nın yanından biraz da hüzünlü bir şekilde geçip çıkış kapısına yöneliyorum. İsrail polisi yine orada... Geldiğim yoldan geri dönüyorum... ama nereye?! Normal gelişlerde bu dönüşün sonu konakladığımız otel olurdu. Şimdi ne bir otelde kaydım var, ne geldiğimden kimsenin haberi. Taş döşeli dar sokakta ilerliyorum yokuş yukarı.

Ne garip, diye düşünüyorum; kim inanır şu akşam namazını Mescid-i Aksa'da kıldığıma. Elimi uzatıp taş duvara dokunuyorum, evet buradayım. Ama nasıl? Bir daha dokunuyorum duvara…

Bir daha dokunuyorum duvara ve Mihrimah Sultan'ın akşam ışıklarına karışık silueti beliriyor birden. Geri mi döndüm? Ya Kudüs... Kudüs'le İstanbul'un kesiştiği bir nokta mı var? Tam bu nokta'dan Kudüs'e geçmiştim, şimdi aynı noktadan İstanbul'a dönüyorum. Anlamaya çalışarak yürüyorum, yürüyorum. Ana caddenin kalabalığına karıştığım halde yapayalnızmışım gibi hissediyorum kendimi. Tarifsiz bir halet-i ruhiye içindeyim. Akşam namazını Kudüs'te kıldığım için sevincim sonsuz ama bırakıp geldiğim için hüzünlüyüm. İzahsız bir konumdan adı konulmuş bir konuma dönmek de rahatlatıyor beni. Vizesiz, pasaportsuz...?!

Kudüs sevdalısı bir arkadaş dokunuyor omuzuma. Ne bu dalgınlık, diyor; susuyorum. Ne söyleyebilirim ki. Keşke şu turlar yeniden açılsa, gitsek bir akşam namazı, bir sabah namazı kılsak Mescid-i Aksa'da, diye gönlümüzden geçen temennileri dillendiriyoruz birbirimize. Sende bir garip dalgınlık var bugün, diyor, ayrılıyoruz.

Tekrar o noktaya yönelmek ve tekrar Kudüs'e dâhil olmak arzusu bastırıyor içimde. Aklımla gönlüm arasında kıyasıya bir savaş başlıyor. Biri gidebildiğine seviniyor diğeri dönebildiğine.

Sabahı zor ediyorum. Uyudum mu uyumadım mı onu bile bilmiyorum. Sabaha kadar hep Kudüs'teydim çünkü rüyada bile olsa.

Bugün Cuma. Mescid-i Aksa cumalarını düşündükçe ayaklarım beni hep o noktaya sürüklüyor. Tekrarını yaşayabilirim ümidi neredeyse kanatsız uçuracak beni o güzel beldeye. Olur mu-olmaz mı ikileminden çıkmanın tek yolu bir daha denemek! Kendi kendime mütalaa ediyorum:

"Gidebilirsen" ne mutlu, cumanın coşkusunu yaşarsın. Gidemezsen dün yaşadıklarını bir daha düşün; hayal miydi diye. Böyle hayale can kurbandı gerçi.

"Gidebilir ve geri dönebilirsen"; adı tarifsiz bir hazine say! Aman Allah'ım! Kudüs'e gitmek için ne para, ne pasaport, ne vize...

"Gidip dönemezsen" ihtimalini hiç düşünmek istemiyorum. "Siyonist Sorgu" diye bir kitap okumuştum vaktiyle, gerçek, yaşanmış bir olayı anlatıyordu yazar. Sorgular, eziyetler, belirsiz bekleyişler. Bulup bir daha okumalıyım diye geçiriyorum aklımdan.

Korkak adımlarla yaklaşıyorum Mihrimah Sultan'a çıkan taş kaplı dar sokaktaki noktaya. Her adım heyecanımı dörde katlıyor. Bir adım atacağım... Bir adım, yalnızca bir adım. Bir adım sonrası sonsuz bir sevinç ya da büyük bir düş kırıklığı. Kalbim ikisini de kaldırmaya zorlanıyor.

Dizlerimin bağının çözüldüğünü hissediyorum, ayakta durmakta zorlanıyorum, duvara tutunmak için elimi uzatıyorum. Yere düşeceğimi hisseden iki kişi kollarıma giriyor.. O noktayı geçiyoruz. İki adam iki kolumdan taşımaya devam ediyor ve beni yolun kenarına oturtuyorlar. Gözlerim hiç bir şeyi seçemeyecek kadar kararmış, ışıkları algılıyor ama adını koyamıyorum gördüklerimin.

Geçtim mi acaba? Yoksa o bir kerelik muhteşem bir düş müydü? Sorumun cevabının olumsuz olması cevapsız kalmasından daha çok korkutuyordu beni.

 

NOT; İhsan Ataman kardeşimize aramıza hoş geldin diyor, yazılarının devamını bekliyoruz.

                                                                                                           HABER DURUŞ AİLESİ

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —