Sevgili Dostum!
Kaç defa yazı yazdım ve kaç türlü yazdım sayısını bilemem milyonca defa yazdım kim bilir. Uzun zamandır bu uysal kalabalığın arasında bir muhacir gibi yaşıyorum... O kadar çok kalemsiz yazım var ki... Yazılar zihnimde raks ediyor... Raks eden yazıları sahifelere döksem ciltler dolusu yazılar olurdu. Bir kelebeğin kanat çırpışında azıcık ömrüne sığdırdığı anları meyus bir şekilde izlerken, kalem ile yazıp sonra tashih etme üşengeçliği yüzünden uzun zamandır kalemsiz yazıyorum.
Sevgili Dostum! Konuşmanın kifayetsiz olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Öyle ki her cümle her ses kalabalığı karşındaki muhatabını yoruyor, kimse dinlemek istemeyip konuşmayı tercih ederken, ben kalemsiz yazılara sığınıyorum... Kalemsizlik kimsesizlik gibi... Oysa içinde bulunduğum girdabın içinden ancak kalem ile sıralayabilirdim... Ah şu unutkanlık denen ve benden hiç ayrılmayan vefasız ve bir o kadar da vefalı, beni yalnız bırakmayan dostum... Kalemsiz yazılarımı bana Unutturan vefasız...
Kimi zaman huzurlu bir liman arıyorum... Nereye dönsem bir vahşet görüyorum... İnsanın insana ettikleri içimde düğümleniyor boğazımı bir el sıkıyor... Zihnimde kalemsiz yazılar raks ediyor... Bir uçurumun kenarında hayat ile ölüm çizgisinin arafında kalemsiz yazılarımı
düşünüyorum... Evet, Evet kalemi bulmalıyım... Buldum diyelim nereden başlayabilirim acaba...
Kıyasıya bir yaşam mücadelesi var... Oysa dünya çok büyük, hala keşfedilmemiş topraklar var hala kirletemediğimiz alanlar var... İşte üzerinde bej renkli, sırtında kocaman bir kelebek fiyonku olan, gelinliğe benzer kıyafeti ile etrafa gülücükler dağıtan ve her haliyle bir müsamereden fırlayıp geldiği belli olan kocaman siyah gözleri, minicik burnu, simsiyah saçları ile 6 yaşında dünyalar tatlısı bir kız bana doğru geliyor...
O bana doğru gelirken kalemsiz yazılarımdan birini daha yazdım yaşlı bir teyzenin manileştirdiği sözler geldi aklıma...
"10 yaşında gül gibi kokarsın, 20 yaşında
bal olur yenilirsin, 30 yaşında yük biner omuzuna, 40 yaşında sızı iner dizine, 50 yaşında kimse bakmaz yüzüne, 60 yaşında atarlar çuvala, 70 yaşında asarlar resmini duvara"
Kulağıma küpe olan sözlerden en anlamlısıydı... Hem tebessüm ettiren hem de düşündüren 70 yıllık bir hayatın özeti demek ki 30 saniyelik kalemsiz yazılara sözlere dökülebiliyor... Kelebek fiyonklu kocaman siyah gözlü kızın annesi seslendi "Elif Naz yanıma gel! çabuk! çabuk!" Oysa Elif Naz benimle sohbete başlamıştı bile "Bugün annemin doğum günü, Onun için giydim bu kıyafeti, benim annem Özbek, biz şu evde yaşıyoruz, kapıdaki çiçekleri babam dikti, arka bahçeye de domates diktik."
Gerçekten gül gibi kokuyordu Elif Naz. Nasıl da birkaç saniyede hayatının özetini yapmıştı...
Annesi kucağında küçük cins bir köpek ile yanıma yaklaşıp özür dileyerek Elif Nazı alıp gitti... Beş dakikalığına hayatıma giren bu sevimli kız bana o anda satırlarca kalemsiz yazı yazdırdı...
Tabiatı okumak lazım, okumadan yazılmıyor...
Ben tevafuka İnanırım insanın birbirine denk gelmesi ve hadiselere denk gelmesi bir tevafuktur...
Çoğu şeye tevafuk etmeseydim, bende bir tefekkür olamazdı... Neden ve niçin sorularını sorgulayacak yaşı geçtiğimden beri hep doluyorum, içimdeki kova doluyor lakin boşaltmak için sözlere ihtiyacım var...
Fakat sözleri dinleyecek iki kulağı olan sağır insanlar var etrafımda... Belki ben de onlara karşı sağırımdır bilemiyorum...
Sözleri yuttuğumdan beri kalemsiz yazıyorum... Kafamın içinde raks eden kelimeler iyi bir tashihi bekliyor... Kim bilir! Belki kalemi elime alır yazılarımı tahsis eder ve sana yeni nağmeler yazarım... Vesselam...