Ali BULAÇ

Tarih: 28.04.2025 13:34

KADIN VE ERKEĞİ ÇATIŞTIRMAK

Facebook Twitter Linked-in

Kur’an-ı Kerim, sıklıkla “ölüden diri”nin çıkışını hatırlatır (30/Rum, 19). Toprak ölüdür, üstüne yağmur yağarsa dirilir (16/Nahl, 65). Çünkü su bitkilerin hayat kaynağıdır. Toprak ve içindeki tohumlar sulandığında kendi türlerinin yapılarının gerekli kıldığı süre içinde yeşerir, ortalık rengarenk olur. Ölü toprağı canlandırmak yüce bir kudrete işaret eder. Ne yağmur kendi kendine yağar ne toprak kendi kendine yeşerir.

Bize verilmek istenen mesaj şudur: Tabiat otonom değildir, belli bir irade, düzen ve yasalar (Sünen-I ilahi/Adetullah) çerçevesinde varoluşunu sürdürmektedir. Bilebildiğimiz kadarıyla, su, hava, bitki ve hayvanların, kısaca hayatın olduğu yegane gezegen bizim içinde yaşadığımız yeryüzü gezegenimizdir. Gezegenimizi diğerlerinden ayıran ana özelliği “hayat”ın burada sürdürülebilir olmasıdır. Kur’an-ı Kerim bize hayatın kaynağının “Hayy olan Allah” olduğu hakikatini hatırlatmaktadırlar. Bu açıdan hikmetle ve ibretle bakılacak olursa, hayatın bizatihi kendisinin mucize olduğu görülür.

Ölü topraktan taneler çıkar. Bilumum tahıl ürünleri ve diğerleri, insanlar ve hayvanlar bunlarla beslenirler. Yine dirilen toprakta çeşitli bitkiler, meyveler, sebzeler yetişir. Hurmalıklar, üzümler bunlardan verilen iki örnektir sadece. Portakal, karpuz, domates vs. de öyledir. Yağmur yağar bahçeler yeşillenir, dalları ve yaprakları birbiri içine girer, pınarlar fışkırır. Lafın gelişi “fışkırır” diyoruz, hakikatte ise fışkırtan O’dur. O’nun ihsanı, bağışı, vaz’ettiği yasalar dahilinde bunlar mümkün olmaktadır. Potansiyel olarak var olan, var olup da açığa çıkan bu nimetler zenginleştirilir, insan kendisi de toprağı işler, ürünler yetiştirir, hatta yeni meyve ve sebzeler yetiştirir. Daha önce bilinmeyen sebze, meyve ve yemişler elde eder. Bıtımı fıstık ağacına ilkah eder, yeni bir fıstık türü yetişir. Bezelye, patlıcan vs. sebzeler elde eder.

Bütün bunlar Allah’ın bahşettiği nimetlerdir. Hepsi, her şey insanın bu gezegendeki hayatını idame ettirmesi, yararlanıp yaratılışın anlam ve amacına uygun yaşaması içindir. Böylesine zengin, eşsiz-biricik bir gezgende yaşarken, insanın Allah’a şükretmesi gerekmez mi? Şükür insanın Allah’a borcunu ödemesidir ki, “din” kelimesinin türdeşi köklerden biri de “deyn” yani borçtur.

Yeryüzü gezegeninde canlı varlıklar çift yaratılmıştır, bizler de çift yaratılmış bulunuyoruz (78/Nebe’, 8). Yerin bitirdiklerinden olan her şey; bitkiler, meyveler, sebzeler; cansız bildiğimiz madde, maddenin iç yapısı çifttir. Zahir bakış açısından zıtlar dünyasında yaşıyor gibiyiz. Zıtlar arasında çatışma olması beklenirken –çünkü kural şudur: zıtlar bir arada olmaz (zıttani la-yectemiani)-, harikulade bir uyum, ahenk ve harmoni söz konusudur. Buna zıtların harmonisi diyebiliriz.

İnsanın kendisi de tür olarak öyledir. İnsan (Ademoğulları) erkek ve dişi olarak yaratılmıştır. Zıtların birlikteliği hayatın devamını sağlar. Çiftler, arasındaki temel ilişki farklılıktır; hasmane karşıtlık değildir. Kadın ve erkek birbirleriyle rekabet etmek zorunda değiller, aksine tabiatta ve günlük hayatta tezahür eden farklılıklarını koruyarak bir arada yaşamak durumundadırlar. Çünkü erkek ve kadın, ontolojik olarak iki karşıt cevherden yaratılmış değildirler, aksine “tek bir nefisten (Nefs-i vahide)” yaratılmışlardır, çift olma hüli bu tek cevherden türemiş, yeryüzüne erkek ve kadın olarak türeyip yayılmışlardır (Bkz. 4/Nisa, 1).

Nasıl bitkiler, hayvanlar ve daha bilemediğimiz şeylerin zıtlığı/ diyalektiği varlık aleminin hayatiyetini devam ettirmesinin sebebi ise, bunun gibi yeryüzü gezegeninde neslinin devam etmesi için kadın ve erkek de farklılıklarını, yani kadın kadınlığını, erkek erkekliğini koruyarak ve fakat bir arada bulunarak yaşayacaklardır.

Kadın ve erkek psikolojik manada bağımlı değil ama birbirlerine bağlı yaşadıkları durumlarda mutlu olurlar.  Kadın, erkek gibi bir erkekle kadınlığını; erkek kadın gibi bir kadınla birleştiği ve ömür sürdüğü zaman erkekliğini hisseder ve yaşar. Erkekleşmiş kadının erkeğe, kadınlaşmış erkeğin kadına verebileceği mutluluk ve tatmin yoktur.

Kadın ve erkeğin bir araya gelişi aileyi oluşturur. “Aile” Kur’an-ı Kerim’de işaret edildiği üzere bir araya gelmiş bireylerin birbirlerine muhtaç olmaları demektir:

“Sen muhtaç (yoksul ve yoksun) iken seni bulup zengin etmedi mi?” (93/Duha, 8)

Bizim “muhtaç (yoksul ve yoksun)” diye çevirdiğimiz kelimenin orijinali “Aile(n)”dir. Aile, beşeriyetin tarihinde alternatifi olmayan tek kurumdur. Anne-baba ve çocuklardan oluşur. (Not: Geçenlerde Sağlık Bakanı “Kadın ve erkek (tek başlarına) aile sayılmaz” mealinde bir cümle kurmuştu; bu tamamen yanlış, elbette arzu edilen geniş veya hiç değilse çekirdek ailedir ama çocuğu olmayan nice kadın ve erkek var ki, din, örf ve hukuk nezdinde ailedirler, bu açıklama binlerce aileyi gücendirdi, üzdü.

İki cinsin huzur ve mutluluğu farklılıklarında yatmaktadır. Nasıl tabiatta şeylerin zıtlıkmış görünen farklılıkları ortadan kalkacak olsa, şeylerin varoluşu sona erecekse, bunun gibi kadın ve erkek birbirlerine karşı zıtlık temelinde özerkleşecek, bağımsızlaşacak, mutlak manada özgürleşecek olurlarsa hayatları sona erer. Önce aile dağılır, arkasından toplumsal hayat çözülür, sonra türümüzün geleceği tehlikeye girer. Kadın ve erkeğin gezegendeki hayatiyetleri, farklılıklarını karşıtlık temelinde tanımlamaları ve konumlandırmalarına değil, birinin diğerini “öteki ben”i kabul edip, eşi görmesi, eşler arasında sevgiye ve merhamete dayalı birlikteliğin sürmesine bağlıdır. O halde kadın ve erkek, aralarındaki ilişkiyi dişi ve erkek olarak konumlandırılmış bulunan farklılığı koruyarak düzenleyecek ve sürdüreceklerdir. Birbirleriyle “eşit”lenirlerse, aralarındaki cinsiyet farkı önce rekabet ve çatışmaya dönüşür, arkasından temel fizyoloik/biyolojik farklılık ortadan kalkar, belki de “üçüncü cins” dediğimiz “yeni bir yaratık (hilkat ucubesi)” türer ki, bunun uzun bir tarih içinde bu gezegende neslini devam ettirerek yaşaması mümkün olmaz.

Çiftleri yaratan ve gezegendeki hayatın çiftlerin farklılığına göre sürmesini murat eden şanı yüce Allah’tır, O’nun muradına, öngörmesine ve çiftler arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümlerine saygılı olmak ve tam bir ihlasla teslim olmak gerekir.

 

Kaynak: mirathaber.com


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —