Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Faysal Mahmutoğlu


Kaderle Aldatmak

Faysal Mahmutoğlu, h24hbr.com’da “Kaderle Adatmak” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.


İslam dünyasında tüm olumsuzluklar kaderle açıklanmaya çalışılır. Depremde çürük bina yıkılır can ve mal kaybı yaşanır; sorumlular suçlanacağına kader denilerek olay kapatılır. Yangın, sel, trafik kazası, heyelan gibi insanın sorumluluğunda faciaya dönüşen olaylar kader denilerek sorumluluk Allah’a atılır. Oysaki Allah; başınıza gelenler “kendi yüzünüzdendir” (Al-i İmran, 165) diyor.

Kadere iman, geleneksel Ehl-i Sünnet anlayışı iman esaslarının altıncısı olarak sayılmış ki, Bakara 177, 285 ve Nisa 136. ayetlerde iman esaslarının çerçevesi çizilmiştir. Ve bunların içinde kader kelimesi geçmemektedir.

Kader sözcüğünün geçtiği yerde gerek siyasal, sınıfsal ve gerekse hukuksal bir çifte standartla karşı kaşıya kalıyoruz.

Uzunca bir zamandır ülke yangın yeri gibi. Her yeni güne neredeyse bir faciayla uyanıyoruz. En basit bir doğa olayı bile felakete dönüşüyor. Yangın çıkıyor yeterli söndürme uçağı olmadığı için felakete dönüşüyor. Deprem oluyor 11 vilayet neredeyse haritadan siliniyor ve 50 binin üzerinde can kaybı yaşanıyor. Tren kazasında onlarca canımızı yitiriyoruz. Hepsinin ortak özelliği, rant ve kâr hırsından kaynaklı ihmaller zinciri ve kayırmacılık.

Bolu Kartalkaya’daki yangın faciasında 78 canımızı yitirirken bir kez daha gördük ki, facianın yegâne nedeni, insan sorumsuzluğundan kaynaklanan ihmaller zinciridir. Arık tüm felaketlerde ortaya çıkan ihmaller zinciri normalimiz oldu. Bu ihmalleri önlemesi gerekenler, ‘kader’ diyerek ölenlerin arkasında rahmet diler. Akabinde “sorumlular en ağır şekilde cezalandırılacak” denilir. Eğer bir ceza devreye sokulacaksa en alt rütbedeki cezalandırılır. “Bizden”se kimseden hesap sorulmaz. Her şeye rağmen soruşturmanın şeffaf ve objektif yapılmasını ümit ediyorum.

Hiç beklenmedik bir anda ortaya çıkabilen doğal afetler ve yangınların birer faciaya dönüşmesi ancak bilimin ve teknolojinin gereklilikleri yerine getirilerek alınan önlemler ve bürokrasinin etkin denetimi sayesinde engellenebilir.

Kartalkaya’daki yangın faciasıyla ilgili olarak yapılan açıklamalara bakıldığında, otelde tahliye çıkışlarının yeterli olmadığı, ışıklı yönlendirme levhalarının yetersiz olduğu, söndürme gereçleri, acil aydınlatma sistemi, yangın algılama sistemi ve duman kontrolü sisteminin yetersiz olduğu belirlendi. Hatta otelin odalarında, koridor ve salonlarında “yağmurlama” denilen yoğun duman halinde su püskürten tesisatın olmadığı yangından kurtulanlar tarafından söylendi. Ve bunlardan dolayı can kaybının arttığı belirtildi.

Ayrıca gerekli kuruluşların rutin denetimleri etkin bir şekilde yapmadıkları da anlaşılıyor.

Türkiye’de denetimlerin tam anlamıyla yapılmadığı hususunda bir genel kabul var. Buna bağlı olarak ölümlerin artığını görüyoruz.

Rant hırsı karşısında dinler ve ahlaki telkin çaresiz.

Ancak cezai müeyyidesi olan yasaların uygulanması ve etkin denetimle facialar önlenebilir.

Belli bir süre günah keçisi aranacak, toplumun öfkesini dindirme amaçlı olarak birtakım tutuklamalar gerçekleşecek. Ve olay zamana yayılarak unutulacak. Üstünden zaman geçince her şey unutulacak.

İşin acı tarafı, bugüne kadar hiçbir olayda siyasiler sorumluluk üstlenmediler ve hesap vermediler.

Ne yazık ki, demokratik ülkelerde gıptayla seyrettiğimiz siyasilerin sorumluluk üstlenerek istifa etmeleri gibi erdemli davranışlara ülkemizde rastlamak pek mümkün değil.

Daha birkaç gün önce, Sırbistan’ın Novi Sad kentindeki tren istasyonunda 15 kişinin öldüğü kaza sonrası protestolara dayanamayan Başbakan Vucevic, istifa kararını aldığını bildirdi. Novi Sad Belediye Başkanı Milan Djuriç de görevinden ayrılacak. 2015 yılında Romanya’da bir yangın vesilesiyle Başbakan Victor Ponta, 2017 yılında Londra’daki bir yangından dolayı Chelsea Belediye Başkanı Nicholas Holgate istifa etti. Uygar ülkelerde erdem, koltuktan daha önemlidir.

İş insanlarının siyasilerle fotoğraflarını makam odalarına asmaları, onları denetimden uzak ve dokunulmaz kılıyor. Yol üstü lokantalarında bile iş sahibinin yöneticilerle fotoğraflarına sıkça rastlıyoruz.

Kazara bir denetimle karşı karşıya kaldığında görevlilere hemen “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” gibi kabadayıca çıkışabilen esnaf veya iş insanı, ‘benin arkamda kapı gibi torpilim var’ demek istemektedir.

Kamu çalışanları da görev ihmallerinin hatırlatılmasına pek aldırış etmemektedirler. Zira kendilerini oraya torpille yerleştirenlere güvenmektedirler. Çalışma yaşamında torpil bir nevi suç işleme güvencesidir. Hele siyasi bağlantısı da var ise o tamamen dokunulmazdır.

Ahbap-çavuş ilişkisi, nepotizm iş yaşamında sorumluluk duygusunu ortadan kaldıran bir sistem üretir. Bu sistemde ceza devreye girmez. Cezalandırmaya kalkışan cezalandırılır.

Demokrasinin işlemediği ülkelerde en ucuz şey insan hayatıdır. Türkiye’de insan en yüce değer olarak görülmüyor. Kâr hırsı insan yaşamından daha baskın geliyor. Albert Camus’un deyimiyle “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakmak gerek.”

Ülkemizde doğa, kültürel ve tarihi değerlerimizi sermayenin çıkarlarına feda eden bir anlayış egemen. Sermayeyi önceleyen sistem, Kaz dağları, Soma ve İliç’te görüldüğü gibi rant, yağma ve yıkım üzerine inşa edilmiştir.

Öte yandan yangın devam ederken, yan oteldeki müşterilerin kayak yapmaya devam etmesi toplum olarak acılarda da ortaklaşamadığımızın ve çürümüşlüğün göstergesidir. Anadolu’nun herhangi bir köyünde ölüm hadisesi gerçekleştiğinde tüm komşuları yasını tutar, haftalarca radyo ve TV açılmazdı, düğünler ertelenirdi. Otelin alevlere teslim olduğu gibi vicdanımız, insanlığımız ve adalete inancımız da alevlere teslim oldu.

Olayın endişe verici bir boyutu da sosyal medyada mağdurlara yönelik sınıfsal öfkenin ortaya çıkması… Empati yoksunluğumuzun bir diğer göstergesi olarak oldukça ibret vericidir. Sınıfsal ayrımlarla başkasının acısına duyarsızlaşma, ortak olmama hali normalimiz olmamalı.

Mağdurlar arasında bir hiyerarşi yaratmak ahlaki yozlaşmayı beraberinde getirdiği gibi sınıfsal çatışmanın da zeminini oluşturur.

Empati, acıları paylaşmanın ve toplumsal dayanışmanın ilk adımıdır. Ahlaki ve vicdani sorumluğun gereğidir.

Sınıfsal öfke ve trajedilere karşı duyarsızlık bir seçenek olmaktan çıkartılmalı.

Aynısını geçmişte Roboski katliamında da gördük. 28 Aralık 2011 günü, yani yılbaşı arifesinde 34 canımızı yitirdiğimiz hadise karşısında toplumun büyük bir kesimi yılbaşı eğlence programlarını iptal etmedi. Çünkü onların gözünde mağdurlar ötekiydi.

Ötekinin acısı karşısındaki tutumumuz durduğumuz yeri belirler, insanlığımızı sınar.

Görüldüğü kadarıyla canlarımızı yitirmenin yanı sıra insanlığımızı da kaybediyoruz.

Yazıyı Eric – Emmanuel Shmitt’le bitiriyorum: “ Kimse haksız zenginliğini cehenneme taşımaz. Asıl zenginlik erdemdir.”

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR