Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ali BULAÇ


KAÇIŞ NEREYE?

Ali Bulaç'ın "yeni" yazısı...


Belki de sadece Rus değil, dünya roman edebiyatının en iyi romancısı olan Dostyoveski, ünlü eseri Karamozof Kardeşler’in sonunda “Tanrı yoksa herşey mübahtır” der. Bu hüküm cümlesinin muhalifinden şunu söyleyebiliriz: Yeryüzünde neyin helal ve mübah, neyin haram veya münker olduğunu biz değil Allah ta’yin ve tespit eder.

Ancak insanın tarihi ve aktüel tecrübesinden biliriz ki insan Allah’ın çizdiği sınırları çiğnemek ister, onda bunu teşvik edici güçlü bir motivasyon vardır. Bu böyledir, zira insana kötü eylemi arzusu ve güdüsü (fücur) verildiği gibi, kötülükten korunup iyi insan olma talep ve arzusu (takva) da verilmiştir.

Kısaca insan iyilik ve kötülük arasında bir medd-i cezir hali içinde yaşar.

İnsan kötülük yaparak Allah’a bir zarar veremez, verse verse kendine ve başkalarına, mesela hemcinslerine, hayvanlara, bitkilere, tabiata, varlığa zarar verir. Kötülük yapan insan yüryüzünün hükümdarı değildir, Allah’ın mülkünde kötülük yapar ve bunun eninde sonunda ya dünyada veya ahirette bunun hesabını verecektir. Şu halde Dostyoveski’nin deyimiyle “Tanrı vardır ve insan O’nun denetimi” dışında değildir.

Kur’an-ı Kerim bu hakikati şöyle dile getirir:

İnsan o gün: “Kaçış nereye?” der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, ‘sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)’ yalnızca Rabbi’nin katıdır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.(75/Kıyâmet, 10-15)

Allah insana karşı merhametlidir, kuluna tuzak kurmaz, gafil avlamaz, ne yapıp yapmayacağı konusunda yol gösterici elçi ve kitap gönderir.

Elçi inkârcılara dünya hayatının geçici olduğunu, her yaptıklarının hesabını verecekleri ahiret ve hesap gününü hatırlattığında, pekiyi “Kıyâmet günü ne zamanmış” diye sorarlar. Bu tarih boyunca inkârcıların bıkıp usanmadan tekrar edegeldikleri sorudur (7/A’raf, 187). Yüce Allah bu soruya kıyâmetin birkaç dehşetli sahnesini tasvir ederek verir:

O gün gözler kamaşıp kayacak veya kirpikler kırpılmadan gözler yuvalarından fırlayacak; ay kararacak, aydınlatma fonksiyonunu yerine getirmeyecek; güneş ve ay birleşecek. Bunun manası güneş ve ay da sönecek, fonksiyonları sona erecek (81/Tekvir, 1-14). İşte kıyâmet böyle dehşetli bir gündür. Böyle bir günde sadece çaresizlik vardır, günahkâr insan etrafa bakınır ve “Kaçış nereye?” diye çaresizce sorar. Böyle bir günde ne hesaptan ne azaptan kaçmak mümkündür. İnkârcılar ve suçlu günahkârlar için kendilerini kurtarabilecekleri, zorlayabilecekleri sığınak yoktur. Ne Nuh aleyhisselamın oğlu gibi yüksek bir dağa kaçıp kurtulabilirler (11/Nuh, 43), ne bir mağaraya sığınabilirler. Nihai menzile varılmıştır, o da yüce Allah’ın katıdır (53/Necm, 42); herkes ve her şey orada karar kılacaktır. O gün insana bir emanet olarak verilen dünya hayatında yaptıkları da, yapması gerektiği halde yapmadıkları da haber verilecek, bütün yapıp ettikleri önüne konacaktır.

Enteresan bir hüküm cümlesi vardır: İnsanın kendine bir basiret olduğunu belirtir. Tefsirciler buradaki basiretin şahitlik/tanıklık olduğunu söyler. Buna göre ayetin takdiri şöyle olmaktadır: İnsan yaptıklarını içinde tecrübe edip en iyi kendini gözleyen bir şahittir. Ne yapıp yapmadığını en iyi kendisi bilir; başkalarından gizlese bile kendinden gizleyemez. Diyelim ki başkalarından gizledi ve kendi yaptıklarını bildiği halde inkâra kalkıştı, bunun da faydası yok, zira organları aleyhinde şehadette bulunacaklardır. Görülüyor ki, gerçekten kurtuluş yoktur, kaçış mümkün değildir.

İnsan yapıp ettiklerini örtbas etmek amacıyla bir dizi mazeret uydurmaya kalkışsa bile bunun bir faydası yoktur. Dilciler, ayette geçen “mazeret”in Yemenlilerin lehçesinde perde manasındaki “mi’zar” ile aynı köktendir. Buna göre suçlu günahkârlar, yaptıklarının üzerine hangi perdeyi örtmek isteseler bile, kendileri ne yaptıklarını bilmektedirler, gizlemeye kalkışacak olurlarsa fiilin işlenmesinde kullanılan organlar –el, ayak, dil, göz, kulak vs.- aleyhlerinde şahitlik edeceklerdir. Kendi amel defterlerini, önden ahirete gönderip de kayıt altına alınan sicillerini kendileri pek ala okuyabilmektedirler (17/İsra, 14). Bu yüzden özür beyan etmeleri de işe yaramayacak (40/Mü’min, 52). Fakat elbette Yüce Allah’ın her şeyi künhüne varıncaya kadar bilmesi, her şeyden haberdar olması hiçbir şeyin gizle kalmasına imkân vermez. Kaldı ki melekler (Kiramen kâtibin) bizim ne yapıp ettiğimizi günü gününe kaydetmektedirler.

Öyle de suç ve günahın teşhirinden kaçınmak lazım. Kişi kendi aleyhinde şahitlik yapmıyorsa, kul hakkını ihlal eden suçlar ve günahlar dışında iş Allah’a bırakılmalıdır, bakarsınız adaletiyle muamele eder ve affeder. Günah ve suçun samimi itirafı Allah’a yapılır ve nasuh tevbe ile ondan vazgeçilir.

Bu açıdan Kilisedeki itiraf suçlunun kendi aleyhinde şahitlikte bulunuyor olması hasebiyle İslam’da kabul görmemiştir.

 

Kaynak: mirathaber.com 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR