Anlatacağım hikaye bilenlerin malumu olsa da, anlatımımın maksadına uygun olması açısından aktarmayı gerekli buluyorum.
1960'lı yıllar, Elazığ Akıl hastanesinden deliler kaçar, Elâzığ’ın cadde ve sokaklarına dağılır.
Hastaneden toplam 423 deli kaçmıştır.
O zamanın ünlü doktoru Mutemet Bey hastanenin başhekimidir.
Görevliler "Doktor Bey ne yapalım" diye kendisine sorarlar.
Mutemet Bey ‘bana bir düdük verin ve ardımsıra arkama yapışarak gelin’ der.
Doktor önde birkaç personeli arkasında tren-tren(cilik) oyununu oynayarak Elazığ çarşısını dolaşır.
Bütün deliler doktorun arkasındaki bu kuyruğa girer, vagon gibi Başhekimin ardına dizilirler.
Hastaneye geldiklerinde ise ardındaki sayının toplamı bu sefer 612 kişidir.
Kısa bir analiz:
Her Hikayenin Bir de Gerçeği (mi) Vardır!
Bu hikayemsi anlatımın (her bir şakada bir gerçek payı vardır da olduğu gibi) gerçek hayatta bir karşılığı vardır.
Bir toplumun suçluları hapiste olanlardır. Bu dışardakilerin suçsuzluğu gibi algılanır. Kanuni açıdan ise bu zaten böyledir. Hiç kimse suçlu potansiyel olarak görülemez veya potansiyel suçlu görülmekten cezalandırılamaz. Ancak gerçekte, dışardakiler arasındaki suçlu sayısı içerdekilerden fazladır. Adaleti sağlayamayan beşeri sistemlerde bu durum genel olarak bu şekildedir. Toplumda en büyük suçlular toplumun en başında da bulunmaya muvaffak olabilmiş, işledikleri cürümlerin cezalandırılması bir yana, sorgulanamamışlar bile.
(Suçları sabitlenememiş) suçluların güç elde etmeleri, bu gücün arkasına sığınarak (bununla kendilerine meşruiyet kazandırarak) kendilerine konum ve statü sağlayabilmektedirler.
Max Weber’e göre; ‘Meşruiyet, gücü elinde olan tarafından belirlenir.’ Bu aynı zamanda zorun ve mütekabili olarak Batı’nın bugünkü felsefesini ve durumunu betimler.
Deliliğe gelince:
Toplumlarda genel kabul gören şeyleri yapmak normal, doğru da olsa kabul görmemiş şeyleri yapmak ise anormal olarak görülmektedir. Bu durumda normalin ve dolayısıyla doğrunun ne olduğunun belirteci bir toplumda genel kabul görmüş olmak, olmaktadır.
Aklın niteliği, doğrunun tespiti ve aklın bu tespitteki rolü (esas olarak) devre dışı bırakılmaktadır. Hatta yapılanlara karşı yanlışlayıcı tepkimeler ‘sen kendini çok akıllı sanıyorsun galiba’ şeklinde karşılık bulabilmektedir. Aklın devre dışı bırakıldığı ortamlarda akıllı olmak işe yaramamakta, genele uyulması doğru olmak olarak olumlanmaktadır. Bu bağlamda ‘kral çıplak’ hikayesi de yerini bulmaktadır. Herkesin tersine gittiği bir yerde düzüne gitmek ‘dikine gitmek’ olarak (temelin Londra hikayesi gibi) görülmektedir.
Bir akıllılar heyeti oluşturulsa ve Batı toplumlarında aklından sorunluların tespitiyle görevlendirilseler, toplumun ekseriyeti Elazığ’a gönderilmeyi hakkedecek.
Ya da, tımarhane müdürü aynı işi Batı toplumunun sokak ve caddelerinde yapsa, ardına dizilecek sayı hikayedeki sayıyı sollayacaktır.
İnsanlar akıllı gibi görünüyor veya öyle duruyorlar. Onların bu duruşunun gerçek akıllılıkla ölçümlenebilmesi için örnek bir topluluk veya toplum modeli gerekmektedir.
Öyle ya, deliler bir toplum kursalar, kim onları, onların deli olduğuna inandırabilir? Hitler Almanya’sı bunun için bir örnek ve model olarak gösterilebilir.
Mutlaka onlar kendilerini dünyanın en akıllıları olarak lanse edecekler ve ellerindeki imkanları kullanarak tüm insanların kendilerine benzemelerini sağlamaya çalışacaklar.
Benzeyemeyenleri de (Batı’nın uzun boylu tarihsel serencamında görüldüğü gibi) anormal görüp dışlayacak, onları ‘medeni ol(a)mayan (!)’ insanlar olarak nitelendireceklerdir.
Değil mi?
Mehmet Ali Bilici
Oberhausen / Almanya
Not: Aşağıdaki hikaye bu hikayeyi doğrular mahiyettedir.