Celal TAHİR

Tarih: 17.02.2020 12:03

Islahat ve Devrimcilik

Facebook Twitter Linked-in

Islahat: fabrika ayarları bozulan insanın ve insan toplumunun, bozulan ayarların yeniden düzenlenmesi aslına rücû ettirilmesidir; menşei ilahi olan aslı prensiplere göre güncellenmesi ve bu şekilde yeniden format atılmasıdır. Bu manada ıslahat, fabrika ayarlarına geri döndürme hareketidir.

Modern toplum İnsan ve insan toplumunu sanki akıl-altı alana çekmek gibi bir varoluş prensibine sahip gibi gözükmektedir. İnsan ve insan toplumu akıl-altı alana çekilmekte ve dünya giderek distopik-cehennemi bir hâl almaktadır. Bu prensip bu sebepten, modern toplumun harekât ve sekenâtının mahiyetini belirleyen, esas prensiplerdendir. Ve modernitenin çeşitli süreçlerinde kendisini tezahür ve tebarüz ettirmektedir. Ve dört asırdır bu büyük ölçüde, ideolojiler üzerinden, ideolojiler vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Bu ise modern toplumun dönüştürülebilir, kıvam verilebilir, format atılabilir bir toplum olma özelliği modern çağın özelliğiyle elbette doğrudan irtibatlıdır. Modern çağ insanın evriminde oluş bozuluş süreçlerinin bozuluş evresine tekabül etmektedir. Bundan dolayı da modern toplum müdahale edilebilir bir toplum olma durumundadır. Bu müdahale edilebilmesi ve müdahale neticesinde dönüştürülebilmesi yani müdahalenin netice verebilmesini, imkân dairesine sokmaktadır. Bu şeklide aslî kodları bozulan insan toplumu ütopyalara yani sahte cennete de ulaşamamıştır. Bugün görüldüğü üzere sanki insanlık negatif ütopyalara, bir tür cehennemi bir hâl alan dünyaya doğru ilerlemektedir. Bu durumun en önemli neticelerinden biri de, sahte cennet vaadine uygun olarak sahte peygamberlerin ortaya çıkmasıdır. Bunlar ise ağırlıklı olarak modern dünyanın ideologlarıdır, politik önderleridir, idolleridir. Modern dünyanın sahte peygamberleri insanları, insanlığı, insan toplumunu sahte cennet vaatleriyle oradan oraya sürükleyen kimselerdir. Ve bu sahte peygamberlerin sahte Cennet vaatleri ile harekete geçen halklar ülkeler muhtelif devrimden gerçekleştirmişlerdir. Bu şekilde de dönüşüme uğramışlardır. Kendi geleneklerinden ve gerçeklerinden önemli ölçüde kopmuşlar ve uzaklaşmışlardır. Bu ise devrimle ıslahat arasındaki farktan kaynaklanmaktadır. Çünkü Devrim ve devrimcilik hareket hattını aslî prensiplere istinat ettirmemektedir; tam tersine bu prensipleri bozucu niteliktedir.

Islahatın Niteliği Ve Devrimden Farkı
İslam’ın ve de Müslümanların çizgisi ve usûlü devrimcilik değildir; ıslahattır. Islahat bireyleri ve de toplumu salih istikamete sevk etmektir. Dolayısıyla ıslahat hareketi ve ıslahatçılık; vaaz edilmiş ilahi menşeili prensiplerin belirleyiciliği ve rehberliğinden şu ya da bu düzeyde uzaklaşmış siyasi, kültürel kurum ve kuralları yeniden bu ilahi menşeili prensipler ışığında onarmak, tamir, inşa etmek hareket ve hareketlerinin adıdır. Islahat prensibi ile geliştirilecek hareketlerin neticesi bu olacaktır/olmalıdır. Islahat mevcut olanı kaotik bir hedefe dönük olarak berhava etmek değil, düzeltme hareketidir. Ve bu, hemen hemen bütün ideolojilerin sahip olduğu devrim ve devrimcilik düşüncesi ile olabilecek bir iş değildir. Hatta o çizgi ile uzak yakın bir alakası da yoktur. Çünkü ıslahat ve ıslahatçılık, ülkeleri-devletleri-toplumları ilahi menşeli asli prensipler temelinde ve ışığında yeniden organize etme hareketidir. Düzeltmenin anlamı budur. Bununla devrim ve devrimciliğin alakasının olmadığı açıktır. İkisinin iki karşıt kutbu temsil ettiği de açıktır.

Islahat, ilahi-menşeili asli prensiplerden uzaklaşan devlet ve toplum yapısını yeniden aslına döndürme hareketidir. Aslından uzaklaşan yani dejenere olan devlet ve toplum yapısı, ilahi-menşeili asli prensipler ışığında yeniden aslına döndürülür, aslına rücu ettirilir. Yani doğru yola, istikamete sokulur. Bu bağlamda ıslahat ve ıslahatçılık kaosa doğru giden toplumu, bireyleri, kurum ve kuralları bu kaos girdabının dışına çekip çıkarmaktır. Ve sükûnete kavuşturmak, yeniden kozmosu inşa etmektir. Ancak ıslahat bir nostaljiye benzer geçmişe özlem, geçmişi geri getirme hareketi de değildir. Mesela bir tür yeni Osmanlıcılığın manası elbette yoktur; ama şu söylenebilir: Osmanlı medeniyeti, Osmanlıların, kendi yaşamlarında, kişiliklerinde ve siyasal, toplumsal hareketlerinde ilahi menşeili aslî prensipleri içkin hale getirmeleriyle inşa olmuştur. Zaten bu medeniyeti var eden de budur. Yani onların prensiplerini, bizim de kendi kişilik, yaşam çizgimizde içkin hale getirmemiz şarttır. O zaman bugünün dünyasında bir ilahi menşeili aslî prensipler ışığında bir medeniyet inşa etmemiz mümkün olacaktır. Bu ise yeni-Osmanlıcılık değildir. Bu Müslüman Türklerin modern dünyayı ıslah çabasıdır. Müslüman-Türk uygarlığının bugüne update edilmesidir. Müslüman Türkler bu ıslahat usulü-metodu ile modern yıkıcı Batı uygarlığının bu yıkıcı yönlerinin ıslahına talip olmalıdır. Bu yıkıcı yönlerin ıslah olması ile modern Batı uygarlığı ve dünya insan topluluğu mümkün mertebe ilahi menşeili asli prensiplerin vaaz ettiği yola yani istikamete yönelebilir. Bunu yapmaya aday millet Müslüman-Türkler ve ülke ise Türkiye ve devlet ise Türkiye Cumhuriyeti’dir. İşte Türkiye’nin son 10 yılda yaşadığı hadiselerin sebebi burada yatmaktadır.

Bundan sebeple ideolojiler çağında altmışlı, yetmişli, seksenli yıllarda hatta günümüzde de bir takım İslâmcıların, Hz. MUHAMMED (s.a.v) en büyük devrimcidir, demeleri ve İslâm Devrimi’nden söz etmeleri oldukça yersiz ve anlamsızdır ve elbette ki yanlıştır. Çünkü İslam’ın ve Müslümanların çizgisi ve usulü-metodu devrimcilik değil, ıslahattır. İkisi arasındaki fark da şudur; devrim kontrolsüz yığınların -ki yığınlar zaten kontrolsüzdür- mevcut kurum ve gelenekleri parçalaması esası üzerine bina olunur. Devrim sonrası inşa edilen yapılar ise önemli ölçüde ilahi menşeili prensiplerle uyumlu devlet ve toplum formasyonları olmamıştır. Fransız inkılabı ile başlayan devrimler tarihinin tamamı bunu doğrular niteliktedir. Neticede Toplumlar devrimlerden önemli ölçüde zarar görür ve zaten görmüştür. Islahat ise ilahi-menşeili asli prensiplerden uzaklaşan devlet ve toplum yapısını yeniden aslına döndürme hareketidir. Aslından uzaklaşan yani dejenere olan devlet ve toplum yapısı, ilahi-menşeili asli prensipler ışığında yeniden aslına döndürülür, aslına rücu ettirilir. Yani doğru yola, istikamete sokulur. Bu ıslahattır.

Devrim ve Devrimciliğin Mahiyeti
Devrim ve devrimcilik toplumun yerleşik nizamına toplumun kurum ve kurallarına yığınların kaosa yol açan eylemi ile paramparça ve berhava etmeyi hedefler. Ve devrim gerçekleştiğinde bu başarılmış olur. Esasen devrim gerçekleşmediği devrim hareketlerinde de, kaos oluşmasında epey bir mesafe alınır. Bu anlamda da ideolojilerin rehberliğinde gelişen devrim hareketleri 1- kendileri kaostur 2- kaosu tetiklemektedir 3- getirdikleri toplumsal yapılar da kaosu doğurmakta ve derinleştirmektedir. Devrim kontrolsüz yığınların -ki yığınlar zaten kontrolsüzdür- mevcut kurum ve gelenekleri parçalaması esası üzerine bina olunur. .

Devrimler ve devrim teorisyenleri kendilerini mutlaka bir takım haklı sebeplere istinat ettirmektedirler. Elbette ki haklı sebepler vardır. Ancak bütün devrimler gerçekleştikleri ülkeleri-devletleri-toplumları ilahi menşeleri asli prensiplerden çok daha fazla uzaklaştırmışlardır. Neticede içinde yaşadığımız âlemin, ilahi meşeli asli prensiplerle irtibatlı kodları ve yazılımı bozulmaktadır ve yazılım yenilenmektedir. Bu oldukça vahim bir durumdur. Bu zaten mevcut olan, durumdaki bozulmayı tetikleyen-hızlandıran bir süreçtir. Ancak kaotik an sadece devrim an’ı denilen ve az çok saptanabilir bir süre ve süreçlerle irtibatlı ve sınırlı da değildir. Çünkü ayrıca Devrimler bizatihi kendileri kaostur. Ve bununla irtibatlı olarak, kaotik süreçleri daim kılmaları, esaslı neticelerindendir.

Oldukça mühim olan bir husus da devrim ve devrimcilik süreçlerinin, bugünün-an’ın doğrudan reddi demek olmasıdır. Bu, tasavvuftaki sûfinin ibnül-vakt-an’ın-oğlu olması anlayışının tam zıddıdır. Devrim ve devrimcilik süreçlerinde ‘an’ yani vakit gelecek için feda/berhava edilmektedir. Bu, her türden devrimciliğin daha doğrusu yıkıcı hareketlerin de zemini ve tetikleyicisidir. Doğrudan bu şekilde söylenmese de tek tek ideolojiler de bir ütopik hedef ile insanları tahrik edip harekete geçirirler. Şu yahut bu sebepten bugünden- içinde yaşadığı andan, vakitten ve dönemden memnuniyetsiz olan kişi ve topluluklar belirsiz bir gelecek ve toplum vaat ve ümidiyle harekete geçerler/geçirilirler ve bunun tersi de geçerlidir. Belirsiz bir gelecek ve toplum vaat ve ümidiyle harekete geçirilen kişi ve topluluklar, bugünden- içinde yaşadığı andan, vakitten ve dönemden memnuniyetsiz hale ge(tiri)lirler. Bu, hem an’ın hem de kişilerin feda edilmesini de beraberinde getirir, aynı zamanda da ideolojik hareketlerde görülen negatif mistifikasyon da zemini ve sebebidir. Bu negatif mistifikasyon; kişilerde olağanüstü fedakârlığı beraberinde getirmektedir, tersine karşı inisiyasyon dediğimiz sürecin de tetikleyicisidir. Bu süreçlerde kişi normalde yapamayacağı işleri yapar duruma gelmektedir.

Modernliğin ve Devrimlerin Neticeleri
Modern toplumun bir niteliği, geleneksel toplumsal örgünün çözülmesidir. Modern toplumsal devrimlerin en önemli ve en vahim neticelerinden biri budur. Çünkü bu durumda kaotik bir yapı ortaya çıkar. Bu kaotik yapı ve süreçler neredeyse daim kılınır. Zaten devrim denilen hadise kaosun egemen olduğu bir an, süre, zaman dilimidir. Burada devlet berhava olur ve toplumsal denetim neredeyse büyük ölçüde ortadan kalkar. Bu ise isteyenin istediğini yapabileceği bir an demektir. Oysaki Osmanlı’da devlet söylendiği gibi zıllullahi fi’l arzdır, yani Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Yani devletin kalkması demek veyahut bir anlık kalkması demek, bir anlık zayıflaması demek bu gölgenin bir an için bile olsa geriye çekilmesi gibisinden bir şey demektir ki; bu açıkçası rahmani bir durum değildir.

Devrim sonrası inşa edilen yapılar da, önemli ölçüde ilahi menşeili prensiplerle uyumlu devlet ve toplum formasyonları olmamıştır. Fransız devrimi ile başlayan devrimler tarihinin tamamı bunu doğrular niteliktedir. Bu yönü ile ideolojilerin rehberliğinde gerçekleştirilen devrim hareketlerinin sonuca ulaşması şu sonucu oluşturur. Şu yahut bu ölçüde, vaaz edilmiş ilahi prensiplere göre bina edilmiş kurum ve kuralların tahrip olması, bazen de bütünüyle ortadan kalkması yaşanacaktır. Çünkü ideolojiler tanım itibarıyla ilahi menşeili yapılara tezat durumdadırlar. Doğal olarak ta ideolojilerin rehberliğindeki devrim hareketleri ilahi menşeili prensiplere dayalı sosyal ve kültürel formasyonları berhava edecektir. Fransız, Amerikan, Bolşevik ve Çin devriminde görülen hususlar buradan kaynaklanmaktadır. Fransız inkılabı neticesi dinsizliği çağrıştırır derecede laiklik prensibinin gelişmesinin kaynağı budur. Hiçbir zaman bitmeyen toplumsal çalkantıların kaynağı olarak ortaya çıkan toplumsal siyasal yapıların arka planında bu yatmaktadır. Çin’in kadim tarihine karşı, devrim sonrası 1960’larda gerçekleştirilen proleter kültür devriminin mantığı da budur. Ve bu sebepten de proleter kültür devrimi Çin’in kadim Çin ve komünist Çin arasındaki bağlantısını önemli ölçüde zayıflatmıştır. Aşırı batılılaşma başlığı altında Kemalist devrim de böyle değerlendirilebilir. Fransız Devrimi, Rus Bolşevik Devrimi, Çin Devrimi, Kemalist Türk Devrimi ve Amerikan devrimi gibi devrimlerin neticeleri, geleneksel yapıların çözülmeleridir. Dolayısıyla burada ülkelerde, devletlerde, memleketlerde giderek dünya ölçeğinde cemaatler çözülmekte ve kitle ortaya çıkmaktadır. Bu özellikle 19. Ve 20. yüz yıllarda Batı’da da birçok düşünürün üzerine eğildiği temel meselelerden biridir.
İdeolojik karakterli devrim hareketleri ideal -dava uğruna teşebbüs edilen hareketler olarak telakki olunmaktadır. Bu durumda insanlar bir dava uğruna hareket boşuna mıdır veyahut ki ne yapsak boşuna mıdır, ne yapsak boş mudur? Sorularını sormaktadırlar. Dolaysıyla burada tüm bu insan topluluklarının ve insanların dolaysıyla teşebbüsleri, gayretleri sanki küçümsenmektedir. Hatta hiç yerine konulmaktadır şeklinde bir algı oluşmaktadır ve oluşmuştur. Ayrıca insanlar kendileri de hayatlarının bir bölümünde özellikle gençlik yıllarında bu tür ideolojik karakterli hareketlerinin kendi itikatlarına göre davaların peşinde koşmuşlardır. İçlerinde bulunmuşlardır. Bundan ötürü de kendileri de bu tür hareketlerin içlerinde oldukları için kendi gayretlerinin dolaysıyla da kendi şahsiyetlerinin dahi küçümsendiği, hiç yerine konulduğu kanaati oluşmaktadır. Kimsenin çaba ve gayretinin dolaysıyla da kendi şahsiyet ve kişiliğinin küçümsenmesine ve hatta hiç yerine konulmasına, yok sayılmasına tahammül edemeyeceği bunu kabul edemeyeceği izahtan varestedir. İnsanların dünyada ve Türkiye’de olup biten hadiselerin arka-planını ve hakiki gerçekliğini izah çabalarını, bir tür istihza olan Komplo Teorisi ile yaftalanmasına itibar etmesinin sebeplerinden birisi budur. 
Devrim ve devrimciliğin ortaya böyle bir kişilik ve zihin işleyişi ortaya çıkarmış olması da, üzerinde durulması gereken bir meseledir. Çünkü bu kişiler bu şekilde düşündüklerinden, hadiselerin hakikatine vakıf olmaktan çoğu zaman uzaktırlar.

Nihayetinde söylenmesi gereken şudur: İnsan toplumunun fabrika ayarları menşei ilahi olan aslı prensiplerdir. Bu prensipleri istinaden inşa edilen ve organize edilen toplumsal yapılardır. Modern devrimler tarihi ise önemli ölçüde onun bozulması ve tarumar edilmesidir. İşte bir kez daha söylemek lazım ki ıslahat: fabrika ayarları bozulan insanın ve insan toplumunun, bozulan ayarların yeniden düzenlenmesi aslına rücû ettirilmesidir; menşei ilahi olan aslı prensiplere göre güncellenmesi ve bu şekilde yeniden format atılmasıdır. Bu manada ıslahat, fabrika ayarlarına geri döndürme hareketidir.

Kaynak: ozgunirade.com

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —