Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Irkçılığa Karşı Ulusalcılık Potasında Eriyip Yok Olmak…

Sait Alioğlu'nun "yeni" yazısı...


Birkaç kez söz konusu olmuştu. Irk kelimesi Arapça olmakla birlikte, insanın, gelmiş olduğu kökenini tanımlamada kullanılıp kullanılmayacağına dair bir şeylere temas edip belirtmeye çalışmıştık.

Biz, acizane olarak, ırk kavramının içeriğine biyolojik anlamda insanın dahil edilemeyeceği fikrini ileri sürmüştük. Halen o fikirde olduğumuzu belirtmiş olalım.

Yine bize göre, ırk, insanların kökenini değil, bitkilerin ve dahi hayvanların kökenine atıf yapar ve onları tür ve cins olarak sınıflandırırdı.

Örnek vermek gerekirse, merinos ırkı, herhangi bir sebzenin cinsi, ya da türü şeklinde anlatılabilir ve öylece de anlaşılması gerekir.

Tabii ki, bu görüş bize ait olup kabul edilmeyebilirde.

Biz “bu kanaate nerden varıyoruz?” diye sorulduğunda, insanın yaratılışı itibarıyla ‘eşref-i mahlûkat’ olması hasebiyle ona bir cins ya da tür olarak bakıl(a)mazdı.

Bitkiler ve hayvanlar, insanla kıyaslandığında, farklı yapılara, biyolojik özelliklere sahip çoklu yaratıklar olarak kendi aralarında, topraktan gelme dışında, zaman içerisinde tür ve cins olarak çoğullaşma sonucu insandan farklı yapıya sahip olmuşlardır.

O zaman, insan, yapısı gereği, birbirinin zıddı olacak şekilde bir çoğullaşma ameliyesine uğramadığından dolayı, ona bir tür ve cins olarak bakılamazdı.

Bir anlık işin kültürel ve inanç boyutu sarf-ı nazar edildiğinde, onu, aidiyet açısından bir toplum adına tanımlayıp var olan yerini belirlediğimizde, onu, bir kavim, boy, aşiret, kabile, sülale ve aile içerisinde değerlendirebiliriz.

Onu, kavim içre bir kavme nispet ederiz. Kürt, Türk, Arap vs.

Bir de, bir açıdan var olan sosyolojik durumlardan kaynaklanan, yaşanılan toprak parçası üzerinde kendi hegemonyasını tesis etmiş bulunan güce bakarak; var olan –yakıcı- realiteye uygun, ama hakikate ve idealiteye uymayan, idealpolitikliğe ters düşen, onunla örtüşmeyen “yeni” toplumsal sınıf kategorilerinde varlığı söz konusu…

Bu yeni toplumsal kategori, gücünü, kendi hegemonyasını kuran güçten almış sayılır.

Bu alma biçimi, zora dayandığı, yani genel, geçer anlamda kabul gören “geleneksel” toplumsal anlayışa ters olduğundan dolayı merdut olduğu halde, kendisini dayatan şartlardan dolayı revaç bulmuş sayılır.

Meseleyi somutlaştırmaya çalıştığımızda, modern dönemlerin baskın söylemi ve icraatı olan ulusalcılık içerisinde, yaşanılan toprak parçasında, o da tesis edilmek istenen “toplumsal birlik” adına, bir kavmin – ya da söylenegenen tanımlamayla- ırkın isminin birliği oluşturduğu gerçeği, farklı kökenlere mensup insan gruplarının insan olarak varlığı kabul görecek olsa da, dil ve kültür açısından ismi resmiyette yer bulmaz.

Buna, Kürtlerin, her söz konusu olduğunda adı diğer kavimlerle birlikte, iştiyakla ve “kurucu öge” olarak sıralanır, ama ulusalcılık saikiyle ondan bahsedilmez.

Keza, varlığı kabul gördüğü hale, kurucu öge olduğu sarf-ı nazar edilen bir kavmin –bizde Kürtlerin- varlığı ondan hareketle ırkçılık sınırıma varmadan ulusalcılık saikiyle varla yok arasında bir yerde alıkonulmuş gibidir.

Ortada – o iddiaya hayatiyet kazandırmak için can atan ırkçıları saymaz isek- belirgin; kaba, saba bir ırkçılığa tesadüf edilmez, ama onun daha rafine şekli olan ulusalcılık olgusu devreye alınmış demektir.

Bu durum, Türkiye’de Türk unsuru dışında, başta Kürtler olmak üzere birçok kavme karşı uygulanmış olup bu durum halen devam etmektedir.

Keza, bu durum, başka diyarlarda da, kurucu öge olan birçok kavim için geçerliğini korumaktadır.

Yine, bu durum, kendini Türk toplumu içerisinde sayan ve gören ve nüfus bakımından, sayı olarak etnik açıdan Türk ve Kürt unsurdan bir hayli az olan Çerkez, Arnavut, Gürcü, Arap vb. toplulukların, o da varlıklarının Lozan’da Türk unsuru içerisinde gösterilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Lozan’da, bu saydığımız gayr-ı Türk Müslüman kavimlerin dışında kalan, Türk olmayan, ama nüfus açısından Türk nüfusu kadar varlığı bilinen Kürt toplumunun da, salt Müslüman oluşundan dolayı, gayr-ı Müslim azınlık içerinde değerlendirilmemesi olayı; Kürtleri azınlık statüsünden korumuş olmakla birlikte, onun Türklük potasında erimesini ve varlığını da ulusalcılık saikiyle yok saymasına yol açmıştır.

Yaşanan süreç içerisinde gelinen noktada, cümle ırkçılar iş başında mesai harcamakla birlikte, diğer yanda ise, diğer irili, ufaklı kavimlerin varlığından ziyade, nüfus ve üzerinde yaşadıkları yer açısından otokton (yerli, hiçbir yere göçmemiş olan anlamında) bir halk olan Kürtlerin, tekrardan ulusalcılık potasına dahil edilmesi yerine; her halkın varlığı ve kültürel kimliği anayasal teminat altına alınıp iş resmiyet kazanacak olsa; ne ırkçılığa ve nede tek taraflı bir ulusalcılığa ihtiyaç kalmaz.

Bu da, inşallah “Barışa Çağrı’nın karşılık bulacağı yeni bir çözüm sürecinde mümkün olabilir ancak.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR