Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Muhammet YETİŞ


İRAN (TEBRİZ-ERDEBİL) GEZİSİ NOTLARI

Muhammed Yetiş'in izlenimleri;


 

2 yıldır planını yaptığımız İran gezimizi nihayet karar verdik derken İsrail terör devletinin İsmail Heniye cinayeti bizi hem üzdü hem endişeye sevk etti. Çünkü İran, 'İsrail'den intikam alacağız!' açıklaması yaptı. Biz de gidelim mi gitmeyelim mi? Derken kendimizi Van'da bulduk. Van'da İyilikder temsilcisi Nur Cemal kardeşimin misafirperverliğinde Hacı Toprak abinin evinde sabahladık. Sabah kahvaltısı, hazırlıklar derken Erdem Turizm'e ait minibüsle nihayet yola koyulduk. Minibüste bizim aile hariç herkes İranlıydı. Kendi aralarında Farsça yüksek sesle konuşmaları ve volümü yüksek kahkahalarla gülmeleri bizi rahatsız etse de yolculuğumuza devam ettik. Yolculuğun ilerleyen kilometrelerinde yorgunluk ve İranlı bir bayanın elinin kapıya sıkışması gürültülerini biraz azalttı.

 Bu arada Van'dan çıktıktan sonra yolun solunda gördüğüm büyük su birikintisinin Van Gölünün devamı diye içimden tahmin yürüttüm.  Fakat şoföre sorduğumda Erçek Gölü olduğunu söyledi. Çok geçmeden de Erçek'in şehir merkezini geride bıraktık. Bu arada sınır kapısının Van'ın Özalp ilçesinde olduğunu ve oraya doğru seyahat ettiğimizi; oradan Tebriz'e geleceğimizi söylemeyi unutmuşum. 

Seyir esnasında yol kenarında gördüğüm koyun sürüleri Özalp'ta küçükbaş hayvancılığın yoğun bir şekilde yapıldığı hakkında ipucu verir nitelikte. Aslında Doğu Anadolu bölgesi uçsuz bucaksız çayırları ve yaylalarıyla büyükbaş hayvancılığa çok daha uygun ve büyük oranda da büyükbaş hayvancılık yaygın. Tabii yaz boyu devam eden çiçek çeşitliliği ve yoğunluğundan dolayı arıcılık da çok yaygın. Özalp'ı geride bırakıp sınır kapısına doğru ilerlerken sağlı sollu çaylar bizlere eşlik etmeye devam ediyor. Köylüler bir taraftan hayvanlarını buralarda otlatırken bir taraftan da biçtikleri otları kurutup hayvanlarının kışlık yemlerini de temin etmiş oluyorlar. Kapıköy sınır kapısına ulaştığımızda kenarda vagonlara gözüm çarpınca demir yolu bağlantısı olduğunu anladım. 

Gümrük kapısını geçerken Türkiye tarafında fazla bir problem yaşamadık; fakat İran tarafında büyük yığılma kuyrukla karşılaştık. Kavga gürültü eşliğinde yarım saatlik bir zamanda İran sınırlarına giriş yaptık. Bir taksi tutarak Tebriz'e doğru yola çıktık. Taksi dediğime bakmayın, yakın köy ve kasabalarda oturan Kürt gençleri şahsi arabalarıyla yolcu taşıyarak para kazanmaya çalışıyor.  Burada aile olarak 5 kişi olduğumuz için iki farklı arabaya binmek zorunda kalmamız bizi tedirgin ettiyse de başka çaremiz yoktu. Şoförle beraber 6 kişi binersek ceza yiyeceğimizi söylediler. İran'da kurallar sert uygulandığı için insanlar onları çiğnemekten çekiniyor. Mecburen 2 araca dağılarak yola koyulduk. Şoförümüz Abbas yakın bir köyde oturduğunu zaman zaman Türkiye'ye çalışmak için geldiğini söyleyince şaşırdım; lakin bu ülkede ekonomik koşullar maalesef Türkiye'den daha kötü. On yıllardır Amerika'nın uyguladığı ambargodan dolayı İran zor zamanlar yaşıyor. İran para biriminin dünyanın en değersiz parası olduğunu öğrendiğimizde şaşırmadık. Büyük şeytan Amerika ve işbirlikçileri Şeriatle yönetilmeye çalışılan bir ülkeyi kendi haline bırakacak değillerdi. İlk bakışta 30-40 yıl bizim gerimizde olduklarını fark etmek güç olmuyor. Ancak ambargoya rağmen ayakta durmaya çalışıyorlar. Ambargo dediysem de Batılı ülkelerin hesabına geldiğinde bunu rahatlıkla deldikleri belli oluyor. Özellikle İran'da kullanılan araçların çoğunun Peugeot olması Fransa'nın bu konuda bayağı yol aldığını gösteriyor. Şoförümüz Abbas'la sohbetimizin satır aralarında İran'daki demiryolu vb. birçok yatırımın Şah zamanımda yapıldığını söyledi. Humeyni döneminden sonra hiç yatırım ve hizmet yapılmadığını söylediğinde mevcut rejimle barışık olmadığını anlıyorum. Humeyni'nin zaten gelir gelmez 8 yıl savaşmak zorunda kaldığını söylediğimde, bu süreçte nasıl yatırım yapabilir? Diye sorduğumda sessiz kaldı. Üstelik şahın da katıksız bir Kürt düşmanı olduğunu ekleyince İran'daki Kürtlerin mevcut rejime ne kadar mesafeli olduklarını anladım. Tebriz'e doğru yaptığımız yolculukta yol üstündeki şehirlerde sulak yerlerde özellikle ayçiçeği tarımı yapıldığını gözlemledim. Su olmayan yerler de çöl mesabesinde olup herhangi bir faaliyet olmadığını gördüm. Bu bölgede rakım/yükselti 1000 metre üstü olduğu için sıcaklık değerleri İç Anadolu bölgesi ile benzerlik arz ediyor.  Şoförümüz gezmek için sabah veya akşam saatlerini kullanmanızı tavsiye ediyor. İletişime geçtiğimiz insanların bize turist değil misafir hitabında bulunması çok şık bir yaklaşım. Ayrıca siyasi görüşü ne olursa olsun burada insanların yabancılara yaklaşımı çok içten. Bu arada 300-400 kilometrelik yolculuk boyunca çok az (toplam 3-5) trafik ışığı gördüğümü ve olanların da aktif olmadığı dikkatimden kaçmadı. Ya trafik kurallarına uyuyorlar ya da araç sayısı az diye bir çıkarımda bulundum. Yollar iç kesimlerde çift, kenar şehirlerde tek şerit şeklinde dizayn edilmiş. Bazı şehirlerin girişinde Irak savaşı şehitleri, helikopter kazasında ölen Cumhurbaşkanı Reisi’nin; Humeyni'nin, Hamaney'in fotoğraflarının asılması dikkat çekiyor. Akşam 6 gibi Tebriz'e vardık. Yaz ayından kaynaklanan toz duman ve gürültü içinde şehre girdik. Modern çağın gayr-ı meşru meyvesi betonarme binalar güzelim şehri boğmuş. Doğunun her şehrinde olduğu gibi yol yapımı, devam eden inşaatlar şehri sevimsiz bir hale getiriyor. Şehrin doğal ve tarihi güzelliklerini henüz görmediğimiz için ilk intibalarımız olumsuz maalesef. Yeni bir taksi tutup kalacağımız otele doğru yola çıktık. 75 liraya anlaştığımız taksici çeşitli entrikalarla otele varana kadar fiyatı 100 liraya kadar yükseltti. TL bozdurmak (İran Tümenine çevirmek) için yarım saatlik bir gece gezmesi yaptık. Lakin muvaffak olamadık. Esnaftan bir güven alamadık, en son kaldığımız otele dönüp paramızı orada bozdurabildik. Çünkü alışveriş yaptığınız her esnaf TL'yi kabul etmiyor. Dolayısıyla paramızı bozdurduktan sonra akşam yemeği yiyebildik.  Yemekleri genellikle ızgara ve sakatat üzerine. Biz de uygun bir yerde karnımızı kuşbaşı, yürek ve bumbar şişle doyurduk. Henüz şehri çok dolaşamadığımız için otel çevresinde gördüğümüz yemek çeşitliliği bu kadar. Bu arada şehirde yaptığımız kısa turda yol kenarında gördüğümüz derin su giderleri burada kışların sert geçtiği ile ilgili ipuçlarını veriyor. Zaten rakım 1400 civarında ve yaz olmasına rağmen gece pencereleri kapatıp uyuduk. Sabah uyandığımda kahvaltı için ekmek almaya gittiğimde fırınlarda hem pide hem de tandır ekmeği üretildiğini gördüm. Tabii pide fırını ayrı, tandır fırını ayrı. Biz susamlı pideyi tercih ettik. Damak zevkimize daha uygun ve lezzetliydi. Zeytin, peynir almak için epey dolaştık; lakin zeytin bulamadık. Burada fazla tüketilmiyor demek ki. Biz de biraz peynir alıp kahvaltıyı atlattık ve bizi gezdirecek rehberimizi beklemeye başladık. Kaldığımız otelle ilgili bilgi vermek gerekirse geniş, ferah ve ucuz olmasına rağmen hijyen zayıf, banyo tuvalet 2 metrekarede aynı yere sığdırılmış; havlu, peçete, şampuan yok. Artık bir gecelik idare ettik.

İran gezimizde en dikkatimi çeken şeylerden biri yollardaki emniyet ve rahatlıktı. 600 kilometre civarında yol kat etmemize rağmen ne bir kimlik kontrolü ne polis çevirmesi hiçbir soruşturma veya problemle karşılaşmadık. Şu ana kadar gördüğüm kadarıyla İran’da huzur ve güven içinde seyahat edilebilir kanaati oluştu. İran'daki 2. günümüzde Tebriz'i gezmeye başladık. 5-6 milyonluk şehirde trafik oldukça yoğun. Trafik çilesini bir tarafa bıraktıktan sonra ilk durağımız El Gölü oldu. Eski adı ile Şah Gölü şehrin ortasında yaz sıcağında bir vaha görevi ifa ediyor. Göl küçük ama etrafındaki yapay şelaleler ormanlık alanlar, çiçek bahçeleri nispeten bir serinlik sunuyor. Gölün etrafını gezerken çevredeki iş yerleri ve seyyar satıcılardan istediğiniz yiyecek ve içeceği alabilirsiniz. İran genelinde hayat Türkiye'ye göre yüzde elli daha ucuz. Tatil için ideal bir ülke. Sadece pasaportla giriş yapıp istediğiniz kadar gezebilirsiniz. 

Gölü gezdikten sonraki durağımız Tebriz pazarı oldu. Tebriz'in merkezinde çok geniş bir alana yayılmış pazarın yer altı ve yer üstü bölümlerinde envai çeşit ürün sergileniyor. Gıda, giyim, kozmetik ne ararsanız bulabilirsiniz. Pazarın tamamını gezmek için tüm gününüzü vermeniz yetmeyebilir. Sadece çiçek satılan bölümü geldiğimizde hayatımızda görmediğimiz kadar canlı ve yapay çiçek gördük. Çiçek parfüm süs eşyası bolluğunun yanında çarşıdaki nargile salonlarının çokluğu ve mangal kömürünün çokça satılması Tebriz halkının keyfine bayağı düşkün olduğu sonucuna götürdü bizi. Takip eden günlerde dükkanların 10-11'den sonra açılması bu fikrimizi pekiştirmenin yanında rahatlık hatta tembelliğin de yaygın olduğunu gösterdi. Her şeye rağmen insanları çok cana yakın ve yardımsever. Örneğin adres sorma sonucu tanıştığımız Ali Yusuf Asl bir dikiş makinesi tamircisi; bizi ısrarla işyerine davet etti. Yeme ve içme ikramlarını geri çevirdik; lakin hatıra defterini doldurmamızı rica etti. İlk ve belki de son kez karşılaştığımız bu amcanın yakın bir dostumuzmuş gibi yaklaşımı bizi çok mutlu etti. Tebriz'de bu tür manzaralarla çokça karşılaşabilirsiniz. Hele bir de tatlı Azeri Şiveleri de var ki, dinlemeye doyamıyorsunuz. Kısmen tatlı, kısmen komik bulduğum bu Şivede konuşup dinlemek beni bir anda 20 yıl önceki Edebiyat fakültesi günlerime götürdü. Şimdi Fuzûlî'yi daha iyi anlıyor ve daha çok seviyorum. 

"Bu dest-bûsi arzusiyle ger ölürsem dostlar

Kuze eylen toprağum veri anunla yâre su"

(Eğer Rasûlullah’ın elini öpme arzumu gerçekleştirmeden ölürsem toprağımdan testi yapıp onunla Resulullah’a su verin, böylece onun elini öpmüş olurum.)

Ne güzel söylemiş Fuzuli 500 yıl önce Su Kasidesi'nde, Azerileri dinleyince onun Azeri Şivesiyle yazdığı şaheser şiirleri tekrar okuyasım geldi. Büyükşehir mesabesindeki Tebriz'de metro hattının olması da şehrin gelişmişliğini gösteriyor. Çarşıya gidiş gelişlerimizde metroyu kullanmak bir yabancı için büyük kolaylık. Metroda olduğu gibi bütün ulaşım araçları çok ucuz. Zaten petrol ucuz olunca bu ulaşımın yanında bütün harcama kalemlerine yansıyor. Yani İran'da her şey bize göre en az yüzde elli daha ucuz. Zeytin hariç. Paramızın bir ülkede daha değerli olduğunu görmek sevindirici olsa da; bu ülkenin Müslüman bir ülke olması üzücü. Neyse metroya dönecek olursak her binişimizde yakınımızda oturan herkes bizimle tanışıp sohbet etmek istiyor. Tebrizliler çok cana yakın insanlar. İran'da gezerken kendinizi gerçekten güvende hissediyorsunuz. Gezimizin 3. gününde Kandovan denen bölgeye gittik. Yol üstündeki şehirlerin birinden (Sehend) geçerken İran cumhurbaşkanı Ahmedinejat'ın Tebriz'deki fakirler için on binlerce konut yaptırdığını söyledi şoförümüz. Sosyal devlet anlamında gerçekten güzel bir hizmet-fırsat. Ama yine de halkın rejimden memnun olmadığını şoförümüzün konuşmalarından anlıyorum. Neyse bir buçuk saatlik bir yolculuktan sonra Kandovan'a ulaştık. Bizim peri bacaları gibi bir yer. Uzun uzun tepeciklere pencere ve kapılar açılmış tarihi yapılar. Kapadokya'dan farkı bu yapılar yığma kumdan oluşması; sanırım Kapadokya peri bacaları tüf kayadan oluşuyor. Şoförümüz bu tip yapıların sadece İran ve Amerika'da olduğunu söyledi. Ona Türkiye'de de bulunduğunu söyleyince şaşırdı biraz. Önce bir kahvaltı yapalım, gezi-incelemeyi sonra yapalım istedik. Kahvaltıda melemen, tereyağı-bal ve ekmek yedik. Yörenin lavaş türü bir ekmeği var, lezzetli. Melemen de güzeldi; çünkü buranın domatesleri çok aromatik ve lezzetli. Yemeklerin yanında pişmiş veya ham olarak yediğimiz domateslerde bu lezzeti hep aldık. Buralara yolunuz düşerse tavsiye ederim. (Zaten Tebriz ve çevresinde en lezzetli yiyecekler meyve ve sebzeler.) Dağlık bir bölge olduğu için bal çok üretiliyor.  Balları organik ve güzeldi. Gezimiz sırasında en zorluk çektiğim mesele de balla ilgiliydi. Çünkü herkes balcılık yaptığı için girdiğimiz bütün işyerleri önce bal satmaya çalıştı.  Ben memlekette kendim ürettiğim balım olduğunu söyleyip teklifi reddedince genelde mutsuz oluyordu satıcılar. Peri bacalarını gezmeye başlayınca çok şaşırdık. Yöre halkı buraları aktif olarak kullanıyor. Kimi ev olarak, kimi işyeri olarak buraları kullanıyor. Hatta ağıl olarak kullanana bile rastladık. Tabi bunun da yapıların tarihi dokusuna zarar vereceği muhakkak. İran gezimizde en verimli bölümlerinden biri Kandovan gezisi oldu. Alışverişi tamamladıktan sonra Tebriz'e döndük. 

Namaz kılıp 1-2 saat dinlendikten sonra otobüsle yapacağımız şehir gezisi için metroya bindik. Behişti durağında inip sora sora tur otobüsünü bulduk. Tebriz şehir merkezi gezimize Aynalı Dağı ile başladık. Şehrin hemen yamacında yer alan bu 2000 küsur rakımlı dağa yetkililer teleferik kurmuş. Dağın tepeleri arasında teleferik ile yaptınız yolculukta şehri kuşbaşı tepeden seyretmenin zevkine doyum olmuyor. 

Otobüs gezimizin ikinci durağı Kaçar devletine ait bir saray.  Kaçarlar, Pehleviler devletinden önce 200 yıl hüküm sürmüş. Yaklaşık 300 yıl önceye ait bu yapı dönemin İngiltere sefiri (büyükelçi) Emir Rıza Gorosî taraftan emekliliğinden sonra yapılmış. Bugünün şartlarında bile çok lüks olan saray kendi döneminde o kadar lüksmüş ki devlet yurtdışından gelen Siyasi ve Askeri erkan misafirlerini burada ağırlıyormuş. Emir Nizam parayı İngilizlerden mi aldı, önceden mi zengindi bilinmez. Nereden bakarsanız bakın bir sefirin kendi şartlarından daha gösterişli saraya sahip olması ilginç. Emir Nizam sarayından sonra Kaçar devleti şahlarının damadına ait başka bir sarayı ziyaret ettik. Burası o kadar lüks değildi; lakin yine de günümüz şartlarında bile oldukça şatafatlı bir yapı; Burası ayrıca aktif olarak kullanılıyor olup otel hüviyetine sokulmuş İran devleti tarafından. Yol üstünde Pehlevilere ait birkaç saraya daha rastladıysak da buralarda tadilat devam ettiği için içeri girmedik. Rehberimiz buraların tadilatı tamamlandığında otel olarak kullanılacağını söyledi. Otobüs gezimizin son durağı Şairler Anıtı oldu. Son 200 yılda Tebrizli şairlerin tamamının buraya defnedildiğini söyledi rehberimiz. Bölgede çok deprem olduğu için mezarların yer altında kaldığını söyledi rehberimiz. Ancak yakın dönemde restore edilmiş yapının bodrum katında meşhur Azeri şair Şehriyar'ın türbesi, fotoğrafları ve bazı şiirleri yer alıyor. 1906-1988 yılları arasında yaşamış şairin en sevdiğim şiiri Heyder Babaya Selam geldi aklıma. 

Heyder Baba, senin üzün ağ olsun, 

Dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun, bizden sora senin başın sağ olsun, 

Dünya kazov-kader, ölüm-itimdi, 

Dünya boyu oğulsuzdu, yetimdi.

Azerbaycan'da sevilen bir dağ için söylenmiş bu uzun şiiri okumanızı tavsiye ederim. Şairler anıtının üst katında açık bir kitap şeklinde tasarlanmış anıtı yolunuz düşerse mutlaka ziyaret edin derim. Ayrıca bahçe boyunca kenarlarda burada metfun bulunan şairlerin büstleri yapılmış. Otobüs turumuzu akşam geç saatlerde tamamlarken tur boyunca bize yakın ilgi gösteren rehberlerimizi; yolculuk boyunca güzel sohbetleri ve ülkemiz için övgülerinden dolayı İsmini bilmediğimiz yol arkadaşlarımıza teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Sohbetlerimizin en yoğunluklu konusu buralarda yoğun olarak izlenen Türkiye dizileri. İranlıların çoğunun Türkiye Türkçesini çok iyi konuşması olumlu görülse de; dizilerimizin İran dahil Ortadoğu halklarının ahlakından da dezenformasyona yol açtığını görmek oldukça üzücü. 

Yoğun bir günün ardından metroyla kiraladığımız evin bulunduğu mahalleye döndük. Bir yemek yiyip eve öyle dönelim diye daha önce Abbas Şahkulu isimli dostumuzun önerdiği Muzafferiyye restorandı aramaya başladık. Çarşıda yemedik, çünkü daha önce gittiğimiz restorandaki yemeklerini beğenmemiştik. Yemeklerini lezzetine bakabilmek için beşimiz farklı yemek siparişi verdik. Lakin hayal kırıklığına uğradık. Aşırı baharat kullanılan yemekleri zar zor yedik. Çok merak ettiğimiz safranlı pilavı bile zor bitirdik. Belki restoran iyi yapamamıştır diye tavsiye edilen Muzafferiyye restorandı bir saatlik arayıştan sonra bulunca sevindik. Yemekleri önceki restorana göre nispeten iyi olsa da asıl şoku hesap öderken yaşadık. İki kişilik yemek yememize rağmen hesap tam 1691000 Tümen tutmuştu. Kaldığımız otelin ücretinde daha fazla tutan hesabı çaresiz öderken para üstü olarak kasiyerin bir şişe soğuk su vermesi oldukça ironikti. Hesabın üstüne soğuk suyu içip kalacağımız eve yöneldik. 

Bir sonraki uğrak yerimiz 3 saatlik mesafedeki Kaleibar şehri oldu. Şoförümüz sabah 7 gibi alıp 10 gibi Kaleibar'a ulaştırdı. Dağların arasında serin ve şirin bir ilçe olan Kaleibar yurtdışından ve İran’ın sıcak bölgelerinden turist çekiyor. Önce kalacak bir yer ayarlayıp yol yorgunluğunu gidermek istedik. Lakin İran'a geldiğimizden beri yaşadığımız en büyük problem herhangi bir mal veya hizmet alırken pazarlıkta anlaştıktan sonra fiyatın sürekli yükseltilmeye çalışılması oldu. Buranın insanları çok candan ve yardımsever olmalarına rağmen konu para olunca ilginç bir şekilde insanlar yalpalıyor. İyisi mi anlaştıktan sonra indirim için pazarlık yapmamak ve anlaşmayı kayıt altına almak. Bu şekilde can sıkıcı pazarlıklardan sonra otelimize yerleşebildik. Burada beni üzen iki yön var; kandırılmaya çalışılmam, Müslüman kardeşlerimin güven konusunda sınıfta kalması. Ayrıca bu konudan yakındığımız İranlı dostlarımız Türkiye'de benzer yaklaşımlarla karşılaştıklarını söyleyince üzüntümüz iki kat artıyor. 2 saatlik dinlenmeden sonra Kaleibar'da bir restoran bulup karnımızı doyurduk. Bura Tebriz'e göre hem daha ferah hem de yemekleri daha lezzetli ve hesaplıydı. Yemekten sonra bir taksi tutup Kaleibar kalesinin bulunduğu dağa çıktık.  Serin bir ortamda, güzel bir ormanda bir saatlik bir dağ yürüyüşü yaptık.  Burada hafta tatili cuma olduğu için perşembe gününden insanlar tatili geçirmek için İran'ın sıcak bölgelerinden buralara geliyor. Yolculuk boyunca Tebriz'den gelen dostlarımız Rahim ve Celalî bizlere eşlik etti. Hoş sohbetlerinden dolayı yorucu dağ yürüyüşünün nasıl bittiğini anlamadık. Yürüyüş bittiğinde biz çay molası verince onlar devam ettiler. Tabii ki bizleri diğer misafirperver insanlar gibi evlerine davet ettiler. Biz teşekkür edip ayrıldık. Otele döndüğümde yine bir pazarlık şoku yaşadık. 80 bin Tümene anlaştığımız şoför Muhammet Rıza bizden 300 bin Tümen isteyince uzun tartışmalardan sonra 200 bin Tümen verip gönderdik. Otele girdiğimizde ilk defa WiFi kullanma şansına sahip olduğumuz için sevindik; lakin ne arama yapabildik ne de kimseyi arayabildik. Biz de boşverip akşam yemeğimize odaklandık. Baharatlı restoran yemekleri bizi bozduğu için karpuz ekmek bayağı iyi geldi. Burada yemekler ülkemize göre çok lezzetli olmasa da; sebze-meyve, (özellikle domates ve erik) ayran, ekmek favorilerim arasına girdi. Hele ayranları reyhanlı, dereotlu, naneli vb. bitkilerle aromalandırılınca tadından doyulmaz bir lezzet ortaya çıkıyor. Çaylarının çok iyi olduğunu da ekleyelim. Sabah kahvaltısını otelde yaptık, çantalarımızı toplayıp Kaleibar'ın terminaline geçtik. Bu serin şehre veda etme zamanı. Son kez temiz orman havasını içimize çekip otobüse bindik. 11.00'de çıkması gereken otobüs 11.37'de ancak hareket edebildi. Otobüsün içini ve temizliğini de görünce 80'li yılların Türkiye'sine tekrar dönmüş olduk. Dönüş yolunun etrafında biçerdöverlerin henüz çalıştığını söylersek bu dağlık bölgenin iklimi hakkında fikir sahibi olursunuz sanırım. Şimdiki hedefimiz kendimizi bir an önce Tebriz'e atmak. Tebriz için gezi rehberimiz ilklerin şehri demişti. İran'da birçok ilk Tebriz'de başlamış:

* İran’da 1811'de ilk matbaa evi Tebriz’de kuruldu.

* İran’ın ilk modern okulu Tebriz’de Hasan Roşdiye tarafından 1888 kuruldu.

* İran’ın ilk işitme engelliler okulu Cabbar Bahçıvan tarafından 1924 yılında Tebriz’de kuruldu.

* İran’ın ilk özel dahi çocuklar okulu 1926 yılında Almanlar tarafından Tebriz’de kuruldu.

* İran’ın ilk ana okulu 1923 yılında Tebriz’de kuruldu.

* İran’ın ilk belediyesi, şehir meclisi ve belediye sarayı Tebriz’de kuruldu.

* İran’ın ilk modern polis teşkilatı Tebriz’de kuruldu.

* İran’ın ilk ticaret odası 1906 yılında Tebriz’de kuruldu.

* İran’ın ilk madeni para darphanesi Tebriz’de işe başladı.

* İran’ın ilk umumi kütüphanesi Tebriz’de kuruldu.

* İran’ın ilk sinema salonu 1900 yılında Tebriz’de kuruldu, ayrıca 1921 yılında Tahran’ın ilk sinema salonunu bir Tebrizli kurdu.

* İran’ın ilk tiyatrosu ve tiyatro grubu Tebriz’de kuruldu.

* İran’ın ilk modern fabrikası Tebriz’de kuruldu.

* İran’ın 1900'lü yıllardaki telefon sistemine kavuşan ilk şehri Tebriz idi.

* İran’ın ilk kadın derneği Tebriz’de kuruldu.

* İran’ın ilk öğrenci yurdu Tebriz’de kuruldu.

Bizim açımızdan da İran'da ilk ziyaret ettiğimiz şehir Tebriz oldu.

Kaleibar dönüşü Tebriz'de El Gölü civarında indik. Yine Abbas Şahkulu kardeşimin bizim için tuttuğu eve geçtik. Biraz dinlendikten sonra metro ile büyük pazarı son bir kez gezmeyi düşünüyorduk. Fakat metro istasyonuna vardığımızda cuma tatili olduğu için kapalı olduğunu gördük. Bir taksi tutup pazara geçtik; lakin cuma tatilinden dolayı pazar da kapalıydı. Olur da İran'a yolunuz düşerse cuma günü için plan yapmayın; çünkü hemen hemen her yer kapalı ve insanların çoğu çalışmıyor. Biz de çaresiz çarşıdan birkaç hediyelik eşya alıp eve döndük. Çocuklara akşam yemeği için bir şeyler yiyelim dediğimde hepsi birden yemek yemeyeceklerini söylediler. Buraların çok baharatlı, az lezzetli yemeklerinden bıktıklarını anladım. Yine de beş kişiye iki kişilik yemek alıp El Gölü civarında yemeye çalıştık. Gece açık havada yemek güzeldir, lakin El Gölü çevresinde araç ve insan selinden yol-yer bulmak çok zor. Daha önce buranın insanın keyif ve rahatına çok düşkün olduğunu söylemiştim. O nedenle akşam olunca zengin fakir herkes dışardadır. Gücü yeten restorantta, yetmeyen adım başı kebapçılarda, ona da gücü yetmeyen evden getirdiği yiyecekleriyle sofrasını gölün çevresindeki çimlere; yer bulamayan da yol ortasındaki refüjlere sofra kurup yemek yerler açık havada. Bu kalabalığa bir de çevredeki sıcak şehirlerden gelen insanlar da eklenince trafik tam anlamıyla felç oluyor. Bu halet-i ruhiye içinde yemeğimizi yedikten sonra eve dönüp yurda dönüş hazırlıklarımızı tamamladık. Sabah 5'te şoförümüz Seyyit Rıza bizi kapından alıp direksiyonu Kapıköy gümrük kapısına doğru çevirdi. Bir haftaya yakın bir süredir bize yol arkadaşlığı yapan Seyyit amca 60 küsür yaşında olduğu halde her gün 5'te taksicilik için işe gidiyor. Bu durumun sebebini sorduğumda; emekli olduğunu, 10 milyon Tümen maaş (bizim 6000 liraya denk geliyor) aldığını dolayısıyla geçinemediği için mecburen çalıştığını söyledi. Sanırım bu durum İran ekonomisi anlamak için biraz ipucu veriyor. Burada öğretmen ve öğretim görevlileri de aldıkları maaşlarla geçinemedikleri için mesaiden artan saatlerde ek işler yapıyorlarmış. Buna rağmen öğretmen ve öğretim görevlilerinin çok nitelikli olduklarını öğrendim. Buradaki üniversitede eğitim almak hem ucuz hem mesleki açıdan çok avantajlı; sadece ambargodan dolayı teknolojik alet-adavet bulma noktasında sıkıntılar yaşanıyor.

Sabah 8 civarında dönüş için sınır kapısına ulaştık. Taksici Seyyit Rıza abimize cebimizde kalan son İran paralarını da verip vedalaştıktan sonra gümrüğün İran tarafına giriş yaptık. Pasaport kontrolü yapılan yerde binlerce kişiden oluşan bir kalabalık görünce memlekete dönüş umutlarımız bayağı zayıfladı. Bu kalabalık nasıl azalacak, Türkiye tarafına nasıl geçeceğiz soru ve umutsuzluk yumağı. 1 saat bavulların kontrolü yapılan bölümde bekledik ayakta ve hazır kıta şeklinde. Hiçbir ilerleme, hiç bir açıklama yok. Çevremizdeki insanlara sorduk yığılmanın sebebini, sistem yok dediler. Beklerken yaptığım gözlem ve araştırmada bekleyen kalabalığın çoğunun çevre köy ve şehirlerde oturan Kürt gençleri olduğunu öğrendim. Bunlar Türkiye'ye günlük giriş çıkış yapıp çay, sigara, porselen, battaniye gibi mamulleri ülkesinden getirip Türkiye'de satarak para kazanıyor. Bu durum farklı sebeplerle kapıdan giriş çıkış yapan insanların önünü tıkıyor. Birkaç tane güvenlik görevlisi var; son derece lakayt, liyakatsiz; hatta terbiyesiz. Birilerinin geçişlerine göz yumuyorlar binlerce kişinin gözlerini önünde; hem de tonlarca malzemeyle, birilerine de aşırı sert ve kötü davranıyorlar ilginç ve iğrenç bir yaklaşımla. Biz de bu göz yumma sırasında bir boşluktan faydalanarak bavul kontrolü bölümünü geçtik. Zaten bavulumuz da yoktu. Bizden cesaret alan birçok kişi aynı şeyi yapınca büyük bir arbede oluştu. Güvenlik görevlileri milleti copla dövüp geri göndermeye başladı. Neyse ki bize ses çıkarmadılar. Şimdi en zor aşamada ne yapacağımızı düşünmeye başladık. Önümüzde binlerce kişi var; sıra ilerlemiyor, kadınlı erkekli balık istifi gibi yığılmış bir şekilde 2 saat daha bekledik. Nihayet sistem açıldı, pasaport kontrolü başladı. Uzun bir kuyruk, araya girmeye çalışanlar derken gerçek anlamda ezilme tehlikesi geçirdik. Bin bir zorluktan sonra pasaport kontrolünü geçtik. Türkiye tarafına geçerken İran polisi bizi tekrar durdurdu. Pasaportlarda geçiş damgası olmadığını söylediler. Aslında gerekiyormuş; ama burada görevlilerin çoğu gerçekten cahil ve liyakatsiz. Yeşil pasaportun ne anlama geldiğini bile bilmeyenler var. Neyse biz bir problem çıkmasın da bir an önce Türkiye tarafına geçme duasındayız. Çünkü bir problem olsa derdimizi anlatacak kimse bulamayacağımızı, bulsak bile anlamayabileceklerine inanmıyoruz. Çok şükür ki Türkiye tarafına geçtik. Türkiye İran gümrüğü arasında siyahla beyaz kadar bir fark var. Burada öncelikle bayanların ve çocukların geçişine izin verdiler. Biz de çok beklemeden gümrüğü geçip Türkiye topraklarına ayak bastık. Gerçekten çok rahatladık. Çünkü yaklaşık üç buçuk saatlik bekleyiş sırasında biz bile kendimizden uzaklaşmıştık. Neyse İran gezisi düşünen arkadaşlara perşembe veya cuma günü gidip gelmelerini öneririm. Çünkü cuma günü resmî tatil; perşembe günü de cumaya hazırlık yapıldığı için kapı çok kalabalık olmuyormuş. İnsan bazı şeyleri yaşayarak öğreniyor.

İranlılar cuma günleri çoğunlukla çalışmıyor; resmi işlerin dışında özel işleri olanlar da çalışmak istemiyor. Camilerin şehirlere dağılımı az ve camiler küçük. Namazlardan sonra camilerde Hz. Hüseyin ile ilgili dersler yapılıyor. Ezanları çok zor anlaşılıyor. Aynı dinden olduğumuz insanlarla bu kadar farklı olmak üzücü. Bu konuda bir tavsiyem de var; İran'da iseniz insanlarla mezhebi tartışmalardan uzak durun. Bölgede insanlar geleneklerine de çok bağlı; mesele kişi kendisinden büyük insanlara ismiyle hitap edemez; soyadı ile seslenmek edepten sayılıyor. Tebriz'de bu net uygulanıyor; lakin bir kadın büyüğüne adıyla seslemeye haya ediyor; ama saçının büyük bölümünü açmada, hatta sevgili hayatı yaşamada bir beis görmeyebiliyor. İlginç manzaralar...

Son olarak İran'daki insanların Filistin davasına yaklaşımdan bahsetmek istiyorum: Biz İran’a giderken İsmail Heniye yeni şehit edildiği için İran, İsrail terör devletine savaş açarsa biz orada sıkıntı yaşar mıyız? diye gidip gitmemekte tereddüt ediyorduk. Lakin Tebriz ve Erdebil çevresinde geçirdiğimiz bir haftada Filistin-Gazze ile insanların bir gündeminin olmadığını hayretle gördük. Hatta Filistin konusu ile ilgili şoföründen profesörüne konuştuğumuz insanların gündemi İran’ın kendi halkına değil de Filistin'e ne yardım ettiği serzenişiydi maalesef. Ancak geldiğimiz noktada yapılan herhangi bir konuşma veya eylemde Gazze ile ilgili bir gündem ve sahiplenme yoksa orada ne İslam’dan ne ahlaktan ne de insanlıktan söz edilebilir; bu durum sadece İran özelinde değil bütün dünyada geçerlidir. Vesselam...

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR