Siyasî ve kültürel bakımdan büyük bir değişim geçiren İslâm dünyası günümüzde her zamankinden daha çok birliğe ve fertlerin kendini bağlı kabul edeceği merkezi bir otoriteye ihtiyaç duymaktadır. Merkezi otoritenin ortadan kalkması sonucu her grup kendi politikasını oluşturmaya başladı. Bu gruplar kendi hakikatlerini dinin hakikatleri ile birleştirerek bazen de dinin hakikatlerinin önüne geçirerek tek doğru kendilerinin olduğu ve tek doğruyu kendilerinin temsil ettiğini iddia eder duruma gelmişlerdir. Daha da kötü olan bu gruplar bulundukları şehirlerin periferisinde oluşturdukları gettolarda her biri ayrı telden çalan yapılara dönüşmüşlerdir.
Benmerkezci dil yerine tevil ve uzlaşıyı esas alan bir dile ihtiyaç vardır. Oysa günümüzde dil ile eylem arasındaki yakın ilişki maalesef göz ardı edilmektedir. Kuşakları var eden ortak dildir. Kuşak beden ve dil ile orta yerde merkezde durarak kendini var eder ve kendini bulur.
Temel sıkıntılarımızdan bir tanesi de İnsanımızın kendi kimliğini anlayabileceği merkezi mekânlara odaklanmaması ve nüfuz etmeyişidir Akılcı, itidali öne çıkaran çoğulcu din yorumu terk edilerek yerine her türlü yorumu reddeden aşırı, sığ ve makul olmayan günümüzde de sıkça karşılaştığımız dini anlayışlar ikame edilmeye çalışılmaktadır.
Bu kadar insan merkezden uzak kendi haline bırakılacak olursa, içlerinden istismarcı da, hurafeci de, aşırı ve sığ düşünen de çıkar. Kişisel olarak yapılan din yorumları İslâm’ı özü ile değil de şekli ile anlayan yapılara; iman, ibadet ve ahlâk gibi temel hedefleri arka plana bırakarak dünya nimetlerinden daha fazla pay almayı, tercih eden oluşumlara sebep olmaktadır.
Bu oluşumların da başarılı olması ve ayakta kalması için de siyasetle irtibat kurulmakta, hatta siyasetle iç içe olma durumları meydana gelmektedir. Gittikçe dünyevileşen bu oluşumlar, insanları İslâm’ın özünden uzaklaştırmakta, kapitalist küresel sistemin parçası haline getirmektedir. Bunun sonucunda güncel siyaset ve kapitalist ekonominin kurallarına göre çalışan, içi boşaltılmış bir dindarlık ortaya çıkmaktadır.
Her türlü bağlayıcı, sınırlayıcı, ahlaki kurallardan ve hesap verme sorumluluğundan sıyrılan, aşkın bir merkezden bağını koparan zihin, yeryüzüne acı, gözyaşı, mutsuzluk ve fesattan başka bir şey veremez.
Atılan her adımda yeni bir birikim ortaya çıkacağından dolayı, Gelecek hiçbir zaman geçmişin aynısı olmayacaktır. Çünkü merkez birikimdir. Birikim ise insanı bilinçli hale getirir. Bilinçli bir insan değişime açık olur. Değişmek demek olgunlaşmak demektir. Olgunlaşmak ise insanın kendisini sürekli yenileyerek merkezde var olma mücadelesidir. Merkezi düşünce yapısının dışında kalanlar, yıkılan değerlerinin yerine yeni değerler koyamadılar. İnsanı yücelten kodlar getiremediler. Yeni düşünce üretemedikleri için çöküşü ve yozlaşmayı önleyemediler.
Merkezi bir mecliste bulunmak, bir yaşama, bir camiaya, bir kültüre dâhil olmaktır. Merkezde olmak insanın kendini bulması, derinlikli düşünmenin ve hayatta kalmanın göstergesidir. Kısacası hayatın anlamıyla yüzleşmektir.
Bir gerçeğin belirsiz, kavranamaz ve istikrarsız olması onun var olmadığı anlamına gelmez. Sezgilerimiz sürekli bizi uyarıyor. Duymuyor ya da duymak istemiyoruz ama sorumluluklarımızı öteleyerek kendi halimizde kalmak konforlu geliyor. Oysa gelecek, iyi sonuç korunarak konfordan vaz geçenlerindir.
Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin. Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (Bakara.2 /208)
Bize lazım olan İslam’ın özüne bizi bağlayacak kalp dilini yeniden inşa etmek. Kardeşliğimizi güçlendirerek. Adaleti ve merhameti yeniden hâkim kılmaktır. Zira bir sözü, emeği ve değeri olmayan ilk rüzgârda uçup gider.