İsmail Hakkı Güleç

Tarih: 07.05.2024 06:02

İNSAN VE ADALET (2)

Facebook Twitter Linked-in

 

         Tarih boyunca, insanların kahir ekserisi (çoğunluk) güçten, güçlüden ve muktedir'den yana olmuştur... 

Böylesi cahil, meseleleri okuyup, araştırmayan, tenkit ve tahkik boyutuyla bakmayan, niteliksiz, karakter ve kaliteden yoksun, gerçek insani özellik, nitelik ve vasfını yitirmiş insanlardan müteşekkil toplumlar, zaman'la gücü, güçlüyü ve de muktedir olanı, daima haklı, doğru olarak görmüş, ona boyun eğip, destek vermiş, peşinden gitmiş, omuz verip, güce tapmışlardır... 

            Bu insanlara, tercihiniz hak mı, güç mü ya da haklı'dan yana mısınız, yoksa güçlüden taraf mısınız? Dendiği zaman, bu tiplerin daima güçten, güçlüden ve de muktedir'den yana bir tavır ve tutum içerisinde olduklarını görürüz... 

            Bunlar, güçlünün sözcüsü, taraftarı olmuş, her zaman, onların bayraktarlığı ve borazanlığını yapmışlardır...

             Tarih boyunca, hak ve adalet gibi çok önemli hususlar kitleler tarafından zayıf, cılız ve sessiz bırakılıp, terkedilmiş ya da bunlara gereken önem, ilgi ve değer verilmemiştir...

            İşte, insan ve de Müslüman olmamız bize, zulüm karşısında sessiz, seyirci, soluk, sönük ve silik, duyarsız kalmamamızı, aksine kendi inanç, kültür, kimlik, kişilik, emek, alın teri vb. hak ve hukukları gasp edilmiş olan toplumlara, önderlik etmemizi, onlara haklarını hatırlatmamızı ve de her hususta zulme, zalimlere karşı olmamızı gerektirir... 

           Tarih boyunca, tüm peygamberler (as) zulüm sistemlerine, tağutlara ve beşeri sistemlere karşı, toplumları ki, ister din, ister milliyetçilik isterse başka adlar adına olsun, her zaman ezilen toplumları uyarmış, onlara tevhidi bir bilgi, bilinç ve özgürlük ruhu aşılamaya gayret etmişlerdir... 

               Andolsun ki biz her ümmet arasında: “Allah’a ibadet/kulluk edin ve tağuttan kaçının.” (diye tebliğ etmesi için) resûl göndermişizdir. Allah içlerinden kimisine hidayet bahşetti, kimisine ise sapıklık hak oldu. Yeryüzünde gezip dolaşın ve yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğuna bir bakın. (16/Nahl, 36)Tağut kavramı için bk. 2/Bakara, 256

            Yine bu tevhid, adalet ve özgürlük savaşçısı Peygamberler (as)  zalim ve tağutların korkulu rüyası olmuşlardır... 

           Tarih boyunca, tüm firavun'i, cahili ve beşeri sistemler ya da Allah (!) adına! Toplumları yönettiğini ki (gerçekte bu bir yönetmek değil, insanların inanç ve duygularını istismar etmek, sömürmektir) din istismar'cısı yönetimler, insanları köleleştirip, köleliği de onlara bir kader olarak sunmuşlardır... 

            Yine bu yöneticiler, sömürü, zulüm, baskı, şiddet ve zulüm sistemlerini sürdürebilmek için, en çok "belam tipli" sözde âlim! Gerçekte ise, aşağılık birer zalim olan belam'lardan almışlar, onların verdiği fetvalar! İle toplumları sömürüp, silikleştirip, sindirmişler, üzerlerinde baskı kurup, tüm haklarını ellerinden alıp, onları köleleştirmişlerdir... 

            Belam'lar ki (dini siyasilerin, yöneticilerin, zengin ve zalimlerin arzu ve istekleri doğrultusunda yorumlayan, üç beş kuruş karşılığında dinlerini satan, aşağılık, kaypak, karakter yoksunu, sarıklı, cübbeli! Din adamları) üzerinden kendi baskı, zulüm, şiddet, terör, sömürü, yalan, hile vb... Rejim'lerini ikame ve idame etmişlerdir...  

            Bu zalimler onların yardakçıları, zulümlerini meşru, makul ve makbul gösterecek olan, tüm dini argüman, metin ya da ayetleri kullanmaktan geri durmamışlardır... 

             İşin, daha kötü olan tarafı ise, bu zulme maruz kalan toplumların, bunu bir kader! Olarak görmesi ve bu küfür, şirk ve zulüm sistemlerine ki (tağuti, beşeri, seküler, gayrı insani, gayrı İslami, gayrı ahlaki, gayri adil sistemler) gönülden boyun eğip, kendilerini sömürüp, ezen, haklarını gasp edip,  bir lokma ekmeğe muhtaç eden, en temel insani gereksinim ve haklarını yok sayan, onlara tepeden bakan, hatta onları insan olarak görmeyen, yine bu mağdur ve mazlum insanların insanlık, onur, haysiyet ve namuslarını beş paralık eden bu kişi, kurum ve rejimleri yargılamadan, yadırgamadan, reddetmeden ve onlara karşı çıkmadan, var olan zulüm sistemlerinin devamı için bedel ödeyip, omuz verip, bekaları için dua etmeleridir...

              İslam, aynı zamanda insanlık mücadelesi demektir... Tevhid mücadelesi ise, insanlığın onur, izzet, ahlak ve özgürlük mücadelesidir... 

              Hiçbir bedel ödemeden, hiçbir şey elde edilemeyeceği gibi, inandığımız ilke, değer, düşünce ve inançlarımız uğrunda, gerekli olan bedeli göze alıp, bu uğurda mücadele etmeden, saha ve sahneye çıkmadan, ne gerçek bir insan, ne de Rabbimiz'in (cc) razı olduğu bir mü'min'de/(kul) olamayız... 

          Rabbimiz (c.c) velev ki, nefsimiz, ailemiz ve akrabalarımızım aleyhine de olsa, karşımızdaki haklı olan insan ya da taraf kim olursa olsun, hak ve adalet'ten yana, zulme ve zalimlere karşı, tavır ve tepkimiz ortaya koymamızı bizden istemektedir...  

             Şüphesiz ki Allah, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletli olmanızı size emreder. Allah, bununla sizlere ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi gören) Basîr’dir. (4/Nîsa, 58)

              Emanetler ehil kimselere verilmelidir... Bu emanetlerin başında da yöneticilik gelir... Yönetim, Allah’ın Kitabı’nı bilen, şeriatla yönetecek iradeye sahip ve Allah’ın (cc) hükümlerine boyun eğmiş, adil yöneticilere teslim edilmelidir... 

            Günümüzde, bir makama görevlendirme yapılacağı zaman "ehliyet ve liyakat'a bakılmaksızın, insanlar işin başına getirilmekte, o konuda gerekli olan bilgi, beceri, kişilik, kültür, yetenek ve tecrübeden yoksun, yetersiz, çapsız insanlar tarafından ele geçirilen bu makam ve mevkiler, amacı dışında kullanılmakta, insanların her türlü hakları yok sayılıp, hoyratça çiğnenmekte ve de adaletli bir yönetim inşa edilememektedir...

            İslam'da, asıl, özel ve özne olan şey insandır... Bu hususta Şeyh Edebali; İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın! Diyerek bu temel anlayış ve inancın önemini vurgulayan çok güzel bir söz söylemiştir...

            İnsanın özgür, huzur ve mutluluk içerisinde yaşamadığı bir sistem adil bir sistem değildir... 

              Gelişmişlik denilen şey, sadece ekonomi ile izah edilemez... Özellikle insanların hür iradelerinin tecelli etmesi, istişareye dayalı bir sistem ve toplumun inşa edilmesi, gelir eşitsizliğinin ortadan kaldırılması, fırsat eşitliğinin sağlanması, düşünceye vurulan prangaların ortadan kaldırılması, fakirin hakkının zenginden alınması, herkese fırsat eşitliğinin tanınması, ayrıcalıklı grupların ve kişilerin oluşmaması (gettolaşma) ile her hususta ilerleyip, istenilen iyi bir seviyeye gelinebilir... 

             Özellikle ve öncelikle Hak hukuk ve adalet, kültür ve eğitim, fırsat eşitliği, ehliyet ve liyakat vb. konularda da gelişmek, standartları yakalamak, fırsat eşitliğini insanlara vermek gerekir... 

               Ülkeyi, bazı insanların, grupların partilerin, ideolojilerin mezhep ve din sahiplerinin eline teslim edip, diğer kitlelere, inanç gruplarına kapıyı kapatmak, fırsat eşitliği vermemek, farklı seslere, inanç, düşünce ve anlayışlara hak tanımamak, fırsat vermemek, onlara zulmedip, baskı yapmak da bugünkü sistemlerin ayrı bir garabetidir... 

            İktidarlar ve ülke kaynakları, belli güç odakları, siyasi partiler, ekonomik çevreler, holdingler ve iş çevreleri tarafından işgal edilmekte hoyratça kullanılmakta, toplumu oluşturan çoğunluk ise, "asgari ücret" denilen ki, insanların en temel ihtiyaçlarını bile karşılamaktan aciz kaldıkları bir kölelik düzenine dönüştürülmektedir... 

           Sıradan bir insanın, baklava çaldığı için ağır bir ceza ile cezalandırıldığı, fakat ülke kaynaklarını heba eden, sömüren, çalan, çırpan, sömürüp, sövüşleyen insanların ise, ödüllendirilip, taltif ve takdir edildiği, desteklendiği, onurlandırılıp, mükâfatlandırıldığı bir sistem zulüm sistemidir... 

                Birilerinin açlıktan, birilerinin ise, tokluktan muzdarip olduğu, aynı suçu işledikleri halde, fakirlerin cezalandırılıp, zenginlerin ise, ödüllendirildiği zalim bir dünyada yaşıyoruz... 

             Mahalle baskısının olmadığı, kimsenin kimseye inanç, düşünce, mezhep, ideoloji, hayat tarzı, kılık kıyafetini dayatmadığı, herkesin insanca, özgürce yaşadığı, kimsenin inanç, mezhep, düşünce, kimlik ve kişiliğini gizleme zorunda kalmadığı, herkesin hukuk önünde eşit olduğu, yine herkesin eşit fırsatlarla kamuda temsil edildiği, fakir zengin uçurumunun çok az olduğu, insanların sırf insan oldukları için değer gördüğü, insan onurunu merkeze alan, onu dışlamayan, adil bir sistem inşa etmek zorundayız... 

            Özellikle, fakir, yetim, öksüz, kimsesiz, çaresiz, yaşlı, mağdur ve mazlum insanların her türlü ihtiyaçlarının önceleyip, giderildiği sosyal bir nizamın oluşturulması zorunludur... 

            Devlet birilerinin elinde bir sopa, kırbaç ve kılıç olarak kullanılmamalı, herkese eşit mesafede, şefkat ve merhamet ile şemsiye olmalı, herkesin can, mal, nesil, akı ve namus emniyetini korumalı ve her bireyin sistemden en iyi şekilde istifade edilmesi sağlanmalıdır...

              Özellikle, gençliğin eğitim, spor ve sosyal faaliyetler gibi ihtiyaçları göz önünde bulundurulmalı, gençlik daima öne çıkarılarak, onları doğru bir şekilde milli ve manevi değerler ile eğitilip, öncelikle ve özellikle, insani vasıfları geliştirilmelidir...          

            Ülke kaynaklarının, çok az bir kitle ya da grup tarafından yağma ve çarçur edilip, ele geçirildiği ki, bunların büyük bir çoğunluğunu dış kaynaklı, bu vatan, din, millet ve memlekete yabancı insan ve grupların oluşturduğu gerçeğini de unutmamak gerekir... 

              Toplumu oluşturan büyük çoğunluk ise, açlık, sefalet, yokluk, kıtlık ve de imkânsızlıklar içinde bir hayat sürmeye mecbur ve mahkûm edilmesi de büyük bir zulümdür... 

            Ülke kaynaklarının % 80'ini, ülke insan'ının inanç, tarih ve kültürüne yabancı, hatta düşman, işgalci kesim tarafından kullanıldığını, geri kalan %20'yi ise, toplumun çoğunluğunu oluşturan' yüzde 20'lik kesim tarafından paylaşıldığını müşahede etmekteyiz... 

             Adil sistemler; herkesin ve her kesimin arzu, istek ve taleplerinin dikkate alındığı, insanların onur, ismet, iffet, izzet, can, mal, akıl, nesil, din, namus ve de haysiyetlerinin  önemle ve özenle teminat altına alındığı, ülke'de yaşayan her insana, asgari insani yaşam şartlarının sağlandığı, özellikle dili, dini, ırkı, rengi ve cinsiyeti ne olursa olsun, her insanın insan olarak kabul edilip, hak ve hukuklarının muhafaza edildiği, her türlü tarafgirliğin, adam kayırmacılığının ki, malı, makamı, statüsü, mezhebi, meşrebi, siyasi görüşü ne olursa olsun, hukuk önünde eşit olduğu bir sistem, ancak insani ve adil bir sistem olarak kabul edilebilir... 

             Adil bir sistemin temel şartlarını birkaç madde ile sayacak olursak şayet; 

1. Tevhid; Allah’ın ismini yüceltme ve yayma faaliyetidir... Tevhid İslam toplumlarının muharrik gücüdür... 

2. Emanet; yönetim sadece yönetenlere emanet edilmemiş; yönetenlerin denetlenmesi de kamuya emanet edilmiştir... 

3. Adalet; hukuk devletinin temelidir... Allah "insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder"...(Nisa 58) ayeti ile toplumsal meselelerde adaleti temel esas olarak belirler... 

4. Liyakat; devlet başkanı Müslüman hür ilim sahibi, akıllı, ergin, ehliyetli ve kabiliyet sahibi olmalıdır.     

            5. Şura; Kur'an'da Rabbimiz müminlerin her işinin müşavere ile halledilmesini emreder... devlet başkanı her türlü idari işleri şura'ya danışmalıdır... 

6. Meşruiyet; yöneticini meşruiyetini kaybetmemesi için, istişare yapması,  liyakat, ehliyet sahibi ve adil olması gerekir...              

           Böylesi, adil bir sistemi oluşturmanın temel şartı da, insanlar'da Hak hukuk ve adalet bilincinin yerleştirilmesi ile mümkündür... SELAM VE DUA İLE...

gulec2312@gmail.com

Devam edecek…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —