İmamı Azam Ebu Hanife vefatından önce “Beni gasb edilmemis bir toprak parçasına gömün!” diyerek vasiyette bulunmuştu…
İmam yetmiş yıllık ömrünün elli iki yılını Emeviler, onsekiz yılını Abbasiler döneminde yaşadı.
Gençliğinin ilk yıllarında Emevi halifesi Mervan oğlu Abdülmelik, Kûfe valisi ise döktüğü kanlar ve işlediği cürümler sebebiyle adı tarihe “zalim” olarak geçen Haccac b. Yusuf idi.
İmam daha sonra Emevilerin en adil halifesi Ömer B. Abdulaziz dönemine de şahit oldu. Ömer Bin Abdulaziz’in yaklaşık üç yıllık adil yönetiminden sonra Emevilerin zulüm dönemi yeniden başlamış İmamı Azam’da bu zulümlerden nasibini almıştı.
İmamın siyasi duruşunu Ehl-i beyt taraftarlığı belirliyordu. Aktif bir şekilde olmasa da döneminin siyasi hareketlerine ya verdiği fetvalar ile yada sağladığı maddi destekle katılmıştı. O Emevi ve Abbasi yönetimlerini gayri meşru görüyor. Kıyam eden Ehl-i beyt imamlarını özelliklede İmam Zeyd’i hak imam olarak görüyordu.
İmamı Azam Ebu Hanife alenen halkı Ehl-i beyt imamlarının kıyamlarına yardıma çağırdığı için hapsedildi ve her gün kırbaçlatıldı.
İmam Azam, Emevilerin zulümlerine küçüklükten beri şahit olmuştu. İmam her fırsatta emevilerin zulümlerini eleştiriyordu. Kendisinden ilim tahsil ettiği hocası İmam Zeyd'in kıyamı bir anlamada İmam için de zor yılların başlangıcı oldu.
İmam Zeyd, İmam Zeynel Abidinin oğlu ilim ehli, takva sahibi bir alimdi. İmamı Azam, İmam Zeyd’den ilim tahsil etmişti. İmam Zeyd “İmam cübbe giyen değil kılıç kuşanandır” diyerek Emevilerin zalim yönetimlerine kıyam etmişti.
İmam Zeyd alim bir kişiliği vardı. Kendine ait bir mektebi oluşmuştu ki bu mektep Zeydiye mezhebi olarak tarihteki yerini alacaktı. O çağın Emevi sultanı Hişam b. Abdülmelik'in küfür ve tahriklerine daha fazla dayanamayarak dedesi İmam Hüseyin gibi kıyam etmişti.
Kufe'de kendisine onbinler biat etmişti. İmam Zeyd bu onbinlerce taraftarına güvenerek kıyam etmiş ama Kufeliler dedesi İmam Hüseyin’e ihanet ettikleri gibi İmam Zeyd’ede ihanet etmişlerdi. Biatlarından dönmüşlerdi. Emeviler İmam Zeyd’in kıyamını bastırdıktan sonra eşsiz katliamlar işlemişlerdi. İmam Zeyd'i önce darağacına çekip idam etmişler sonra cesedini yakmışlardı. Ama Emevilere karşı kıyam hareketleri durmadı önce İmam Zeyd’in oğlu Yahya Horasan'da, sonra torunu Abdullah'ta Yemen'de, kıyama kalkmışlar ama başarılı olamamışlardı. Emeviler her ikisini de şehit etmişlerdi.
İmam Azam Ebu Hanife Emevileri meşru yönetim olarak görmüyordu. Onlar ümmetin yönetimini gasp etmiş zalim yöneticilerdi. İmamı Azam; İmam Zeyd'in Emeviler' e karşı başlattığı kıyamı şöyle niteliyordu: “Onun bu çıkışı Rasulullah'ın Bedir'deki çıkışı gibidir.”
Bedir savaşına benzettiği bu kıyama niye katılmadığı sorusunu ise şöyle cevaplandırıyordu İmam; “Eğer insanların, ceddi Hüseyin'i terk ettikleri gibi onu da yarı yolda bırakmayacaklarından emin olsaydım ona katılır, onun ardında cihad ederdim. Çünkü hak imam odur. Lakin ben ona malımla yardım ediyorum ki, onunla kendine uyanları koruyup kollasın.”
Sonra elçiye dönerek dedi ki: “Mazeretimi İmam'a ilet!” O elçiyle İmam Zeyd'e on bin dirhem yolladı. Başka bir rivayette ise hastalığından dolayı katılmamış, katılamadığı içinde özür dilemişti.
İmam Zeyd Kufe halkının kendini terk edeceği itirazına karşılık şöyle demişti; “Eğer ben ve oğlum yalnız başımıza olsak dahi yine de bu zalim yönetime karşı ayaklanırdık. İmam sırtına cübbe geçirmeyi beceren değil, kılıcını kuşanandır.” Bu sözlerde İmam Cafer’e verilmiş bir cevapta vardı. Ehl-i beyt İmamları silsilesinde İmam Cafer altıncı İmam olarak hayatta idi. İmam Zeyd atanmış masum imamları kabul etmiyordu.
Emeviler İslam dünyasındaki kıyamları engelleye bilmek için çareler arıyorlardı. İşte bu noktada Emevilerin Irak valisi Ömer İbni Hübeyre bu bağlamda kimi girişimlerde bulunuyordu. Bunlardan biri de fakihlerin ününden yararlanmaktı. Böylece hem fakihlerin muhalefetinden emin olacak, hem de halkın nazarında sarsılan Emevi nüfuzunu yeniden güçlendirecekti.
İbn Ebi Leyla, Davud b. Hind, İbn Şübrüme ve diğer ünlü fakihleri çağırdı. Her birine birer görev verdi. Sıra Ebu Hanife'ye gelmişti. Yapılan teklif şuydu: “Üzerine imza koymadığın hiç bir kanun yürürlüğe konmayacak, sen izin vermeden devlet hazinesinden kuruş çıkmayacak.”
Bu Irak hem yargı hem maliye gücünün İmama devredilmesi anlamına geliyordu. Ama İmam şiddetle reddetti. Vali İmam'ı zindana atarak işkence etmeye başladı. Onu her gün kırbaçlatıyordu. Diğer alimler “Kendine yazık etme. Biz nasıl istemeyerek kabullenmişsek sende öyle yap” diyorlardı. İmam ise bu net duruşundan en ufak bir taviz vermiyor ve “Eğer vali benden Vasıt mescidinin kapılarını saymak gibi sıradan bir iş istesin, yine kabul etmem. O bir insanın zulmen katline hükmedecek, ben mühür basacağım ha? Allah'a yemin ederim ki bu mümkün değil!” diyordu.
Hiç bir teklifi kabul etmeyen İmam'a son olarak Küfe baş kadılığı teklif edildi. Onu da kabul etmeyince vali ona bu işi kabul ettireceğine dair yemin ederek tekrar işkenceye aldı. İmam ise bu durumu şu sözlerle karşılıyordu: “Bu dünyada kırbaç yemek ahirette ceza görmekten evladır. Valinin beni öldürmeye gücü yeter; fakat tekliflerini kabul ettirmeye asla!”
İşkence o noktaya gelmişti ki işkenceci İmamın işkenceden ölebileceğini valiye bildirdi. Vali İbni Hubeyre onu öldürmekten çekiniyordu. Vali “Onu ikna edecek biri yok mu? Hiç değilse benden süre tanımamı istesin. Ve bu arada beni ikna edici bir çare düşünerek yeminimden kurtarsın” demişti. Bunun üzerine İmam ona haber yolladı: “Beni bırak, bu konuyu bir de dostlarımla istişare edeyim.”
İmam bırakıldığında artık Kufe’de kalmayı uygun görmedi ve doğru Mekke ve Medine’ye gitti. İmam'ın Kufe'den Mekke'ye hicreti hicri 130'da gerçekleşti. Ve İmamı Azam Emeviler'in yıkılışına kadar Mekke'de kaldı.
Abbasiler Dönemi;
Emevilerin zulüm dolu yönetimleri yıkılmış halk Peygamberin akrabaları olarak Abbasi oğullarının kıyamlarına destek vermişti.
Abbasiler zulme karşı adalet söylemi ile iktidara gelmişlerdi. “Biz, Kur'an ve sünnet öncülüğünde ülkeyi yöneteceğiz. Uygulamalarımız Allah'ın koyduğu sınırları aşmayacaktır” diyorlardı. Hicri 132'de biat alan Ebu'lAbbas Seffah halka şu vaadi yapıyordu: “Ümid ediyorum ki, şu anda iktidara gelmiş bulunan aileden zulüm, zorbalık ve haksız muamele görmeyecek, hoşunuza gitmeyen davranışlarla karşılaşmayacaksınız.” İşte bu sözlerin sahibi Ebu'l Abbas, Mekke valisi eliyle ulemadan biat talep edince Ebu Hanife biat ederek şu konuşmayı yaptı: “Bu iş (hilafet) peygamberimizin yakınlarına geçerek hak yerini buldu. Bu Allah'ın lütfu ve keremidir. Ey alimler; bunlara yardım etmeye en layık olan sizsiniz! Size istediğiniz kadar ikram ve ihsan var. Halifenize biat ediniz. Biat ahirette sizin için emniyete kavuşmaya bir vesiledir. Allah'ın huzuruna biatsız ve imamsız çıkarak huccetsiz ve delilsiz kalmayınız.” İmam daha sonra halifeyi ziayeret ederek “Allah'ın emri üzere sana biat ettik. İşine vefa gösterirsen kıyamete kadar ahdimizde vefakârız.” Diyerek biatının bir anlamda şartlı olduğunu söylemişti.
Abbasiler; Emevilerden Ehli Beyt'in intikamını alma bahanesiyle zulmetmeye başlayınca İmam Abbasi yönetimini gayri meşru bir yönetim olarak görmeye başladı.
Tarih boyunca örnekleri görüldüğü gibi güce sahip olan firavunlaşıyor ve halka zulmetmeye başlıyordu Emeviler Müslüman halka çok zulüm yapmışlardı. Onun için halk Emevilerin gidişine hiç üzülmedi. Ama Abbasiler adalet vadi ile gelmiş Emevilerden başlayarak başta Ehl-i beyt olmak üzere herkese zulüm yapmışlardı. Rivayetlere göre Abbasi ordusu Şam'a girince elli bin kişiyi öldürmüşler, Muaviye'nin cesedi de dahil tüm Emevi hanedanının kabirleri açılarak ölülerin kemikleri çıkarmışlardı. Hişam b. Abdulmelik'in henüz çürümemiş cesedine kırbaç vurmuşlardı. Emevi Camii’ni yetmiş gün ahıra dönüştürmüşlerdi. Emeviler yaptırdı diye bir camiyi ahıra dönüştürmek nasıl bir ruh halidir. Bir Müslüman nasıl böyle bir şey yapabilir izah etmek mümkün değil.
Emeviler gibi Abbasiler de Emevi soyundan diye bebekleri bile “siyaseten kati” ediyorlardı. İslam geleneğinden gelen bir anlayışın çocukları katletmesini anlamak mümkün değildi. Böyle bir İslam anlayışı olamazdı. Kin ve nefret insanın gözünü kaplayınca demek ki camide ahıra dönüştürüyor, çocuklarda katlediliyordu.
Zulüm düşmanına bile yapılsa zulümdü ve İmam, Abbasilerin bu yaptıklarından hoşnut değildi. Onlarında nasıl zalim oldukları anlaşılmıştı.
İmamın canına kasteden Emevi valisi İbn Hubeyre Abbasiler tarafından öldürülmüştü. Abbasiler sadece Emeviler zulüm yapmamışlar, tıpkı Emeviler gibi onlarda Ehl-i beyte zulüm yapmaya başlamışlardı.
Abbasilerin zulümleri başlayınca Ehli beyt alimlerinin kıyamları da başlamıştı. İmam Azam'ın hocalarından Hz. Hasan'in torunu Abdullah b. Hasan’ın iki oğlu Nefsü'zZekiyye kardeşi İbrahim, Abbasilere kıyam eden iki ehli beyt alimi idiler.
İmam Azam bu her iki kıyamı da tereddütsüz desteklemişti. O kadar açıktan destekliyorlardı ki İmam'ın ders halkası kıyamın danışma bürosu gibi çalışıyordu. Ve bu durum İmamın onun ve öğrencilerinin hayatını iyiden iyiye tehlikeye atmıştı. İmam halkı teşvik etmek için şu fetvayı veriyorlardı: “İbrahim'le birlikte kıyama katılanlara yetmiş nafile hac sevabı vardır.”
Kerderi, şu rivayeti nakleder:
“İbrahim b. Abdullah ayaklandığında Ebu Hanife'ye sordum: Farz olan haccı yaptıktan sonra sence İbrahim'e katılarak onunla birlikte kıyam etmek mi yoksa hacca gitmek mi efdaldır? Onun kıyamına katılmak elli hac'dan efdaldır, dedi.”
Hasan b. Abdullah der ki Nefsü'zZekiyye Abbasiler tarafından Medine'de şehid edildiğinde İmam'ı gördüm, ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü.
Halife İmam'ın bu tavrına çok kızmıştı. İmam kıyamı açıktan desteklemiş ama bir fiil kıyama katılmamıştı. Abbasi halifesi İmamı Azam Ebu Hanife’den intikam almak istiyordu. Halife Mansur önce İmam'ı kendi safına çekmek istedi ve bunu da parayla denedi. İmama sık sık hediye gönderiyor ama İmam nazikçe bu hediyeleri red ediyordu.
İmama göre halkın malını kendi malları gibi keyiflerine göre harcayan saltanat sahiplerinin yolladığı hediyeleri almak caiz değildi.
Abbasi sultanı Mansur hediyeleri kabul edilmeyince İmama: “Hediyemi niçin kabul etmedin?” demişti İmam “Şahsi malınızdan bana bir hediye gelmedi ki onu kabul edeyim. Siz bana ümmetin hazinesinden aldığınızı yolladınız. Oysa ümmetin malında benim hakkım yok. Ben silah altındaki asker değilim, böyle bir askerin çocuğu da değilim. Fakir de değilim ki hazinenin tahsisatından yararlanayım. Yolladığınız şeyleri bundan dolayı alamazdım” demişti.
İmama maddi hediye kabul ettiremeyen Mansur İmam'a baş yargıçlık teklif etmişti. İmam kabul etmeyince için otuz kırbaçla cezalandırılmasını emretti.
Bir keresinde Mansur'la arasındaki bir anlaşmazlığı hükme bağlayan İmam'a para, elbise, cariye ve bir katır yükü hediye yollayan halifenin karısı “ben bu işi para için yapmadım” diyen İmam'a hediyelerini kabul ettirememişti.
Mansur Musul halkı isyan edince alimlerin görüşünü almak için alimleri topladı.
Musullular 138 (m.765) yılında Mansur'a karşı ayaklanmışlardı. Halife ayaklanmayı bastırdıktan sonra bir daha böyle yaparlarsa şehri yerle bir edeceğini, kan ve mallarını helal sayacağını söylemiş ve bu şartla Musullulardan biat almıştı. Bu şartlı biattan sonra Musullular bir kez daha ayaklandı. Halife onları topyekûn imha etmeyi aklına koymuş, gelecek tepkilere peşinen bir mazeret olsun için de alimlerden fetva istiyordu. Orada bulunan alimler halifenin maksadının fetva istemek değil, verdiği bir karara kılıf bulmak olduğunu bildiklerinden onu tasdik eder tarzda konuştular: “Sen ne istersen yaparsın. Onları affedebilirsin. Bu senin büyüklüğünün göstergesidir. Ama onları cezalandırabilirsin de. Bu durumda onlar cezayı hak etmişlerdir. Bu iki yoldan birini seçmek halifeye kalmıştır.”
Mansur o ana kadar hiç konuşmayıp sadece dinleyen Ebu Hanife'ye dönerek: “Üstad, bu işe sen ne buyuruyorsun? Yoksa biz nebevi bir hilafet üzere değil miyiz?” demişti. İmam Azam Mansur’a şu tarihi karşılığı verir: “Onlar sana kendilerine bile helal olmayan bir şeyi kanlarını şart koşmuşlar. Halbuki İslam şeriatında bu hak ne size, ne onlara tanınmıştır. Örneğin bir kadın kendi kendisini herhangi bir erkeğe rızasıyla teslim etse, o kadının namusu o erkeğe helal olur mu? Yine bunun gibi, biri başka birine “gel beni öldür” dese ve diğeri onu katletse acaba bu helal ve caiz olur mu? Diyet lazım gelir. Müslüman’ın kanı ancak kısasla bir cana karşılık olursa helal olur. Buda bu işte olmadığına göre Musul halkını bırak. Onların kanını dökersen zulmetmiş olursun. Allah'ın şartı uyulmaya, kullarınkinden daha layıktır.”
Bu cevap üzerine Mansur İmam'a şöyle dedi: “Sözlerin gibi içtihatlarında doğru. Fakat bu yaptığın ayıp. Evine dön, insanları bana karşı cesaretlendirecek hükümler verme. Ellerim haricilerin yakasında olacaktır.”
Öğrencisi ve halefi İmam Züfer'den gelen rivayette: “Mansur'un Ebu Hanife'yi tutuklayıp göndermesi emrini içeren mektubu Küfe valisi İsa b. Musa'ya ulaşınca İmam'ı alarak Bağdat'a götürdüler. Zindan'da ona zehir verdiler. Bunun sonucunda İmam vefat etti.” İmam 6 Mayıs 767’de şehit olmuştu.
İmamı Azam Ebu Hanife vefatından önce “Beni gasb edilmemis bir toprak parçasına gömün!” diyerek vasiyette bulunmuştu…
İmam'ın bu vasiyetini duyan Abbasi sultanı; “Sağlığında zorladığı gibi ölümünde de beni zorladı. Artık beni onun gözünde kim mazur gösterecek?” diyordu.
İmam Allah’a adanmış bir ömür yaşamış binlerce talebe yetiştirmişti. O Vahyi, canlı Kuran olan resulün hayatını ve aklı esas alan bir din anlayışına sahipti. Ehli beyt-i özel bir muhabbetle seven bir Ehl-i beyt dostuydu. Ve her dönemde direniş taraftarı bir alimdi.
İmamı Azam Ve Siyasi Mirası
İmamı Azam Ebu Hanife'nin otuz senelik hocalığı boyunca binlerce öğrenci yetiştirmiş kendisinden uzun zaman ilim öğrenen sekiz yüz öğrenci içerisinden ellisi kaynaklardan fıkhi hüküm çıkarabilecek durumdaydı. Bu öğrencilerinden Müçtehit seviyesine çıkanların en çok tanınanı Ebu Yusuf, Muhammed ve Züfer idi.
İmam Azam’ın sağlığında İmamın siyasi duruşuna destek olan talebeleri ne yazık ki onun vefatından sonra İmamlarının siyasi duruşlarını devam ettirmemişler fıkhi miraslarına sahip çıktıkları hocalarının bir anlamda siyasi mirasına sahip çıkamamışlardı. Anlaşılan İmam’ın talebeleri İmam’ın bu bedel gerektiren, direnişi esas alan siyasi tavrını maslahata uygun bulmamışlardı.
Evet ne yazık ki İmam Azam’ın fıkıhta emsallerini hayli geride bırakacak varisleri olmuş, mutlak müçtehit seviyesinde öğrenciler yetiştirmiş, ama öğrencileri İmamın siyasi mücadelesini devam ettirmemişlerdi.
İmamın öğrencilerinden Züfer b. Hüzeyl İmam’dan sonra fazla yaşamamış ama o tıpkı hocası gibi kendisine teklif edilen kadılık görevini reddetmiş ama İmam’ın diğer öğrencisi Ebu Yusuf, İmam'ın reddettiği kadılık görevini almakta bir beis görmemişti.
İmam Ebu Yusuf’u baş kadılığı kabul etti diye saray mollası olarak suçlamak doğru olmaz diye düşünüyorum. Çünkü o ilmi sultanların hatırına feda etmedi. Yazdıkları ile zulmü meşrulaştırmadığı gibi, doğruları söylemeye devam etti. Ama İmam Ebu Yusuf içinde bulunduğu resmi görevin sonucunda kimi zaman sessiz kalarak söylemesi gerekenleri söyleyemedi. Bu durum bize İmamı Azam’ın resmi görevleri kabul etmeyerek ne kadar doğru bir tavır ortaya koyduğunu gösteriyor.
Bu noktada İmam Ebu Yusuf eğer sorumluysa, İmamın diğer öğrenciler gibi yazdıklarından değil, yazmadıklarından sorumludur diyebiliriz.
Ne yazık ki gelen süreçte İmam Azam’ın bir anlamda direnişi esas alan siyasi boyutu ya unutturulmaya çalışılmış ya da fıkhının ve zühdünün ardına gizlenmiştir.
İmam'ın siyaseti “muhalif bir siyasettir. Ebu Hanife bir parça ümitlenip ardından ümitlerini yitirdiği Abbasiler'in ilk dönemi hariç bütün bir hayatını saltanat sahiplerine muhalefetle geçirmişti.
İmam bu direniş çizgisindeki onurlu duruşundan dolayı tarih boyunca saltanat sahipleri tarafından, bu yönü ile unutturulmaya çakışılmış gereğince tanınmamıştır. Bugün Müslümanların çoğunluğu Hanifi olduklarını söyleseler de mezhep İmamlarını gereğince tanımamaktadırlar.
İmamı Azam bugün daha çok şöyle uydurma rivayetlerle tanınmaktadır. “İmamı Azam o kadar takva sahibiydi ki, kırk yıl, akşamın abdestiyle sabah namazını kıldı.” “Her 24 saatte iki hatim indirirdi: biri gündüz, biri gece.” Ve “Ebu Hanife her gün yüz, her gece dört yüz nafile namaz kılar, namazın tek rekâtında Kur’an’ın tümünü okurdu.” Gibi insan fıtratına aykırı sözlerle örnek kişiliği yok sayılan İmam güya övülerek örnek olmaktan çıkarılmıştır.
Bugün İmam Azam’ın vahyi ve sahih sünneti esas alan akılla sorgulayan din anlayışını, iktidar sahiplerine hakkı haykıran onurlu duruşunu, adaleti esas alan direniş ruhunu yeniden diriltmek ve yaşatmak gerekiyor….
Kaynak: Her Taraf