Halkımızın son yıllardaki en büyük eğlencesi sosyal medya.
Bir bütün olarak halk geç vakitlere kadar; bazıları da sabahlara kadar Twitter, Facebook, Instagram ve YouTube‘da dolaşıp duruyor.
E ben de biraz bundan nasibimi aldım.
Yani böyle ifrat derecesinde değil; gece gündüz bu işlerde dolaşanlar gibi değil ama bazen ben de kendimce programları izliyorum.
Geçenlerde bir YouTube kanalında Fatih Altaylı ile İlber Ortaylı‘nın bir sohbetine rast geldim.
Fatih Altaylı, İlber Ortaylı’ya çok net, kısa, açık bir soru soruyor:
"Türkler Anadolu’ya gelmeden evvel Kürtler bu bölgede miydi?
Doğu Anadolu’da, Güneydoğu Anadolu’da mıydı?
Bir de Kürtlerin asli vatanı burası mıdır? "
E tabii ki bunun çok kestirme bir cevabı var.
“Evet” deyip kurtulacaktı ama işte ilmi dağları aşan, denizlere sığmayan İlber Ortaylı ne hikmetse burada şaştı.
Önce “Bu tip mevzuları burada böylesine çalakalem tartışmak doğru değil” gibi kem küm etti.
Sonra lafı dolaştırdı, Kirmanşah‘a kadar gitti; Asur dönemine kadar gitti ve oradan hemen işi kapatıp;
“Bu işi konuşmak istemiyorum” demeye getirerek aldı gitti Ege sahillerine, İyonya’ya Yunanistan’a…
Tıpkı o meşhur solucan hikayesi gibi…
Malum, çocuğa leyleği soruyorlar ama çocuk leyleği değil, solucanı çalışmış.
Dönüyor diyor ki:
“Leylek işte uzun gagalı, uzun bacaklı bir hayvandır, bir kuştur. Yazın bizim buralara gelir, kışın Arabistan’a gider. Biz de ona ‘Hacı leylek’ deriz.”
Ve başlıyor leyleği anlatmaya…
İlber Ortaylı da maalesef öyle yaptı.
Şimdi tabii benim derdim İlber Hoca’nın kişiliğiyle, fikirleriyle, ideolojisiyle değil.
Kendince bir saygınlığı var toplumda.
Niye? Bilgiye olan bir saygınlık bu.
Bir insanın fikri, ideolojisi, şahsiyeti, özel hayatı ne olursa olsun, eğer bir konuda uzmansa; bir bilgi birikimi varsa, halk ona değer verir.
Bu tıp da olabilir, deprem yani jeoloji de olabilir; sanat olur, edebiyat olur, sinema olur, fizik olur… Ne olursa olur.
Neticede bir birikim varsa ona saygı gösterilir.
Ama bu birikimin en önemli özelliği namuslu olmasıdır.
Eğer insan doğru bildiğini doğru bir şekilde anlatmıyorsa, gerisinin hepsi -halk tabiriyle- “hava cıvadır”.
Sayın İlber Ortaylı da maalesef bütün mağrur duruşuna rağmen;
Adeta “Yar göğsümü yar, bak ki neler var” denildiği gibi;
Öyle büyük bir malumat coşmasına kapılmasına rağmen;
Bu mevzuda maalesef bizim Diyarbakırlıların tabiriyle “fıs oldu”.
Yani söndü, gerçekleri söyleyemedi.
Doğru bildiklerini söyleyemedi.
Ve maalesef kendine ciddi bir zarar verdi.
Şimdi burada derdimiz “kim önceydi, kimse sonraydı; Kürt mü, Türk mü, Arap mı, Ermeni mi, Süryani mi?..” değil.
E tabi daha gerilere bakarsanız, bölgede çok ciddi bir Ermeni nüfusu da var, Süryani nüfusu da var.
Karadeniz’de Rum nüfusu var, Anadolu’da da aynı şekilde Rum nüfusu var.
Bunlar tarihi gerçekler.
Hele hele bazı gerçekler var ki ve o kadar açık seçik ki…
Sözü bu kadar dolandırmanıza, eğmenize, bükmenize, kaçmanıza, kızmanıza gerek yok.
Bir soru sordu Fatih Altaylı; çok kısa, basit, net:
"Türkler Anadolu’ya geldiği vakit, Kürtler burada mıydı?
Veya kimler vardı? Kimlerin yurduydu?
E siz de bildiğinizi söyleyeceksiniz.
Ne Asur’a kadar gitmenize gerek var ne Çin İmparatorluğu zamanına gitmenize gerek var ne de bilmem Sibirya’ya kadar uzanmanıza gerek var…
En basit tarihi bilgilere başvursanız, 1071 Malazgirt Savaşı’nda bölgede bir Mervânî Kürt Devleti var.
Mervânîler 100 yıla yakın hüküm sürmüş.
Ha, ondan evveli, gerisi, dibi… Bu kadar tartışmaya girmek istemiyoruz.
Ama ayıp olan; yer yer mağrur ve üstten bakan söylemine rağmen, bu kadar bilgi, birikimiyle saygınlık uyandırmış birisinin böylesine basit bir soruda çuvallaması.
Hocam sınıfta kaldınız!
Maalesef…
Keşke bunu yapmasaydınız.
Keşke basit birkaç cümleyle bunu geçiştirseydiniz.
Kaldı ki bu cevabın kimseye bir zararı da yok.
İnşallah ikmal imtihanları açılır da haziranda geçemediğinizi eylülde geçersiniz Hocam.
Kaynak: Farklı Bakış