HİLM1
Belki hayatın bütünü haddini bilmek (haddinde durmak) ile haddini aşmak olarak ifade edilebilinir. Hayat hadlerin (sınırların) doğru belirlenmesi ve bu hadlerin kendisi için konduğu insanın bu hadlere karşı olan tutumudur. Hadler bir şekilde konulabilir ama bunlar geçerli ve bağlayıcı olmadıkça bir anlam ve öneme sahip olamazlar. Hadleri anlamlı kılan, onların hayat içinde ifade ettikleri rolleri/yerleridir.
İnsanlık sosyal yaşamı denetlemek, denetleyici kurallar koymak zorunda kalmıştır. Bu, hem insan gerçeği ve hem de hayat gerçeğinin gereğidir. Kuralların konulması gereği doğru ve zaten bir zorunlulukken, kuralların doğruluğu da ayrıca bu işin en önemli ve tartışılır yönünü teşkil eder. Konulması gerekli olan kuralların doğru olmayışları halinde, gerekliliklerini sağlayıcı huzurlu ve düzenli ortam yerine, zorlaştırıcı ve haksız bir ortam ortaya çıkarır. Doğal olarak da insanlar bu kurallarla çatışma içine girer ve ortam kaosa sürüklenir. Demek kuralların konulması gerekliliği, hemen, doğru kurallar sorununu gündeme getirir. Kurallar elbette sosyal ortamları yaşayan insanlar içindir. İnsanların kurallara bağlılığı ise ya kuvvete ya da inanca dayanır. Kurallara bağlılığın kuvvetle sağlanıldığı yerlerde, bu kuvvetin zayıfladığı veya etkili olamadığı yerlerde ihmal ve ihlaller devreye girer. Kuralların inançlarla sağlandığı ortamlarda bir kuvvetin (illa da) varlığı zorunlu değildir. İnancın etkili olamadığı veya uzanamadığı yer yoktur.
Hangi şekilde olursa olsun, her ortam için öncelikle insanın terbiye sorunu önemlidir. İnsan vahşi bir hayvana dönüşebildiği gibi2, halife3 de olabilmektedir. İnsanın bu iki zıt özelliği kazanmasında, içinde yaşanan toplum kültürü ve koşullar etkili olmaktadır. Herhangi bir insan, kendi koşullarına rağmen bu etkinin dışına çıkabilir, aykırı ve farklı bir biçimlenme içine girebilir. Yani, sebepler birebir belirleyici değillerdir.
Doğru olmayan değerler, karanlığı yaran ışık yansımaları (huzmeleri) gibidirler. Bir an veya dönem hakikat oldukları mülahazası edindirir. Ama er veya geç onların gerçek niteliği ortaya çıkar veya onlarca çelişki yumağı içinde kalakalırlar. Ve ne yazık ki insanlık tarihi gerçekte doğru olmayan güç ve inançların yönlendirisi altında uzun zaman yol almıştır. Ve maalesef inançların zulmün varlığının devamında rol alabildikleri (kullanıldıkları), zulmün gerçekliğinin görülmesinde veya dürülmesinde perdelemede bulundukları olgusu vardır.
İnsan mutlaka terbiye edilmelidir. Hakkı ve hakikati korumada insan yeterli basiretlere sahip olmalı, manipülasyona gelmemelidir. Zihinsel kirlilik içinde bulunan insan veya toplulukların hakikati görmeleri mümkün olmadığı gibi, dengeli ve ölçülü tepkimelerde de bulunamazlar. Terbiye olmuş insan hem hakkı bilir ve hem de hakkın savunucusu olarak, doğru davranış ve tutum geliştirebilir. Kaş yapayım derken, göz çıkarma yoluna gitmez.
İnsanın kurallara karşı olan tutumunda olması gereken terbiye ile ilgili olarak ‘hilm’ özelliği örnek alınabilir. ‘Hilm’, ruhu dizginleme, asabını şiddet dolu kızgınlık halinde koruma, ruhun hadiseler karşısında durağan kalması ve gazabın onu rahatlıkla kımıldatamaması, gazaba rağmen sükunetin muhafaza edilişi, haksızlık edene karşılık vermede acele etmeme, olarak tanımlanmaktadır.
Terbiye ile alakalı olarak, alınabilecek ve gerekli bir sürü özelliği bir tarafa bırakarak, sadece ‘hilm’in gerçekleştirildiği varsayıldığında, böylesi birey-bireylerin yaşadığı koşullarda (doğru) kurallara karşı hassas olunur, yanlışlar varsa, bunlar (yıkıcı bir tarzla değil) en uygun bir yolla ıslah edilir. Allah fesadı olumlamamıştır. Fesad; yeryüzünün doğal yapısını bozmak ile, insani değerlerin dejenarasyonudur. İslam Müslüman’a (Kuran insana) yeryüzünde fesadın karşısında durma, engelleme yükümlülüğü vermektedir. Tahripkar bir tutum tahribin önüne geçemez. Tahribin karşısında ıslah edici bir tutum esastır. Haksızlığa karşı çıkmanın haklılığı, haksızlık yapmayı haklılaştırmaz. Hadlerin aşıldığı her yerde haksızlık (zulüm) vardır. Terbiye olmuş insan haddinde durmasını bilen, hadleri iyi tanıyan insandır.
Hilm sıfatı Müslümanın bir özelliğidir. Ve elbette Müslümanlarda insan beşerdirler. Her topluluğun-toplumun içinde onları yönlendiren, onları ayakta tutan, adaleti ve hakkı uygulayan örnek şahsiyetler vardır. Toplumun ileri gelen şahsiyetlerinin davranış ve tutumu, toplumun geri kalan bireylerinin davranış ve tutumu gibi değildir. Onların her söz ve davranışlarının, öncülüğünü yaptıkları toplumu birebir (müspet veya menfi) etkilemesi söz konusudur. Ama aynı şey toplumun geri kalanı için geçerli değildir. Hakkı gözetmede, adil olmada, şahitlik ve daha nice hususlarda her Müslüman itina sahibidir ve öyle olmak zorundadır. Bir İslami topluluk veya toplumda ortak hassasiyetler, sosyal ortam, koruyucu ve kollayıcı ortam işlevini görür. Böylesi bir ortamda doğup büyüyen bireyler, tüm İslami hassasiyetleri yaşamlarının gelişimi ve eğitimi içinde alırlar.
İslami topluluktaki şahsiyetlerin ‘halim’ olması oldukça önemlidir. Kaba tabirle, gaza gelmeyen, hamasi duygularla hareket etmeyen, hadise ve olaylardan hemen etkilenmeyen ‘hilm’ özelliğine sahip olmaları, etkin oldukları topluluğun gidişatı ve selameti için elzemdir. Samimiyet asli unsurken, doğru karar almada hiç de yeterli değildir. Dirayetin etkin ve yetkin olarak ortaya çıkabilmesi ‘hilm’ sıfatının olmasını gerektirmektedir. Aksi halde taşkınlıklar (haddi aşmalar)ın olması mümkündür. Adaletin tecellisi ‘hilm’in varlığına bağlıdır.
‘Hilm’ bir arabaya kıyasla güçlü bir fren sistemi (ABS) gibidir. Her halükarda, olabilecek tüm olumsuz gelişmelere karşı önemli bir güvenlik sistemidir. Böylesi bir sisteme öncelikle insan topluluklarının ihtiyacı olsa gerektir, değil mi?
1- Hilm sözcüğü; El-Zebidi’nin yazdığı Tac el-Arus adlı Arapça sözlükte ‘ruhu dizginleme ve tab’ı, şiddet dolu kızgınlık halinden koruma’, el-Bustani’nin yazdığı Muhit el-Muhit adlı sözlükte de ‘ruhun durağan hali, ki gazap onu rahatlıkla kımıldatamaz; ve ruhun vaki olan felaketlerden dolayı huzursuz olmaması’, ‘gazaba rağmen sükunetin muhafaza edilişi’ ve ‘haksızlık edene karşılık vermede acele etmeme’ olarak tanımlanmaktadır. (Kuranda dini ve Ahlaki Kavramlar, Toshihiko Izutsu, sy. 55, Pınar Yay. İst.)
Cahiliye ilimsizlikten öte hilimsizliği ifade eden bir kavramdır. Çünkü “ilm” kelimesinin asıl karşıtı hilmsizliktir. Muallâka şairlerinden Amr b. Külsûm’ün bir kasidesinde geçen elâ lâ yechelenne ehadun aleynâ fe-nechele fevka cehli’l-câhilînâ (Bakın, hiç kimse bize kibir-kurum satmaya, hamiyet taslamaya kalkmasın; yoksa biz kibir-kurum satmanın dik âlâsını yaparız) ifadesinde olduğu gibi, cehl-cehâlet kelimesi kibir, gurur, küstahlık, mutaassıplık, zorbalık, haddini bilmezlik, ihtiyatsızlık gibi anlamlar içerir. Hilm ise te’enni, ağırbaşlılık, itidallilik ve ihtiyatlılık gibi manalara gelir. (Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Bülûğu’l-Ereb fî Ma’rifeti Ahvâli’l-Arab, Beyrut trs., I. 15-17.)
2- Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden. 96/6-7 Müstağnilik genel olarak farklı etmenlerle olabilmekle birlikte, daha çok üç ana noktada kendini göstermektedir: 1. Mal ve para zenginliğiyle, 2. Yönetimde olmakla (iktidar gücüyle), 3. Bilgide derinlikle (konum ve itibar oluşturmakla).
3- Halife: sorumlu (sorumluluk sahibi).