Ne yapacağımızı zaten uzun zamandır bilemiyoruz, üstüne birde gözüme toz kaçtı... Seyyit Kutub´un zindandaki kardeşlerine yazdığı Muhammet Mursi´ye de çok yakışan bir şiir ve besteyi üst başlıkla yazmak ve paylaşmaktan başka bir şey yapamadım.
?Herkes Ölür Ama Herkes Gerçekten Yaşayamaz?? diye not ettim.
***
Üniversite öğrenciliğimden itibaren akranlarımdan ve sosyal çevremden farklı bir sinema kültürüm olmuştu. İyi bir filmi izlerken aynı zamanda filmi okumaya çalışmak bende kolay yoldan kitap okuma hissi verirdi. O günlerden iyi bir filmin ilk önemli şartının iyi bir hikâyesi olan bir senaryo olduğunu anlamışlığım vardır.
İyi bir hikâyeniz ve bu hikâyeden dönüştürdüğünüz, seyirciyi gerçeklik duygusundan koparmadan onunla duygudaşlık kurmanızı sağlayan bir anlatım dili. Dönem filmi çekiyorsanız o dönemin kıyafet ve tipleri, alet ve edevatları, renkleri, besinleri ve insan ilişkileri. Bunlara sadık kalabiliyorsanız hayali kahramanlar kadar hayali diyaloglarda yazabilirsiniz.
40´lı yaşlarımın içindeyken bile hayal kuran bir genç olarak yazılı ürünler içerisinde iyi bir senaryo yazabilmeyi, senarist olabilmeyi düşlemekteyim. Henüz daha genç olduğumuz için belki bir gün o da olur İnşaAllah.
***
Hikaye yazmanın sadece bireysel tutku olmanın ötesinde anlamları da bulunmaktadır. Destansı bir ömür sürseniz bile eğer bunun hikâyesini, romanını, filmini çekebilecek arkadaşlarınız yoksa yaşadığınız hayatın şahitliği de şahitleri de sınırlı olmaktadır. Ve dahi etkisi de sınırlı zaman içerisinde olup bitmektedir. Düşünün Mehmet Akif olmasa Çanakkale destanlaşabilir miydi? ?Dur Yolcu!? dediğimizde aklımıza Çanakkale gelmez ama Mehmet Akif´in Arabistan´ın Necid çölünden yazdığı ?Çanakkale Şehitlerine? şiiri olmasaydı bir yanımız hep eksik kalırdı.
Muhsin Kızılkaya´nın bir yazısında okumuştum (05.05.2019 habertürk) 80 darbesi sonrasında Mamak zindanlarında aynı gün içinde üç sağcı/ülkücü birde sol görüşlü yayıncı İlhan Erdost işkence ile öldürülmüştü. Üçü de sağcı olan ve dövülerek öldürülen köylü Anayolu çocuklarının ismi hiçbir sokağa verilmedi. Onlar için kimse şiir yazmadı, hikâyeleri anlatılmadı? İlhan Erdost için ise ?yeni bir soydandı yepyeni/ kendi mezarında kendi açan bir güldü ilhan/sabah da kırmızı akşam da kırmızı /hep kırmızı kalacak solmadan? (Turgut Uyar) gibi şairler tarafından şiirler yazıldı, şarkılar yapıldı, etkinlikler ve anma törenleri yapılarak hatırası ve mücadelesi canlı tutulmaya çalışıldı.
Bizler ise hep unutulmaya mahkûm edilenlerin çocukları olarak kaldık. Necid çöllerinde de, Sarıkamış´ ta da, Çanakkale´de de ismimiz yoktu. Tayın sayısı kadardık. İngiliz yenilmez armadasını Çanakkale sularına gömdüğümüzde de sadece bir hafta için iki tayın ettik. İsmimizin bilinmesi hep vefalı olmasını umduğumuz eli kalem tutanların insafına kaldı. O yüzden yaşamayı bir türlü beceremeden ölümlere koşarcasına gitmeye gönüllü olduk. Dökülen kanlarımız üzerinden çok insanı kahraman yaptık.
Ama ardınızdan (veya önünüzden) sizin için şiirinizi yazacak, hikâyenizi anlatacak, destan söyleyecek insanlarınız varsa ?ölüm dediğin nedir ki gülüm?? yaşamayı bile göze alırsınız.
***
Öğrenciliğimde -Şuan ağır ceza hâkimliği yapan- bir arkadaşımın Kredi Yurtlar Kurumun öğrenci yurdunun kuytu bir köşesinde ağır can sıkıntısındaki halini hem dağıtmak hem toparlamak için alıp yanıma Ümraniye sinemasında gösterimde olan Breveheart/cesuryürek filmine götürmüştüm.
İskoçların 1200´lerde İngiltere´den bağımsızlık mücadelesinin anlatıldığı, gerçek bir hikâyeden uyarlama epik bir film. En çok akılda kalan filmin sonunda filmin kahramanı William Wallace idam edilirken Freedoooom/Özgürlük diye bağırmasıdır belki de ama Muhammet Mursi´nin şahadet haberi ile benim aklıma düşen reblik yukarıda yazdığım cümle oldu. ?Herkes Ölür Ama Herkes Gerçekten Yaşayamaz??
Filmin son sahnelerinde tuzağa düşürülerek yakalanan William kendisine yapılan özür dilemesi teklifine (özür diletilirse tüm efsanesini ve etkisini bitirebileceklerdir?) ?Özür dilersem ne olacak? diye sorar. ?işkence görmeden kolay ölüm, beklide yaşayacaksın? denilince; işte o zaman kendi hayatını ölürken bile daha da anlamlı hale getiren o sözü söyler. ?Herkes Ölür Ama Herkes Gerçekten Yaşayamaz??
Hikâye gerçek ama film kurgudur. Sözün aslıda Victor Hugo ya aittir.
Ama ?şahadet bir muştudur nesillere ve çağlara??
***
Mısır 100 milyonluk bir ülke, dünyanın belkide en kadim ve bereketli topraklarına sahip, Mezopotamya ile birlikte insanın medenileşmesine beşiklik yapmış. Onsuz insanlık ve medeniyet tarihini yazamayacağınız bir tahıl ambarı. Dünyanın en uzun nehrinin beslediği ama 40 milyonun aç kaldığı bir ülke, 20 milyonluk Kahire´de 4 milyonun mezarlıklarda (bildiğimiz mezarlıklarda) yaşadığı bir başkent. ?? tarihsel olarak kendine yeterli olan Mısır şimdi gıdasının yüzde 60´ını ithal etmektedir. Ülke büyük oranda meyve ve sebze üretiminde kendine yeterli olmakla birlikte aşırı derecede ithal tahıla, şeker, et ve yemeklik yağa bağımlıdır. Mısır buğdayının 2/3´ünü (15 milyon tonun 10 milyonunu dışardan almasıyla ithal ederek dünyanın en büyük buğday ithalcisidir), fasulyesinin yüzde 70´ini, mercimeğinin yüzde 99´unu ithal etmektedir. Tesadüfi olmayan bir şekilde, mercimek üretimi 85,000 dönümden 1,000 dönüme düşmüştür. 2013 yılında petrol ihraç eden dost ülkeler tarafından bağışlanan yaklaşık 20 milyar Amerikan Dolarının gıda ithalatı finanse etmedeki önemli rolü insanın bu sübvansiyonun ne kadar süreceği konusunda merak etmesine neden oluyor?? (Daniel Pipes )
Şimdi hikâyeyi yeniden okuyalım dörtte biri aç, yarısı açlık sınırında dörde üçü yoksul, sağlıklı içme suya ulaşımı sıkıntılı, yarıdan fazlası genç olan bu 100 milyonluk halk bu kadar derin bir tarihe sahip olsa bile öncelikli sıkıntısı ne olur ki? Bolluk içinde darlığa, cuntaya mahkûm edilmiş bir halkın ?özgürlüüüük? diye bağırması pek mümkün de gündem de olmaz. Kudüs davası, İslam davası gütmez/güdemez. Açlık sınırlarında yaşayanların; ümmetin ve dahi kendisinin şeref ve haysiyeti bile Mısır ordusunun dağıtacağı konservenin yanında gündem bile ol(a)maz. Halk(lar) böyledir.
Ama insan eşref-i Mahlukattır. Yani şerefi olan insandır.
***
Hamaset değil destanla yaşayan, destan gibi yaşayan insanlarımız var hikâyesini anlatamadığımız. Şiir gibi insanlarımız var haklarında iki dize döktüremediğimiz. Zindanlarda unuttuğumuz, izbe köşelerde katledilen kardeşlerimiz var varlığıyla firavunlara kâbuslar gördüren?
Ümmet coğrafyası ?şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda? halde. Her gün şehitler veriyoruz toprağa çan suyu diye. Namık Kemal´in vatan kasidesinde ?Muini zâlimin dünyada erbâb-ı denaettir / Köpektir zevk alan, sayyâd-ı bi-insâfa hizmetten? diyerek ifade ettiği gibi; köpeklikten başka meziyetleri olmayan eniklerin firavunlaştığı ümmet coğrafyasında, itlerin, çakalların, sırtlanların biraraya getirilip Amerikan kumaşından tasmalarıyla halklara bekçilik yaptırılan insanların zulümlerinden, cinayetlerinden dolduk, dolduk da bir türlü taşamadık?
Mazlumiyet hikâyelerinden bıktık, mazlum olmaktan bıktık, topraklarımızda Amerikan silah ve parasıyla darbeye taşeron olan gayri meşru çocukları tarafından meşruiyetimizin sorgulanmasından bıktık? Her şehit azmimizi ve ahde vefamızı, hıncımızı çoğaltırken yutkunmaktan bıktık?
Ahlaklarıyla, aidiyetleriyle, müktesebat ve vasıflarıyla, insanlarımıza hizmet etme, topluma değer katma çabalarlıyla hepimizin içinde en iyilerimizin esaret içinde kalmalarına engel olamamaktan bıktık.
3000 ? 5000 yıllık, artık ne kadarsa Mısır tarihindeki ilk ve tek seçilmiş devlet başkanını 5 yıldır tek kişilik, karanlık bir hücrede öldüren çanak yalayıcıların şehidimizin cenazesini bile sevenlerine teslim etmeme çabalarından ve pişkinliklerinden bıktık.
***
Sonunda da taşı çatlatan sabrımızdan da bıktık da hiçbiri unutulmak gibi koymadı? Vesselam.
?Unutma! Unutmak pusudur??